Kimin Malı Kime (Nasıl) Satılıyor?



Özelleştirme adı altında ülkenin her şeyi satılıyor: Topraklar, limanlar, petrol rafinerileri, fabrikalar, oteller... İsterseniz biraz daha somutlaştıralım: Türk Telekom, Tüpraş, Tekel, Sümerbank, Seka, Erdemir, Emekli Sandığı Otelleri, Vakıf mülkleri... Bunlar satılanlar ya da satışa hazırlananlar... Ülkenin nesi varsa satılık... Oysa bu kamu kuruluşlarının bir bölümü iyi kâr sağlıyor ve stratejik öneme sahip. Bir de uzun süreli kiralamalar var: Kuşadası, İskenderun ve Mersin Limanları, Galataport vd... Bütün bunlar, “özelleştirme” adına yapılıyor. Özelleştirme ise IMF ve Dünya Bankası’nın buyruğu.

Türkiye dünyanın en borçlu ülkelerinden biri. Geçen günlerde açıklandı: IMF’ye en çok borcu olan ülke Türkiye. Böyle olunca alacaklıların baskılarına dayanmak zor. IMF ve Dünya Bankası, alacaklı olarak bastırıyorlar; Hükümet boyun eğiyor. Dış ortamlarda buyurganlık, şımarıklık artarak küstahlık düzeyine çıkıyor. Örneğin, TBMM - Avrupa Parlamentosu (AP) Karma Komisyonu Başkan Yardımcısı Andrew Duff, Diyarbakır ve diğer bölgelere “otonomi” verilmesini önerdikten sonra, Kemalizmin yenilmesi gerektiğini savlayarak, “Devlet kurumlarında yaşlı bir adamın resminin durmasıyla demokratikleşme olmaz” diyebiliyor (1). AB Güney Kıbrıs’ın, Adanın tek devleti olduğunu vurgulayıp onu Türkiye’nin resmen tanıması gerektiği yolunda bildiri yayımlıyor.

Kısacası, çarpık bir gidiş söz konusu. Son günlerde özelleştirme adına yapılanlara bir göz atalım:

Tüpraş

Tüpraş’ın yüzde 51’lik hissesi Koç-Shell ortak girişimine 4.1 milyar dolara satıldı. Shell’in girişimdeki payı yüzde 10 oranında. Satış, kimi çevreleri çok mutlu etti. Onlara göre, Koç ulusal bir gruptu ve satış bedeli iyiydi. Ne var ki Tüpraş’ın Türkiye’deki akaryakıt tekeli olma özelliğiyle stratejik önemi gözardı ediliyordu. Ayrıca, Koç Grubu sahip olduğu hisseleri, piyasa ekonomisi koşulları içinde dilediği zaman, dilediği yerli ya da yabancı kuruluşa satabilirdi.

Tüpraş üzerinde asıl tartışma, daha önce hiçbir ihaleye konu olmadan, Özelleştirme Yüksek Kurulu (ÖYK)’nın 7 Ocak 2005 günlü kararıyla yapılmış olan yüzde 14.76’lık hisse satışı üzerinde yoğunlaştı. Tüpraş’ın yüzde 14.76’lık bölümü kamuoyuna duyurulmaksızın 446 milyon dolara İsrailli Ofer Grubu’na satılıvermiş. Bu kez ihalede çıkan bedelle karşılaştırılınca Ofer’in aldığı hisselerin değerinin 8 ayda 1.2 milyar dolara yükseldiği ya da hisselerin bu bedele satılması gerektiği anlaşılıyordu. Gizlilik içinde yapılan satıştan Ofer grubu büyük bir çıkar sağlamıştı.

Şimdi bu konu üzerinde kıyamet kopuyor, muhalefet bastırırken Hükümet yapılan işlemi açıklamakta zorlanıyor.

Egeport (Kuşadası Limanı)

Kuşadası Limanı Yap-İşlet-Devret modeli ile gerçekleştirilmek üzere 2003 yılında ihaleye çıkarılmıştı. İhale 40 milyon dolar ödemeyi öneren yerel girişimcilerin oluşturduğu Limaş grubunda kaldı. Ancak Limaş ödemeyi süresinde yapamadı ve 15 günlük bir uzatma isteğinde bulundu. İstek kabul edilmeyerek, Egeport, ihalenin ikincisi Global (Kutman)-Ofer ortaklığına 27 milyon dolar karşılığında verildi.

İhale sırasında ortada bir proje yoktu ve ihaleyi alan grubun düşündüğü yapılaşmanın, Kıyı Yasasına ve Koruma Kurulu kararlarına aykırı düştüğü görüldü. Bu engeli aşmak üzere bir yönetmelik hazırlandı ve 30 Mart 2004 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan bu yönetmeliğe göre inşaat ruhsatı verildi. Ancak Danıştay yönetmeliği yasaya aykırı bularak yürütmeyi durdurdu.

Yönetmeliğin yetmediği anlaşılınca ihale ortağı Mehmet Kutman “yönetmelik yetmezse yasa çıkarılır” diyordu. Dediği gibi de oldu. AKP iktidarı, Temmuz ayında, TBMM’nin tatile girmesinden bir gün önce, CHP’nin boykot ederek katılmadığı bir geceyarısı oturumunda, hiç tartışmaksızın çıkardığı 24 yasadan birinin içine koyduğu özel bir madde ile Kıyı Yasası’nda değişiklik yaptı. Bu “Torba Yasa”daki değişiklikle, imar planlarındaki her türlü düzenleme ve değişiklik yetkisi Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na devredildi. Böylece, yerel yönetimler saf dışı bırakılıyor, Egeport projesinin ve onu izleyecek öteki projelerin önündeki yasal, bilimsel, demokratik engeller kaldırılmış oluyordu. Egeport kapsamında Kuşadası’nda denize çakılan kazıklar üzerinde elde edilen alanda alışveriş merkezi türünden gelir getirici tesisler için inşaat yapılmasına olanak sağlandı.

Kira sözleşmesinin kopyası 24 Eylül günlü Cumhuriyet gazetesinde yer aldı. Oradaki kayıtlara göre: “Kiralanan şeyin cinsi: Ege Denizi”. “Kiralanan şeyin şimdiki durumu: Mevcut Ege Denizi”. “Kiralanan şeyin ne için kullanılacağı: “Liman uzatılması ve Dolgu Alanı elde edilmek amacıyla”... Bir yıllık kira karşılığı da 90 milyar 150 milyon TL olarak belirtilmiş.

Bu kez yöneltilen eleştirilerin özü şu: İhale koşulları sonradan haksız olarak değiştirilerek ve yasalarla oynanarak bir gruba çıkar sağlanmıştır. Grupta yine “Ofer” adı var.

Galataport

“Galataport”, yaklaşık elli yıl önce Salıpazarı’nda “geçici” kaydıyla yapılmış olan liman tesislerinin, transit ambarları ile antrepoların yerinde şimdi gerçekleştirilmesi tasarlanan projenin adıdır. O dönemde bu tesisler imar planlarına aykırı olarak, dönemin başbakanı Adnan Menderes’in emriyle, sözümona “geçici” olarak yapılmıştı. Tesislerin kısa bir süre sonra yıkılacağı ve etkinliğin Derince ya da Yenikapı’da yapılacak yeni limana aktarılacağı söyleniyordu. Bunlar yapılmadı... Ticari liman olarak Haydarpaşa geliştirildi. Salıpazarı Limanı böylece, ülkemizde geçici kaydıyla yapılan tesislerin nasıl kalıcılık kazandığının en çarpıcı örneğini oluşturdu.

YAPI’nın geçen sayısındaki yazımda yeşil alanın kamu kesimi tarafından yapılaşmaya açılıp sonra da özel mülkiyete dönüştürülmesinin örneği olarak İstanbul Hilton Oteli’nden söz etmiştim. Galataport ise kamu eliyle doldurulup sözümona geçici olarak yapılaşmaya açılan kıyı şeridinin 49 yıllığına özel sektöre devrinin örneğini oluşturuyor. Bu örnekler gösteriyor ki, kent planlama ilkeleri yalnızca özel kesim için değil, kamu kesimi için de titizlikle korunmalı. Artık “para” kamu kesimi için de kutsal değer olmuş; çevre duyarlılığı bakımından kamu kesimi de çok masum değil. Kente karşı suçu yalnızca özel kesim ya da kişiler işlemiyor, devlet de işleyebiliyor.

Bugün, o tesislerin geçici olduğu tümüyle unutulmuş durumda... Yalnızca spekülatif rant kaygısıyla, şehrin doğal ve tarihsel merkezinde bulunan ve tarihsel dokuya saygılı, çok düşük yoğunluklu bir yapılaşmayla halkın yararına sunulması gereken bir alan yoğun yapılaşmaya ve devboyutlu gemilere açılıyor.

Bunlar, kent planlaması, imar ve tarihe saygı bakımından söylenebilecekler. Ancak, ihale sürecindeki gelişmelerle Galataport girişimi ekonomik ve siyasal bakımdan çok başka boyutlara ulaştı. Galataport’un sahibi Türkiye Denizcilik İşletmesi. Özelleştirme kapsamında, Yap-İşlet-Devret modeliyle 49 yıllığına işletme hakkı için açılan ihaleye üç grup katıldı. İhaleyi 4.3 milyar dolarlık önerisiyle yine İsrailli Ofer Grubu önderliğindeki ortak girişim (Royal Caribbean Ortak Girişimi) kazandı.

“Tüm yetkileri TDİ’ye devredilen Galataport projesine, nisan ayında 1 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’ndan onay alındı. İhaleyi kazanan firmayla sözleşme imzaladıktan sonra kamu kurumları burayı boşaltacak ve inşaat başlayacak. Proje üç yıl içinde tamamlanacak ve Galataport açılacak. Tabanlıoğlu Mimarlık’ın hazırladığı proje kapsamında kruvaziyer limanı, 5 yıldızlı oteller, alışveriş merkezi, restoran, kafe, bar gibi eğlence mekânları, sinema ve tiyatro salonları, otomobil ve otobüs için yeraltında otoparklar yapılması ve tarihi eserlerin ortaya çıkarılması bulunuyor... ...Oteller, alışveriş merkezleri, eğlence mekânları, sahildeki gümrüksüz bölge ve sergi, sinema ve tiyatro salonlarını İstanbullular da kullanabilecek” (2).

Ofer Grubu’nun ortağı ya da temsilcisi Mehmet Kutman’ın bir röportajda belirttiğine göre proje kapsamında rezidans da yapılabilecekmiş (3). Bilindiği gibi, “Rezidans” apartotelin öteki adı. Yıllar önce çıkarılmış bir yönetmelik, çoğu Turizm ve Ticaret Bölgesi adı altında imar ayrıcalıklı olarak inşa edilen apartotellerin bölümlerinin apartman dairesi gibi satışına olanak sağlıyor. Doğal ki, Galataport’taki satışın 49 yıllığına olması söz konusu. 49 yıla kadar kim öle kim kala?

Bu ihalede de kıyamet, ödeme planı nedeniyle koptu. 4.3 milyar dolarlık ödeme ilk üç yılı ödemesiz olmak üzere, o süreyi izleyen 46 yıla yayılıyor. Duruma, Rahmi Koç bile şu sözlerle tepki gösterdi: “Galataport ihalesinin şartlarını gazetelerde okudum. Bilseydim ben de girerdim. Hem de Koç Holding olarak değil Rahmi Koç olarak girerdim. Acaba bu ödeme planını herkes biliyor muydu, yoksa özel bir ödeme planı mı? Bu şartları herkesin bilmesi lazımdı. Bize (Tüpraş’ta) bir iki yılda öde diyorlar, burada 49 yılda geri ödeme var. 49 yılda ya deveci ölür ya deve ya da padişah” (4). AKP Hükümetinin eski Turizm Bakanı, şimdiki ANAP Başkanı Erkan Mumcu da, “benim projem” dediği Galataport’un ihalesinde izlenen yolu eleştirdi: “Burada da Atatürk Havalimanı’ndaki ihale yöntemi uygulansaydı, işletme dönemi 15 yıla, hatta 8-9 yıla kadar inebilirdi. Şimdi burada 49 yıllık kiralama var. 49 yıl içinde idarenin, imarla ilgili aldığı yetkiyi kimin kullanacağı belli değil” (5).

Haydarpaşa

Galataport’tan sonra sırada Haydarpaşa var. Haydarpaşa’da Garı da içeren yaklaşık
1 milyon m2 lik alan, Dünya Ticaret Merkezi adı altında 17.9.2004 gün, 5234 sayılı yasaya eklenen bir geçici madde ile Devlet Demiryolları’na (DDY) devredildi. Konu böylece, özelleştirme sürecinden çıkarılmış, inisiyatif DDY’na, dolaylı olarak da Hükümet’e aktarılmış oldu. Ayrıca, bu taşınmazla ilgili olarak “imar mevzuatındaki kısıtlamalar ile plan ve parselasyon işlemlerindeki askı, ilan ve itirazlara dair sürelere ilişkin hükümlere tabi olmaksızın, her ölçekteki imar planını yapmaya, yaptırmaya, değiştirmeye, re’sen onaylamaya ve her türlü ruhsatı vermeye” Bayındırlık ve İskân Bakanlığı yetkili kılındı. Yine aynı yasada, “kesinleşen planlar ilgili belediyelere teklif edilir. Bu planların uygulanması zorunludur” deniyordu. Şimdi yerel yönetimler dışlanarak 1 milyon m2 lik alan, büyük olasılıkla “3” emsalle -bu kez hangi ihale yöntemi ya da anlaşmayla, bilinmez- yapılaşmaya açılacak. Kimi işadamlarının bu projeyle yakından ilgilendikleri, hattâ projeler hazırlattıkları biliniyor. Haydarpaşa’nın altından da Ofer çıkar mı dersiniz?

İşte AKP hükümetinin planlama, özelleştirme, saydamlık ve demokrasi anlayışı. Oysa Başbakan’ın UIA 2005 İstanbul Dünya Mimarlık Kongresi açılış töreninde binlerce kişinin önünde söyledikleriyle ne güzel umutlanmıştık.

Özelleştirme “Oferleştirme” şeklinde sürüp gidiyor. Muhalefet kapalı kapılar ardında yapılan görüşmeleri gündeme getirerek Başbakan’ı ve “babalar gibi satarım”, “parayı veren düdüğü çalar” diyen Maliye Bakanı’nı zorluyor.

Yaşadığımız olaylar yazılarımızı diziye dönüştürdü. Yine geçen sayıdaki cümlelerle bitirelim: “Evet, yukarıdaki bütün olaylar durumu özetliyor... Örnekler çoğaltılabilir. Zaten Hükümet de çoğaltıyor.”

KAYNAKLAR
1. Mahmut Gürer; “Avrupa’dan Çirkin Teklif”, Cumhuriyet 17.9.2005.
2. Cumhuriyet, 17.9.2005.
3. Songül Hatısaru; Milliyet, 20.9.2005.
4. Hürriyet, 21.9.2005.
Hürriyet, 18.9.2005, s.9.


Yapı Dergisi, 287