Kimliksiz Binalara İnat Köyünü Yaşat Projesi



Yasemin K. Enginöz: “Köyünü Yaşat” projesi nasıl başladı?

Ümit Arpacıoğlu: Aslında bu projenin ilginç bir öyküsü var. Daha önce kırsal sürdürülebilirlik ile ilgili bir çok çalışma yapmamıza karşın “Köyünü Yaşat Projesi” yeşil bina sertifika sistemleri konusu ile başladı. 2009 yılında düzenlediğimiz Greenage Uluslararası Sempozyumu’nda verdiğimiz bir bildiride Türkiye’nin kendine ait bir yerel yeşil bina sertifika sistemi olması gerektiğini çünkü bizim ülkemizin iklimsel ve kültürel değerlerinin, buna bağlı olarak, enerji politikalarının öteki ülkelerden oldukça farklı olduğunu savunmuş ve bildirimizi bu yönde bir sonuç ile bitirmiştik. Daha sonra bu inancımızı destekleyecek çalışmalar yapmaya başladık. 2013 yılında İstanbul Kalkınma Ajansı’ndan yerel yeşil bina sertifika sisteminin oluşturulması ve altyapısının Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Yapı Uygulama ve Araştırma Merkezi bünyesinde kurulması için destek aldık. Sertifika sistemi için komisyonlar kurduk ve SEEB-TR (Sürdürülebilir Enerji Etkin Binalar Sertifika Sistemi) olarak bilinen sistemi oluşturduk. Bu sistem ve bu sistemi destekleyecek online yazılım üzerinde çalışmalarımız sürerken aslında bir binanın inşaat aşamasının hiç de ekolojik olmadığı bu sistemlerin geleneksel inşaat ve tasarım yöntemlerine göre görecelik algısına dayanarak sürdürülebilirlik kavramı ile ilişkilendiklerini daha iyi anladık. Ne kadar bu konuya odaklansak da mimarlık perspektifinden “Gerçek ekolojik bina hangisi?” sorusunun yanıtı bu sertifikalı binalar olmuyordu. Kendi içimizde yaptığımız tartışmalar sonucunda aslında yeni bir bina gereksinimini ortadan kaldıracak bir yaklaşıma ihtiyaç olduğu fikri ve yapı stoğumuzun hâlâ büyük bir kısmının kırsal alanda terk edilmiş olarak durması görüşü bizim için SEEB-TR’nin yanına alternatif bir kırsal sürdürülebilirlik projesi düşüncesini baskın hale getirdi.

Kırsal alanlar, tarihten gelen farklı inanç ve yaşam alışkanlıklarını, bulundukları coğrafyadaki iklim verilerini ve yerel yapı malzemelerini kullanma geleneğini birleştiren çok zengin bir yapı çeşitliliğini bünyesinde barındırıyor. Kırsal yerleşmelerde yaşayan insanların günlük yaşamındaki kültürünü, sosyal ilişkilerini ve alışkanlıklarını, yapı sahibinin ve ustasının beğenilerini, inançlarını ve yaşam önceliklerini yansıtan kırsal yapı kendi özgün kimliğiyle var olurken, içinde bulunduğu çevre ve toplum ile bütünleşerek bulunduğu yerin bir parçası da olmuştur. Geçmişin izlerini taşıyan kırsal kültürün mimarlıkla buluşması anlamına gelen bu yapılar, yerleşim dokusunun da en temel öğesidir.

Kırsal mimaride, yüzyıllar boyunca deneyimlenmiş ve yaşamın içinde şekil bulmuş oldukça fazla bilgi birikmiştir. Geleneksel yapılarda gördüğümüz birçok çözümün bugün çağdaş olarak nitelendirdiğimiz yapılarda bulunmamasının nedenlerinden biri ise endüstri devriminden sonra mimarlık alanında yaşanan hızlı gelişmedir. Yüzyıllarca süre gelen bu bilgi birikimini, günümüzde her bilimsel alanda olduğu gibi mimarlık alanında da yeniden keşfetmeye ve tanımlamaya çalışmaktayız.

Doğanın ve yaşamın özgün çözümlerini tanımlamak, yeni tasarımlar için bir bilgi dağarcığı oluşturmak bugün mimari amaçlarımızdan biri haline gelmiştir. Geleneksel kırsal mimari ürünlerde iklimden, malzemeden, yapım teknolojisinden gelen birçok özellik keşfedilip, mevcut bilgi birikimimize eklenerek yeni yapılacak mekânlar için daha sağlıklı, daha konforlu ve daha az enerji harcayan, insan ile daha uyumlu bir mimarlığın temelleri atılmaya çalışılmaktadır.

Bu bakış açısı ile Anadolu’yu incelediğimizde kendimize ve bu bakış açısına yakın fikirler bulmaya çalıştık. 2013 yılında ortaya atılan bu fikir üzerinde çeşitli çalışmalar yaptıktan sonra 2015 yılının ilk ayı ile “Köyünü Yaşat Projesi”ne başladık.

Y. K. Enginöz: “Köyünü Yaşat” projesi nedir? Proje Programı; Mimari Çalışmalar, Sosyo-Ekonomik Çalışmalar, Sanat Faaliyetleri, Eğitim ve Yaz Okulu Faaliyetleri, Tanıtım Faaliyetleri’nden oluşuyor. Ayrıca çalışma grubunda üst ölçek planlamadan tutun da mimari ve tipoloji ekibi ile mimari ve morfoloji ile yapı detayları, malzeme vb. (birçok farklı başlık altında yer alan) konularında kişiler bulunmakta. Bu gruplar projenin hangi kısımlarında ne şekilde çalışıyor?

Ü. Arpacıoğlu: Projenin bir iki çıkış noktası var. İlki, daha önce Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile ortak yürütülen, 2008 yılında Kayseri, 2010 yılında da Balıkesir ilinde tamamlanan “Kırsal Alanlarda Yöresel Doku ve Mimari Özelliklere Uygun Yapılaşmanın Yaygınlaştırılması” konulu projemizde köylü için hazırladığımız birçok dokuya uygun tasarlanan konut projesinin hiç kullanılmadığının ve bu çalışmaların akademik düzeyde kaldığının hem bizim hem de bakanlık tarafından anlaşılması idi. Bunun üzerine, köylünün referans alacağı örnek proje ve uygulamaların olması gerekliliğine inandık. Bir başka konu da daha önce çeşitli şekillerde ve kaynaklarla yapılan köy projelerinin sınırlı bir bakış açısı ile ele alındığı, kendi içinde başarılı bile olsa Anadolu köylüsü için model oluşturmadığı idi. Bu nedenle oluşturulacak projenin çok yünlü uygulamalar içermesi köylüye referans olması önem kazandı. Bir başka etken ise yeni gelişen yollarımızın ve ulaşım olanaklarımızın kırsal alanların özgün değerleri için risk oluşturduğu, birçok bölgede bu nedenle geleneksel kırsal mimarlığımızı kaybederek yerine apartman kültüründen gelen kimliksiz binalar yapılmaya başlanmasıdır.

“Köyünü Yaşat Projesi” düşünsel olarak çok yünlü faaliyetlerin köyün özgün değerlerini bozmadan kırsal bölgenin verileri kullanılarak bütünleşik bir projeye dönüştüren değişken bir proje modelidir. Bu model ile ilgili bilimsel çalışmalar yapılmış ve modelin teknik işleyişi, bölgelere göre nasıl farklılaşacağı, köylü ile nasıl ilişkileneceği belirlenerek Bakanlık çalıştaylarında sunulmuştur.

Projenin üç boyutu vardır. Birinci boyut akademisyenlerin ürettikleri düşüncelerin sistematik biçimde derlenmesi ve projede kullanılması. İkinci boyut proje kapsamında kırsal alanda yapılacak faaliyetler. Üçüncü boyut ise yapılan çalışmaların tanıtımının yapılması ve hedef kitleye ulaştırılması.

Biraz açmak gerekirse SEEB-TR projesinde oldukça uyumlu bir çalışma ortaya koyan akademisyen ekipten bu projede olmak isteyenler ile çekirdek proje ekibi oluşmaya başladı. Daha sonra projeye katılmak isteyen ve uzmanlığı ile projenin kapsamını geliştirecek arkadaşlarımızı projeye davet ederek ekibi geliştirmeye başladık, hâlâ geliştirmeye devam ediyoruz. Biz özelikle genç ve dinamik bir proje ekibi oluşturup, konusunda uzman değerli ve deneyimli hocalarımızı da danışman olarak projemize dahil ediyoruz. Böylece kuşaklar arasında da güzel bir çalışma ve bağ oluşmasını, tüm bu birikimin sonucunda “Köyünü Yaşat” kitabını da hazırlamayı hedefliyoruz.

Projenin faaliyetlerine gelince; bizim bakış açımız köylü ile şehir insanının etkileşimini artırarak öncelikli olarak karşılıklı verimliliğin sağlanması. Şehirlerde yaşayan insanlar ne kadar köy ve kır özleminde olsa da kırsal alandaki insanlar da şehir olanaklarına bugün imrenerek bakıyor. Bizce gelecek, kırsal alanda güncel çağdaş gereksinimleri sağlanan ve şehirlerden kırsala kısa süreli de olsa kaçıp gelerek doğa ve gelenekleri ile buluşan modern insandır. Böylece bir apartmanda da otursa bir çocuk domatesi hep rafta görmeyecek dalından kopartabilecektir. Bu konuyu değerli ekip arkadaşımız Ergün Şimşek şöyle açıklıyor hazırladığımız sergide: “Yaşamak adına durmaksızın büyümek zorundadır kent. Varlığının gerekliliğini yerine getirecektir. O, içine alan ve yeniden içine almak için başkalaştırıp dönüştürdüğü içindekileri hizmetine sokandır. Yine öyle yapacaktır. Şehir büyüyecek, önce meyve ağaçları kesilecektir. Sonrasında ise briketten örülmüş evlerin betonarme apartmanlarla yer değiştirmesi uğruna, bir çift öküz ve birkaç dönüm tarla almaya biriktirilen paralar harcanacaktır. Gün gelir günler geçer. Ve artık, geleceğin vaatlerden aldığı gücü yitirdiği bu vakitte, geçmiş büyük bir teselli olarak çıkar ortaya. Böylece köylerini ilk bırakanlar dönüşün de ilk adımlarını atanlar olur. Yitirilen özü aramaya bulmaya dönülür. Domates, biber, tadı doğduğu yerde daha başka sebzelerin ayırdına varılır. Yıllara rağmen yıkılmadan kalmayı başarmış evler hâlâ serin, hâlâ soğuğa geçit vermez güçtedir. Binlerce yıllık deneyimin biçimlendirdiği mimari kimlik doğaya uyum sağlayan, insana uygunluk sunan büyülü gücünü bir kez daha gösterecektir. Kentlerin tükenmişliği içinde ararken insan sıhhatli bir nefesi onca uzaklara boşuna gitmiştir. İlaç doğduğu yerdedir. Ekolojik tarım, ekolojik mimarlık eko turizm... köye dair ne varsa bir zamanlar bir elin tersi ile geri itilen, değişik adlar modern kavramlar altında gelir yerleşir eller üstüne. Ve böylece köy yerinde yeni köy konakları yapılır kerpiçten, taştan, ahşaptan. Yaşam bir kez daha örülür terk edilmiş diyarlarda. Bu diyarları kentlerin yutmaması uğruna... Ve böylece geleneğin bir eli tutar yeni bir geleceği... Köy geleceği.” (Öğrt. Gör. Ergün Şimşek, Orta Anadolu Kerpiç Mimarisi Sergisi, MSGSÜ, 2013).

Bu eğilim ve düşünceler ile proje kapsamında düşündüğümüz faaliyetler de oldukça farklı yönde oldu. Özellikle faaliyetlerden önce bölge insanının hazırlanması gerektiğini biliyorduk. Pilot olarak seçtiğimiz bölgede yaklaşık iki yıla yayılan çalışmalar, insanların birleştirilmesi, yerel yönetimin projeye dahil edilmesi daha sonra yapılacak bütün çalışmalar için en önemli aşamayı oluşturuyordu. Projede, mimari koruma ve yenileme yöntemleri bölgeye özgü geliştirilmeye çalışılıyorken tarım, turizm ve başka etkenler dahil olmadan bu projenin başarısız ya da etkisiz olacağı, bir tiyatro dekoru olmasının önlenmesi ve yaşaması için bütün boyutların köyde var olması düşüncesi önemliydi. Bunun yanında sanatçının kırsal alanda düşünce üretmesi ve insanların sanatla etkileşmesi değişimi destekleyecek düşüncesindeydik. Üniversitemiz yaratıcı çocuklar, engelliler ve otistik çocuklar ile ilgili daha önce de birçok faaliyet gerçekleştirmişti; bu nedenle çocukların da projeye nasıl dahil olabileceğini araştırdık. Kaynak bulabilirsek Ropes Course rehabilitasyon parkuru planladık. Bunun bizim yapacağımız ilk köye canlılık getireceğini düşündük. Ayrıca bu yıl yapacağımız okul ve ev onarımlarından sonra bu alanları öğrenciler ve çocuklar için kullanabileceğimizi hayal ediyoruz. Daha sonra kendi öğrencilerimiz ve köylüler ile birlikte tarım faaliyetlerine geçeceğiz.

Elbette köye şehir insanını getirmek için çevre doğal kaynaklarından yararlanmasını sağlamak ve şehrine dönerken köyde üretilmiş ürünleri yanında götürmesi projenin temel fikri. Hem köylü hem de gelen şehirli için köyün köylünün elinden çıkmadan toparlanması, köyün ürünlerinin küçük özgün bir marka haline getirilmesi, kırsal alanın doğal güzelliklerini ve olanaklarının planlanması gerekmekte.

Pilot olarak seçtiğimiz ilk bölgede kerpiç dolgulu ahşap taşıyıcılı mimari egemen ve Türk evi kavramının basit kırsal örneklemelerini içinde barındırıyor. Ön alan çalışmalarında kerpiç ile ilgili sorunları belirledik. Proje ekibi ile kerpiç malzemenin bu sorunlu yanlarını nasıl geliştiririz yönünde çalışmalar yapıyoruz. Bunun paralelinde tipolojik sorunlara yaklaşımlar geliştirmeye çalışıyoruz. Alan çalışmaları gösterdi ki aslında insanlar bu ata yadigarı evleri yıkmak istemiyorlar, zorunda kalıyorlar.

Aslında ilginç bir yaklaşımla ilk faaliyetlerimize “Tekstil Tasarımı” ekibi ile başlıyoruz. Biz uygulamaya başlamadan 30 kişilik bir sanat ekibi kırsal alanda lif sanatı yapacak. Doğadan etkilenmelerini bir performansa dönüştürecek, sonra desen ve doku çalışmaları daha sonra da kıyafet tasarımları hazırlanacak. Böylece kırsal alanın etkileri projenin en sonunda sunulacak bir defilede kullanılacak. Sonra köye kent plancıları ve sosyologlar gidecekler onlardan sonra mimari uygulamalar öğrencilerimiz ile gerçekleşecek. Endüstri tasarımı öğrencileri ile kırsal obje tasarımları, içmimarlar ile köylüye verilecek bütün düzenleme projeleri hazırlanacak. Heykeltıraş sanatçılar ise bölgede bulunan mermer yataklarından gelen taşları köyün gereksinimi olan (çeşme gibi) işlevsel sanat eserlerine dönüştürecekler. Köylünün tarım atıklarından da bir sanat eseri çıkartılacak. Son olarak köylüler tarım ve markalaşma konusunda eğitilecek. Bütün faaliyetler sonunda bir sempozyum, belgesel, kitap ve sergiler ile proje tamamlanacak. 

Y.K. Enginöz: Projenin paydaşları kimdir? Bu proje bir araştırma projesi midir yoksa sektör ve kamu kurumları, bakanlıklar ile işbirliğiniz var mıdır? Kimler hangi kısımlarına dahil olmaktadır?

Ü. Arpacıoğlu: “Köyünü Yaşat” aslında bir Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörlük projesidir. Daha önce anlattığım SEEB-TR projesi sürecinde Rektörlüğümüz ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı arasında başlayan görüşmeler ve üniversitenin bu konudaki deneyiminin uygulamaya dönüştürülmesi isteğinin bir sonucudur. Sayın Rektörümüz Prof. Yalçın Karayağız bu konuda hassasiyetini göstererek MSGSÜ Yapı Uygulama ve Araştırma Merkezi yürütücülüğünde projenin gerçekleşmesini istemiştir.

Ayrıca GYODER, İZODER gibi sektörel derneklerin yanısıra yerel dernekler projeye destek veriyorlar. Ama asıl destek ve birlikteliğimiz projeye katılan beş üniversite ile olmaktadır. Projeye katılan her üniversitede çalıştaylar düzenlemekteyiz. “Köyünü Yaşat” projesinin kendi kurumsal kimlik çalışmasını üniversite kurumsallarından bağımsız yaparak herkesin daha rahat dahil olmasını sağlamaya çalışıyoruz. Yani bu yalnızca bir Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Projesi değil bütünleşik ve her geçen gün büyüyen bağımsız bir proje.

Projeye en fazla uygulamaya yönelik düşünsel desteği ise çözüm ortağımız olan kurumsal firmalar veriyor. Bazı malzeme üreticisi ortaklarımızla detay konusunda çözüm üretirken bazı ortaklarımız ile köy evlerinin konforunun gelişimine katkı sağlıyoruz. Biz bu kurumlar ile birlikte çok şey öğreniyoruz. Bu sürece bütün ilgili öğrencilerimizi de katmaya çalışıyoruz.

Kırsal alanların yenilenmesini, gelişimini kendisi için potansiyel gören bütün çözüm ortağı olabilecek firmaları projemize destek vermeye davet ediyoruz.

Y.K.Enginöz: Finansman ve sürdürülebilirlik modeli nasıl kurgulandı?

Ü. Arpacıoğlu: Projenin akademik çalışmaları ve bazı uygulama faaliyetleri MSGSÜ Bilimsel Araştırmalar Birimi ve MSGSÜ Yapı Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından finanse ediliyor. Öteki bütün finansman, çözüm ortağı firmaların faaliyetler için koydukları kaynak ve malzeme ile karşılanıyor. Özellikle bu projenin tanıtım ve prodüksiyon çalışmaları, öğrencilerin alan çalışmaları için gerekli finansmanın bulunması konusunda çalışmalarımız sürüyor. Bütünleşik faaliyetler içeren projenin devam ettirilerek ülke çapına yayılması için özellikle Kalkınma Ajansları’nı başarılı bir finansman kaynağı olarak düşünüyoruz.

Y.K.Enginöz: Benzer amaçla yola çıkan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kırsal dönüşüm projesi hakkında da kısa bilgi verebilir misiniz? “Köyünü Yaşat” projesi nasıl farklılaşıyor ya da bunların olası bütünleşmesi ileriki zamanlarda olabilir mi?

Ü. Arpacıoğlu: Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın kırsal dönüşüm hakkında birçok denemesi oldu. Bu çalışmaların bazılarında biz de, başka üniversiteler de destek verdik. Fakat süreç bürokrasiye ve politikaya geldiğinde işler değişiyor ve Türkiye’de herkes bildiğini okumaya devam ediyor. Biz ekip olarak daha önceki yılarda yapılan ve bakanlığa teslim edilen bütün çalışmaları her toplandığımız Bakanlık ekiplerine yeniden anlatmak zorunda kalıyoruz. Herkes iyi niyetli olsa da süreç tıkanıyor. Çünkü bu, bütünleşik birliktelik ve yaklaşım olmadan başarısız olması kesin bir süreç. Buna bir de koruma kavramı eksik bir kültür eklediğinizde kırsal dönüşüm; “köyleri yıkalım yerine küçük şehirler yapalım” noktasına geliyor. Zaten, ilçelerimizin küçük şehirler haline gelmiş köylerimizin de terk edilmiş olması, halkımızdaki bu algıdan dolayı değil midir? Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’mız ile “Köyünü yaşat” projemizi defalarca konuşmamıza ve birlikte “Kırsal Dönüşüm Çalıştayı” düzenlememize karşın yeterli destek alamasak da biz ümidimizi kesmiyoruz.

Y.K.Enginöz: MSGSÜ Yapı Uygulama ve Araştırma Merkezi kapsamında bu projenin öncülü olabilecek bazı projeler yürütülmüş. Bunlar nasıl bir veri sağladı ve nasıl bir yön oluşturdu?

Ü. Arpacıoğlu: MSGSÜ’de bu konuda oldukça fazla çalışma var. Üniversite olarak geleneklerimize bağlılığımız ve duyarlılığımız ile biliniyoruz. Bunların arasından bizim ekip olarak yaptıklarımız 2008 ve 2010 yıllarında Kayseri ve Balıkesir çalışmaları ile başlıyor. 2012-2013 yıllarında da yukarıda ayrıntısını anlattığım çalışmalar dizisini başlattık. Bu çalışmalarda yeni bir yaklaşım deniyoruz. İlk alan çalışmasını MSGSÜ Yapı Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde açılan staj kapsamında gerçekleştirdik. Daha sonra 2013 ECOWEEK kapsamında uluslararası bir atölye açtık. Kurduğumuz sistemin özelliği ise bir öğrencinin ürettiği fikri ve çalışmayı daha sonraki öğrencinin devam ettirmesidir. Stajda yapılan çalışmaların atölyeye daha sonra bir seçmeli derse daha sonra farklı çalışma platformlarına taşınarak geliştirilmesi sağlanıyor. Biz ekip olarak her çalışma sonrası sergi düzenlenmesine çok inanıyoruz. Böylece birçok insana ulaşabiliyoruz. Üniversitelerin de projeye katılımı ile her üniversitede bir çalıştay ve sergi planladık. MSGSÜ’de “Orta Anadolu Kerpiç Mimarisi” ve İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde “Geleneğin Bir Eli Tutar Geleceği” adlı sergileri gerçekleştirdik. Karadeniz Teknik ve Uludağ Üniversiteleri’nde de çalıştay planlandı. Böylece öğrencilerimiz ile birlikte projenin gelişimini sağlıyoruz. Bütün çalışmalarımızı köyünü yaşat facebook sayfasından duyuruyoruz. Böylece öğrenci ve halka daha yakından ulaşabiliyoruz.

Y.K.Enginöz: Son olarak pilot olarak seçilmiş bir bölge var mıdır? Burada gerçekleşecek proje için nasıl bir kapsam ve program oluşturdunuz? Bunu biraz yer seçimi gerekçeleriyle paylaşır mısınız? Burada daha önce köylülerle bir görüşme yapıldı mı? Katılımcılığı nasıl sağlayacaksınız ya da böyle bir hedefiniz var mı ve nasıl bir çalışma yöntemi belirliyorsunuz?

Ü. Arpacıoğlu: Pilot uygulama yapılacak yeri seçmeden önce kriterleri oluşturduk. Bizim için büyük şehirlerin arasında kalmış özgün kırsal mimariye sahip bölgeler ve yeni yapılan ulaşım hatları önemliydi. Bu hatlar ve büyük şehirler bu bölgeler için hem olanak hem de risk demekti. Bir başka etken doğal güzelliklerin bir turizm kaynağı yaratması ve bölgenin yerel yönetiminin bu iş için istekli olması. Bilecik bölgesinde ve Kastamonu Küre’de çalışmalar yapıldı. Çalıştaylar düzenlendi. Daha sonra “Köyünü Yaşat” projesinin odağını göç veren ve Bursa, Eskişehir, Ankara ve İstanbul  gibi büyük şehirlerin arasında kalan Bilecik’e çevirdik. Yeni yapılan hızlı tren, duble yollar ve bunun yanında Sakarya Nehri, doğal güzellikleri bizim dikkatimizi çekti. Bu bölgeyi eskiden beri izliyorduk. Bozulmaların başlaması, bu bölgede Hımış sistemin olması, plan tipolojisi olarak orta sofalı köy evlerinin bulunması bu bölgeyi ele almamızı sağladı. Ayrıca bu bölge içinde Gölpazarı ilçesini seçtik. İlçede daha önce askeri eğitim tesisleri bulunması bölgeye ekonomik bir kazanç sağlarken bu tesislerin kapanması ile ilçe sıkıntılı bir duruma düşmüştü. Köylerin ekolojik tarım ve alternatif turizm potansiyelleri kullanılarak ilçeye yeni bir gelir, canlılık getireceğine inandık. Bilecik Gölpazarı ilçesine bağlı  Tongurlar ve Kurşunlu Köyleri öncelikli çalışma alanlarımız oldu. Bölgede bulunan doğal taş kaynaklarını da projemizde kullanabileceğimiz çözümler arıyoruz.

Projemiz ile ilgilenen bütün katılımcı ve destek sağlayabilecek çözüm ortaklarını bizimle iletişim kurmaya davet ediyoruz. “Köyünü Yaşat” projesini destekleyen herkese teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Reklam Goruntulenme Bolumu