Köpeksiz Köyde Konut (I)

Mimarlık yaşamım boyunca konut konusunun değişik yorumlarla algılandığına tanık oldum.
1950'lerde eğitim gören kuşaklar için tek ev dışında, konut denilince apartman düşerdi usa. İlle de “Şişli' de bir apartman” değildi bu…
“Kat Mülkiyeti Yasası” ile birlikte, bütün büyük kentlerimizde “mal” üretimine konu olan apartmandı…
Bunları çizen mimarlara da “apartmancı” denirdi, azıcık da küçümseyerek…
Doğru dürüst işler yok muydu bu alanda?
Olmaz olur mu?
Örneğin Seyfi Arıkan’ın Üçler Apartmanı değil miydi bize hep örnek gösterilen?
Kente göçün gerçek nedenleri, göçenlerin kentteki sorunları, konutları, daha doğrusu gecekonduları üzerine düşünmek bile, bilinen bir nen değildi.
Oy avcılarının seçim sözlerine bağlı olarak yasal olmayanı yasal duruma getirmek için imar planı yapma evresi de 1950’lerle başladı.
1960’lar, toplum üzerine, insan hakları, emek üzerine düşünmenin başladığı dönemdi bir bakıma…
Bu dönemde anahtar sözcük “sosyal konut” idi.
Yalnız hükümetler katında değil mimarlık okullarında da baş konulardan biriydi sosyal konut…
Gene de devlet eliyle gerçekleştirilenler yüzde 3-5 düzeyindeydi konut üretiminde. Oysa gecekondu, yüzde 50’lere ulaşmıştı. Giderek, örneğin Ankara’da yüzde 70’leri buldu ya… Gecekondudan sonra apartman üretimi alıyordu sırayı…
Ama özellikle devlet eliyle apartman üretimi öyle sıradanlaştı; öyle kötü, özürlü mal düzeyine düşürüldü ki…
Avusturyalı Ressam-Düşünür Hundertwasser “Gecekondunun insan yinine yaptığı kötülükleri, apartmanlarınızın insan tinine yaptığı kötülüklere yeğlerim” diyordu.
(1960’ların ortalarından başlayarak ben de “beton kovuklarınız” demeğe başlamıştım. Apartman yaşamının insana yakışmadığını, hele bizim yaşama kültürümüze uymadığını anlatmağa çalıştım hep…)
En iyi para kazanma yollarından biriydi apartman yap-satçılığı. Bu girişimcilerin el uzantıları da mimarlardı...
Bu iş arsa ölçeğinde yürütüldü başlangıçta… Gitgide ada (parseller toplamı) ölçeğine genişledi… Derken sıra, gecekonduların kaçak inşaat üretimine dönüşmesine geldi. Şimdilerde “Kentsel Dönüşüm” şaşırtmacasıyla kent parçaları üretmeye dek vardı…
Kişisel girişimden aile girişimine, ortaklıklara, “şirket” lere dönüştü…
İmar tasarları, bu alanların tüketimine göre düzenlenir, değiştirilir oldu…
Artık ne orman dinliyorlardı apartman-konut soyguncuları (“gangsterleri”) ne de su toplama alanları… Başkalarının sağlığı onları hiç mi hiç ilgilendirmiyordu. TV'ler, renkli basın bunların reklamlarıyla doldu taştı. Kimseler bunlara “dur” diyemedi, diyemiyor…
Konut, elbette yaşama kültürüne dayalı bir sonuç olmalıydı oysa… Devletin vatandaşlara karşı sorumluluğu olarak hele tecim konusu hiç olmamalıydı.
Bu konuyu sürdüreceğim.