Ne zaman TL değerlense kur tartışması alevleniyor. Basitleştirirsek, bir
yanda anti-enflasyon lobisi var, karşı tarafta düşük değerli TL lobisi. İlki
kuru kaale almıyor, diğeri adeta ülkenin kaderini kura bağlıyor. Hangi lobinin
tarafında olduğumu merak ettiğinizi tahmin ediyorum. Bitaraf olanların bertaraf
olma riski taşıdığı bir ortamda, taraf tutmakta yarar olabilir. Bu, tabii işin
şakası. Şaka olmayan yan ise kur tartışmasında taraf tutmanın nesnel güçlükleri.
Her iktisat sorunu, amaçlar, araçlar ve bunlar arasında karşılıklı etkileşim
yumağından oluşur. Kur sorununda bu yumak ne yazık ki bir hayli karmaşık.
İlk olarak kur rejimi seçiminin açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Başta Çin
olmak üzere pek çok Asya ülkesi, kurun şu veya bu şekilde kontrol edildiği kur
rejimlerine sahipler. Asya ekonomilerinin çoğunda yerli paranın değeri düşük ve
bu sayede ‘haksız' rekabet gücüne sahipler. Düşük değerli TL lobisi uzak Asya'ya
bu nedenle gıptayla bakıyor. Ama Asya'yı taklit etmek hiç de kolay değil.
Asya ülkelerinde enflasyon, ticaret ortakları gelişmiş ülkelerin
enflasyonuyla aşağı yukarı aynı düzeyde. Oysa enflasyon geçmişe kıyasla düşmüş
olsa da Türkiye'de ticaret ortaklarının yüzde 6 puan kadar üzerinde. Nominal kur
bu farkı kapatacak kadar yükselmediği ölçüde TL değerleniyor. Enflasyon farkı
biriktikçe ihracatçı firmaların kâr marjları düşüyor. Bu konuda Betam'ın dün
yayımladığı araştırma notuna (Türkiye'de kur bilmecesi, AN 10/86) göz atmanızı
tavsiye ederim.
Enflasyon farkını sistematik ve iradi olarak bertaraf etmek için yarı-sabit
(kontrol edilen) kur rejimi gerekir. Böyle bir rejimi Türkiye geçmişinde denedi
ama başarılı olamadı. Finansal krizler bu tür rejimlerin kredibilitesini yok
etti. Diyebilirsiniz, bunlar geçmişte kaldı, enflasyon düştü, mali disiplin tam
olmasa da güven altında, dolayısıyla yarı sabit rejim yeniden denenebilir. Ancak
böyle bir denemeye kalkışmadan önce azalmış olsa da mevcut kredibilite açığını
kapatmak için rezerv sorununuzun olmaması gerekir. Halen 70 milyarı aşan resmi
rezerv miktarı geçmişe kıyasla yüksek sayılır ama yarı sabit kuru savunmak için
yeterli değildir. Rezerv sorununu aşmanın en garantili yolu, dengeli dış
ticarete sahip olmaktır. Oysa Asya ülkeleri yapısal olarak dış ticaret
fazlasına, Türkiye ise dış ticaret açığına sahiptir.
Naçizane kanaatim, mevcut koşullarda esnek kur rejiminin Türkiye için tek
seçenek olduğudur. Enflasyon ancak bu rejim altında aşağıya çekilebilir; çünkü
enflasyon hedeflemesi ancak bu rejim altında yapılabilir. Eğer enflasyonu
ticaret ortaklarımızın enflasyonları ile eşitlemekten vazgeçerek daha hızlı
sanayileşme gerçekleşebilir diyorsanız, gerekçelerinizi dinlemeye hazırım. Ama
izleyebildiğim kadarıyla düşük değerli TL lobisinin ne sözcüleri ne de
iktisatçıları böyle bir strateji değişikliği önermiş değiller.
Bu durumda, büyüme için şart olan rekabet gücünü sağlamak için esnek kur
rejimi altında enflasyonla mücadeleyi sekteye uğratmayacak çareler aramak
gerekiyor. İki temel silahımız var. Para ve maliye politikası bileşimiyle üretim
maliyetlerine ve ihracat fiyatlarına yönelik yapısal politikalar. Yüksek
enflasyon-yüksek nominal faiz sıcak parayı cezbediyor ve reel kur artıyor.
Küresel kriz uluslararası faizleri düşürerek Türkiye'ye büyük bir fırsat sundu.
Halen reel faizler yüzde 1-2 arasında. Para politikası gevşek sayılır. Daha da
gevşetmek için yüzde 7 olan politika faizinin enflasyon beklentilerin altına
çekilmesi gerekecek. Böyle bir hamle, orta vadede enflasyonu artırmaz mı? Bu
sorunun ikna edici yanıtlarını henüz duymuş değilim. Eğer mali kural çıkmış
olsaydı, maliye politikasının enflasyonla mücadeleyi desteklemeye devam
edeceğine dair güven artacağından, politika faizi bir miktar düşürülebilirdi.
Geriye yapısal politikalar kalıyor. Başlı başına araştırma ve tartışma
konusu. Bir an önce bu alanda bir strateji ve öncelikli politikalar paketi
oluşturmak gerekiyor.