Theodosius Limanı’nın kalıntılarının bulunduğu
Yenikapı Langa’da Marmaray Projesi’nin ana
transfer noktası inşa edilecek. Langa (Vlanga) Rumca “dışarısı” anlamına
geliyor. Lykos deresinin dolan ağzı surların dışında kaldığı
için böyle adlandırılmış. Yenikapı Langa’da bulunan gemi kalıntıları bugüne
kadar dünyada bulunan en büyük Roma limanına ait. İstanbul 4. yüzyılda Roma’nın
başkenti olduğunda Afrika’dan kente buradan hububat taşınmaya başlanmış.
Marmaray kazılarında bugüne kadar tam 33 gemi kalıntısı ortaya çıkarıldı. Bu
sayının daha da artması bekleniyor.
Olağan durumlarda kazılarda binalar, taşlar ve keramik malzemeler öne çıkar.
Burada ilginç olan, gemilerin içine gömüldüğü dere milinin organik malzemeleri,
yani ahşabı, kemiği, tekstili, deriyi korumuş olması. Bu açıdan buluntular
önemli, kentin gündelik hayatı, Akdeniz kentleriyle olan ilişkisi, tahıl
ithalatı, ticaret tarihi, gemicilik teknolojisi, beslenme alışkanlıkları, kentin
sosyal örgütlenmesi, kullanılan eşyalar hakkında önemli bilgiler veriyor.
Limanın çevresinde ambarlar, evler, fırınlar, saraylar, kiliseler inşa edilmiş.
9. yüzyıldan sonra önemini yitirince Lykos deresinin getirdiği alüvyonlarla
dolmuş, tarım alanı haline gelmiş. Burada yetişen hıyarlar çok iri olduğu için
semtin adıyla anılmış. Şu Langa hıyarının İstanbul’a yaptığına bakın. Ana
transfer merkezi için yapılan kazılarda liman kalıntılarının altından bir de
neolitik yerleşim alanı çıktı.
Arkeolojinin nasıl bir yaratıcı ve öğretici iş olduğunu anlamak için Langa’ya
bakmak yeterli. Hıyarlarıyla meşhur Langa’da muazzam Roma limanından sonra deniz
seviyesinin 6-7 m. altında bir de geç neolitik (taşdevri) yerleşim alanının
bulunması ve bunun işaret ettikleri benim bu algımı tamamen değiştirdi.
Langa’nın altında MÖ 5000’li yıllara uzanan bir tatlısu tabakası bulunmuş.
Burada bir tatlısu tabakası olduğunu nasıl anlıyorsunuz diye soruyorum,
arkeologlara güvenmediğimden değil, hayal görmediğimden emin olmak için. Bunun
bir yöntemi varmış. Bir tür biyo-arkeoloji gibi bir alandan söz ediliyor. Bu
tabaka içinde yaşayan canlıların türünden bu rahatlıkla anlaşılıyormuş. Burada
jeologlar, biyologlar, veterinerler, hatta mimarlar birlikte çalışıyor. Langa
kazıları İstanbul için, İstanbul halkı için asıl zenginleşmenin nerede
olabileceğini göstermiyor mu?
Marmara ve Karadeniz gölken
Kazılar sırasında bulunan tatlısu tabakası, o yıllarda Marmara ve
Karadeniz’in (Hazar’la birleşik) bir göl olduğunu gösteriyor. Bu kalıntılar
Marmara’nın göl olduğu, İstanbul ve Çanakkale boğazlarının henüz açılmadığı
tarihlere işaret ediyor. Burada 8500 yıl öncesine uzanan mezarlar, kürek, mızrak
gibi eşyalar çıktı. Muhtemelen o tarihlerde İstanbul sakinleri bir göl kenarında
yaşıyordu. Marmaray projesi nedeniyle burada çalışan, kazı alanının yaklaşık beş
metre ilerisinde her gün dükkanını açan esnaf, burada yaşayan halk henüz bunu
bilmiyor ama bir de geleceği düşünün. Şimdi Langa’nın yarattığı fırsatlara bir
bakalım: Doğal olarak arkeoloji ile ulaşım programı arasında bir çelişki
yaşanıyor. Arkeolojik kazıların uzun sürmesi ve zamanlamanın önceden
kestirilememesi bir sorun gibi görülebilir. Ancak kazılar gayet başarılı bir
şekilde yönetiliyor ve yapılması gerekenler yapılıyor. Dolayısıyla bu projenin
yönetimi İstanbul için önemli bir kent deneyimi oluşturuyor. İkinci önemli konu
da, seçici kültür mirası kavramı ile ortaya çıkan arkeolojik kalıntıların
küresel ilgiye açılması meselesi. İstanbul’un geçmişi hâlâ kentin 20. yüzyılın
devletçi ideolojisi tarafından bastırılmış durumda. Bu nedenle “İstanbul’un
Fethi” gibi ideolojik temalar siyasal açıdan öne çıkıyor. Bu aynı zamanda kent
halkıyla yaratıcı bir ilişki kurulmasını engelliyor. İdeoloji, bir taraftan
halkla ilişki kuruyormuş gibi gözükürken, iletişimi de sıfır noktasına
indirgiyor, kentin enerjisini boşaltıyor. Ancak bu gerilim de İstanbul halkının
lehine. Böylece ideoloji ile kentsel deneyim arasındaki çelişkiler dönüşümün
nerede ve nasıl olacağını gösteriyor. Nihayet üçüncü sorun da, Marmaray sonrası
bölgenin yaşayacağı değişimin, burada yaşayan halkın üzerindeki etkilerinin
tartışılması ve katılımcı bir projenin gerçekleştirilmesi. Bugünkü kentsel
dönüşüm modeli, mekâna müdahaleyi yalnızca fiziksel bir konu olarak ele alıyor.
Bölgede yaşayan insanların, küçük esnafın yerlerinden olmaları söz konusu. Oysa
projenin başarısı burada yaşayan halkın katılımı, kentin enerjisinin kullanım
biçimiyle ilişkili. Dolayısıyla bu projeyi 20. yüzyıldan kalan imar planı yapma
modeliyle yönetmek mümkün değil.
Langa’da kentin geleceği yazılıyor
Saskia Sassen “Sanatçı yerel ve sessiz olanı devreye sokar, böylece onu
okunur kılar, ona mevcudiyet kazandırır” (1) diyor. Acaba Yenikapı’daki mimari
projelendirme süreci böyle bir deneyime aracılık edebilir mi? Marmaray projesi,
sonuçta teknolojik olarak bütün gelişmişliğine, yenilikçi görünümüne rağmen,
yönetim biçimi olarak 20. yüzyılın kenti modernleştirme modelinin bir örneği
(kalıntısı). Şu anda İstanbul’un en önemli sorunu, onun nasıl 21. yüzyıla,
bugüne taşınacağı. Yenikapı Transfer Noktası Projesi, kurumsal
bir işbirliği süreci başlatabilir. Bunun için projeyi entegre bir yönetim
modeline taşıma ihtiyacı var. Böylece arkeolojiyle mimarlık birbirine rakip
konular olarak değil, aynı yaratıcı programın içinde ilişkilenebilirler. Ama
daha da önemlisi Marmaray sonrası, yani yaklaşık 10 Boğaz Köprüsü kadar yolcuyu
iki yaka arasında taşıyacak ulaşım sistemi hayata geçerken, daha katılımcı bir
yönetim deneyi yaşanabilir.
Bugün kentte yaşadığımız çelişkilerin aşılması için Langa bir fırsat sunuyor.
Çünkü Marmaray projesi her açıdan, kültür mirasının korunması problematiği,
ulaşım, yerleşim alanlarının iyileştirilmesi, kentli hakları ve katılım
açısından kentte yaşanan problemlere bir örnek oluşturuyor. Türkiye’de ilk defa,
bu tür bir proje yönetim deneyimi yaşanacak. Yalnızca dar bir perspektiften
bakılarak yapılacak istasyon binaları, otoparklar veya müze binası ile
yetinilmeyecek. Programın tümü yaratıcılığa açılacak. Bugün gerçekleştirilen
tartışmalar ve yayınlarla birlikte, daha önce hazırlanan projeden vazgeçildi.
Sormak istiyorum: Bugünlerde kentte bundan daha önemli bir gelişme oldu mu? Bu
deneyim 20. yüzyıl kent yönetimi modelinin de yenilenmesine yol açabilir. Eğer
2010 kapsamında bu proje başarılırsa, İstanbul için yeni yönetim deneyleri için
bir kapı aralanmış olacak.
1. Saskia Sassen, Küreselleşme ve Değişim Tedirginliği: Tasarım Nereye
Gidiyor? Genişleyen Dünyada Sanat, Kent ve Siyaset, 9. Uluslararası İstanbul
Bienali’nden Metinler. Sayfa 133, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı,
2005