İngiltere’nin ünlü müzayede evi
Sotheby’s’in Türkiye’de bir şube açması ve Mart 2009’da
Londra’da düzenlediği Çağdaş Türk Sanatı Müzayedesi’nde
Mübin Orhon, Fahrelnisa Zeid, Taner
Ceylan, Erol Akyavaş gibi sanatçıların yapıtlarının
yüksek fiyatlara satılması birkaç soruyu da beraberinde getirdi. Bunlardan ilki
bu dünyaca ünlü müzayede evinin Türkiye’deki modern ve çağdaş sanata ilgisinin
neden birdenbire ortaya çıktığına ilişkindi.
Aslında Sotheby’s Türkiye’de ilk kez 9 Aralık 1990’da çağdaş Türk sanatı
konulu bir müzayede düzenlemişti, ancak KÜSAV (Kültür ve Sanat
Varlıklarını Koruma ve Tanıtma Vakfı) yararına düzenlenen bu müzayede
ticari bir nitelik taşımıyordu. Yaklaşık 20 yıl sonra sanat ortamının o yıllara
oranla çeşitlendiği, uluslararası ortamda görünürlüğün azımsanamayacak denli
arttığı göz önüne alındığında, bugünkü durum şaşırtıcı olmasa gerek.
Ayrıca, Sotheby’s ile birlikte dünyanın en büyük iki müzayede şirketinden
biri olan Christie’s’in de 2008 Ekim’inde ve 2009 Nisan’ında Dubai’de
gerçekleştirdiği müzayedelerde çağdaş Türk sanatından yapıtlara yer verdiğini
unutmamakta yarar var.
Ancak bu neden, yani uluslararası ortamda görünürlük, yine de kafamızda
beliren soruları tümüyle yanıtlamıyor; aksine ulusal sanat piyasasında olup
bitenlere ilişkin birtakım soruları da beraberinde getiriyor. Sotheby’s
yetkilileri, müzayelerde yer alacak sanatçılar ve yapıtları hangi ölçütler ve
stratejilerle belirliyor? Fiyatlandırma nasıl gerçekleşiyor? Sotheby’s Ortadoğu
Stratejik İş Geliştirme As Başkanı Ali Can Ertuğ’un müzayede
öncesi verdiği bir röportajda, 1980-90 yılları arasını “ölü bir dönem”
olarak nitelemesi, sanat ortamını manipüle etmeye yönelik bir tanımlama
olarak görülebilir mi?
Bu müzayedelerdeki alıcı profili nasıl? Küresel anlamda stratejik
planlamaları olan bu müzayede evlerinin yüzlerini Türkiye’deki sanat ortamına
çevirmeleri bir gereklilikten mi doğuyor, yoksa uluslararası sanat ortamında son
yıllarda iyiden iyiye kendini gösteren üçüncü dünya ülkelerine yönelik trendden
mi kaynaklanıyor?
Öte yandan, bu yönelimi, Türkiye’deki sanat ortamının küreselleşen sanat
ortamına eklemlenmesinin bir parçası olarak değerlendirebilir miyiz?
Uluslararası şirketlerin Türkiye’deki çağdaş sanata ilişkin bu tavrı ulusal
müzayede evlerine nasıl yansıyor, iç pazarı nasıl etkiliyor? Ve tabii en
önemlisi, bu satışların sanat ortamına katkısı nasıl? Bu soruları çoğaltmak
mümkün.
Yeni bir sanat mevsiminin başladığı, önemli modern ve çağdaş sanat
sergilerinin birbiri ardı sıra açıldığı, Uluslararası İstanbul Bienali’nin
başlamak üzere olduğu bugünlerde, bu ve benzeri soruları konunun uzmanlarına
sorduk. (Sorularımızı Galerist’in sahibi Murat Pilevneli’ye de yönelttik, ancak
asistanından kendisinin sorularımızı yanıtlamak istemediğini öğrendik.) Bu
arada, konuyla ilgili bazı soruları Sotheby’s yetkililerine de yönelttik, Çağdaş
Türk Sanatı müzayedesini düzenleyen bu dev kuruluşun yaklaşımını öğrenmeye
çalıştık.
‘Sotheby’s Türk alıcıya göz kırptı’
Raffi Portakal (Portakal Sanat ve Kültür Evi)
Sotheby’s örneğinde olduğu gibi, Türk resminin Batı’ya açılması elbette ki
faydalıdır. Zaman içinde bienallerde, fuarlarda veya müzelerde yapılacak
sergiler, Türk resminin tanıtılmasının diğer kaçınılmaz ve gerekli
faktörleridir. Son Sotheby’s satışı, kanaatimce, yurtdışındaki piyasadan çok
yurtiçindeki piyasayı etkiledi. Fiyatların yukarıya doğru tırmanmasına yardımcı
oldu. Bunun sebebi, muhtemelen, Türk koleksiyoncuların Londra’daki
müzayedelerdeki eserlerin yabancı koleksiyonerler, müzeler tarafından alındığını
zannetmeleriydi. Bugüne kadarki deneyimlerime baktığım zaman, sanatın hangi
dalında olursa olsun fiyatların baş döndürücü hızla yükselmesinin yakın
gelecekte bir durgunluk ve düşüşe yol açacağını düşünüyorum. Bu bakımdan, çağdaş
sanat piyasasındaki hızlı fiyat yükselmelerini endişeyle izliyorum. Bence, fiyat
politikası bakımından sağlıklı olan, fiyatların sürekli ama daha yavaş
yükselmesidir. Doğal olarak, bir yabancı müzayede kurumunun esas işi para
kazanmaktır. Bence, burada Sotheby’s Türk resmini tanıtmak yerine, Türk
koleksiyoncular ve alıcılara göz kırpmıştır.
‘Çok olumlu buluyorum’
Turgay Artam (Antik AŞ)
Yurtdışındaki müzayede firmalarının ülkemiz sanatçılarına ilgi göstermesi ve
özel satışlar düzenlemesini çok olumlu buluyorum. Bu tür satışlarda müzayede
firmasının kendi müşterisine hitap eden, satabileceğini düşündüğü eserlere yer
vermesi ve kendi tecrübesine göre fiyatlandırması çok doğal. Yurtdışında
düzenlenen bir müzayedenin çağdaş Türk sanatının tüm yönlerini yansıtmasını
beklememek gerekir. Sonuçta bu sadece ticari amaçlı bir organizasyondur ve
satışı hazırlayan uzmanlar ve danışmanların çoğunun piyasa koşullarındaki
fikirlerini yansıtır. Yurtdışında Türk eserlerini kolay bulamama ve bulunan
eserlerin taşınma zorlukları gibi etkenler de eklenince satışa sunulan eserlerin
kısıtlı sayıda olması da çok doğaldır. Burada önemli olan, Türk sanatçısı ve
sanatına uluslararası piyasalarda bir şekilde yer veriliyor olmasıdır. Antik AŞ
olarak öncelikli amacımız, Türk sanatı ve sanatçısının uluslararası piyasada hak
ettiği yere gelmesidir. Son yıllarda müzayedelerimizde gerçekleşen rekor
satışlar dünya piyasasında da yankı bulmuş ve bunun sonucunda Türk alıcıların
sahip oldukları potansiyel fark edilmiştir. Uzakdoğu çağdaş sanatındaki müthiş
yükselişi oldukça geç fark eden dünya sanat tacirleri henüz yolun çok başında
olan Türk sanat piyasasına geç kalmadan girebilmek için adımlar atmaktadırlar.
Ülkemiz sanatının en büyük ihtiyacının da bu tür girişimler ve yenilikler
olduğunu düşünüyorum. Londra’da yapılan müzayede öncesi ve sonrasında Türk
sanatı hakkında uluslararası basında çıkan makaleler bile ülkemiz piyasası için
çok sevindiricidir.
‘Dikkat çektiği için olumlu’
Yahşi Baraz (Galeri Baraz)
1- Uluslararası müzayede şirketleri 1990’lı yıllardan itibaren Türk sanat
ortamıyla ilgilenmeye başladı. Özellikle çağdaş sanat yapan sanatçıların
seçildiği bir durum söz konusu ve eserleri pahalı sanatçılarla çalışmak
istiyorlar.
2- Burada büyük bir yanılgı var. Türkiye’de çağdaş resim en önemli ivmesini
80 ile 90 arası yapmıştır. Ömer Uluç gibi, Erol Akyavaş gibi, Burhan Doğançay
gibi ve daha birçok sanatçı en verimli ve en hırslı dönemlerini 1980-90 arasında
geçirmişlerdir. Bana öyle geliyor ki Ali Can Ertuğ bu demeci araştırma yapmadan
vermiştir.
3- 2000 yılından itibaren dünyada sanat merkezleri çok kutuplu olmuştur.
Bunun başını da Çin çekiyor. Hindistan, Güney Kore, Japonya gibi ülkeler de
bunlar arasında sayılabilir. Bu çok kutupluluk da uluslararası müzayede
firmalarının ilgisini çekti. Özellikle Çin’de 45-50 yaşlarındaki sanatçılar
yapıtlarını 10 milyon dolara kadar satma olanağı buldular. Türkiye, İran ve
Ortadoğu ülkelerinden de geride kaldı. Yakın zamanda büyük bir artış
yakalayacağını da düşünüyorum.
4- Evet, kesinlikle eklemlendirebiliriz ama sadece açık arttırma merkezleri
ile dünya sanat ortamına girmek yeterli değildir. Galericilerin de uluslararası
fuarlara katılması, yeni uluslararası projeler geliştirmeleri gerekir.
5- Türkiye’deki çabalar tabii küçümsenemez, fakat Sotheby’s, Phillips de Pury
ve Christie’s gibi uluslararası müzayede evleri Türkiye’de şubeler açarlarsa
buradaki müzayede şirketlerinin ekonomik durumu sarsılabilir. Daha sistemli ve
daha büyük bütçelerle çalışan yabancı müzayede evlerinin handikapı kendi
ekipleri ile gelip Türkiye’yi tanımadan çalışmaları. Böyle davranırlarsa büyük
başarısızlığa uğrarlar.
6- Çok dikkat çektiği için olumlu. Tekrar edilmesi de Türk sanat ortamında
fiyatların yükselmesini sağlayacaktır.