Kurban Satış Yeri Değil Müze Olsun!

Zengin sınıfın kendisine ait olduğunu özellikle vurgulama tavrı ile sanat eserleri ve hiç de kendisine ait olmayan tarihsel mirası dilediği gibi kullanma hegemonyasına karşılık, sanatla gerçekten ilişkili olanları ayırdığınızda, sırf kendi çıkarları için destekleyenler ve gerçekten sanatı sevenleri kaba hatları ile iki grupta toplayabiliriz. Son birkaç yılda üst üste açılan (İstanbul'da şirket ya da aile merkezli) müzeler, sanatçıları ve toplumun sanatla ilgili geniş çevrelerini pek memnun etmeseler de müze ve müzecilik kavramlarına yeni bir bakış getirmeleri ve sanatla ilişkilerini tersten okuyabilme açısından önemlidirler.

Modern mabetler
Dünyada artık 'müze' kavramı sanatın modern mabetleri olarak adlandırılmakta ve bu modern mabetlere yöneltilen eleştirilerde özellikle aidiyet, yüksek sanat/kültür ve bu kavramların dışında kalanlar olarak farklı bir tartışmaya yönelmektedir. Böylesi bir süreçte özellikle bu kurumlaşan mekânların birilerinin eline geçmesi pek de sevindirici olmasa gerek.

İstanbul Modern'in açılışı ve hemen öncesinde yaşananları, hükümet girişimleri ile kısa sürede eksikliklerin nasıl öncelikli bir sorun olarak tamamlandığını ve devlet protokolü eşliğinde açılışa yetiştirildiğini hatırlarsanız; ama maalesef bu ilginin küçük bir bölümü bile yıllarca kendi kaderine terk edilen Devlet Resim Heykel Müzesi'ne gösterilmemişti.

Bu ilgisizlik, hem sanat aşkı ile yandığını her daim dile getiren 'zengin zümre' hem de müze açmanın önemsenmesi gerektiğine yapmış oldukları önemli katkılarla destek olan devlet kurumları tarafından seyirlik bir hale dönüşmüştü. Nihayet geçtiğimiz aylarda gerekli destek bulunabildi de önemli koleksiyona sahip olan bu müzenin restorasyon çalışmalarına başlanabildi.Artık şemsiye ile çatısı olan bir müze gezilmeyecek.

Ankara Çağdaş Sanatlar Müzesi
Benzeri bir durum ise yaklaşık on yılı aşan ve gelinen nokta da tam da Türkiyelik bir manzaraya dönüşen Ankara Çağdaş Sanatlar Müzesi' inşaatının başına gelenler. Biraz önce bahsettiğim ayrışmanın ikinci ayağını, yani gerçek sanat sevenleri ile çalışmaları devam ettirilmeye çalışılan Türkiye'nin başkentine yakışır müze inşaatını Ressam Turan Erol'a sordum. 1955 yılında Ankara'da ilk galerinin açılması ile biraz da 'kermes' havasında düzenlenen sergiler, DTCF'nin girişindeki camekân bölme ve Türk-Amerikan Derneği zorunluluğundan kurtulmuştu.

Henüz girdiğimiz 2008'in başında, başkentteki müze çalışmalarının hangi aşamaya geldiğini Turan Erol'un sözleri ile aktarıyorum;

"Ankara'nın önemli bir sorunu da yaşayan bir 'çağdaş' sanat müzesinden yoksun oluşudur. Bu yalnız Ankara'nın değil Türkiye'nin de büyük bir eksikliğidir. İstanbul'da sanayi, iş ve sermaye dünyasının sanat alanına vakıflar ve özel fonlar oluşturarak yaptığı yatırımlar ve kurduğu müzeler çağımızın gidişine uygun ve sevindirici gelişmelerdir. Bununla birlikte belirtmek gerek, özel müzelerin, ülkenin tüm sanat birikimini ve potansiyelini ele almak ve kayda geçirmek, ülkenin sanat hayatında tarafsız ölçüt oluşturacak bir sıralama ve değerlendirme yapmak gibi bir zorunluluğu yok... Bu görev ulusal müzelere düşer. Bu nedenle bir an önce üç büyük kentimizde bir zamanlar gayretli, yapıcı bazı aydınlarımızın ve kamu görevlilerinin çabalarıyla kurulmuş bulunan, ama arkadan gelen yöneticilerin bir türlü sürekli işlerlik kazandıramadığı devlet resim ve heykel müzelerimizin eksiklerinin bir an önce tamamlandığını, teknik ve fiziki sorunlarının giderildiğini ve halkımızın yararına sunulduğunu görmek istiyoruz."

Umarım bu yazıyı kültür bakanı ya da başbakan okur ve yazıyı dikkate alırlar. Yoksa onca yapılan çalışma, zaman, emek, harcama boşa gidecek ve gelinen aşama pazaryeri ya da kurban satış yeri olarak sonlandınlacak.