Metrobüs İzlenimleri



Zincirlikuyu – Söğütlüçeşme metrobüs hattının hizmete girmesi, özellikle benim gibi her gün iki kıta arasında gidip gelen İstanbulluları oldukça heyecanlandırdı. Tek yönde ortalama 1,5 saatten, gününün 3 saatini yollarda geçiren herkes metrobüs açılışını dört gözle bekliyordu. Ben de bu sabah vapur yerine metrobüsü kullanmaya karar verdim ve sonunda gördüm ki, beklediğim "mucize" gerçekleşmemiş. Zira ofisime sadece 3 dakika erken varabildim.

"Deniz kentinde deniz ulaşımı kullanılır" lafını kendine slogan edinmiş ve özellikle zirve saatlerde köprülerde yaşanan trafik yoğunluğundan sıtkı sıyrılmış biri olarak, evden işe giderken vapuru, işten eve dönerken de deniz otobüsünü kullanıyorum. Deniz ulaşımının kendine göre bazı "lüks"leri de oluyor elbette. Sabahları Kadıköy İskelesi’nden bindiğim vapurda kendime zar zor bir yer bulduktan sonra çayımı içebiliyorum örneğin. Ya da vapura göre daha konforlu olan deniz otobüsünde akşam haberlerini izliyorum. Bütün bu konfora rağmen yine de günümün 3 saatini yollarda geçiriyor olmak çok eğlenceli değil.

Zamanın kıymetini iyi bilirim ve sık sık yollarda geçirdiğim 3 saatte neler yapabileceğimi düşünürüm. Bu süreyi en aza indirmek benim için –ki büyük kentlerde yaşayan herkes gibi- oldukça önemli. Bu nedenle Asya ve Avrupa arasında metrobüs hattı açılacağını duyduğumda gerçekten umutlandım ve açılış tarihini beklemeye başladım. Açılış için Şubat ayı denmişti ama sonunda metrobüsümüze bir ay gecikmeli de olsa kavuştuk. "Geç olsun güç olmasın" diyerek bu sabah evden işe yolculuğumu metrobüsle yapmayı denedim. Bu arada kazanacağım dakikaların hayalini kuruyordum elbette. Yarım saat erken ulaşacağımı düşündüğüm için dışarıda güzel bir kahvaltı yapmak gibi mesela... Heyhat!

İlk hayal kırıklığımı Söğütlüçeşme İstasyonu’na yığılmış kalabalığı görünce yaşadım. Ulaşım uzmanı olmasam da, bir ulaşım sistemi daha ilk gününden tam kapasite ile çalışmaya başlıyorsa orada bir sorun olduğunu söyleyebilirim. Duraktaki kalabalığın arasına karıştım ve adete akıntıya kapılmış gibi sürüklenerek kendimi metrobüsün içinde buldum. Kadir Topbaş’ın "Bu bir sosyalleşme" dediği metrobüs yolculuğu sırasında hakikatten bir "sosyalleşme" durumu yaşanıyor. Çünkü yanınızdaki insanlarla neredeyse sırt sırta yolculuk ediyorsunuz.

Metrobüsün kapıları tam kapanmadan araç hareket etmiyor. Ağzına kadar dolu olmasına rağmen hâlâ binmekte ısrar edenler kapıların kapanmasına engel oldukları için bir süre hareket edemiyoruz. Sonunda şoför müdahale ediyor ve yola çıkabiliyoruz. Bu arada henüz ilk günleri olduğu için ve sanırım yeterli eğitimde almadıkları için şoförlerin aracın teknik aksamına oldukça yabancı olduklarını da gözlemlemiş bulunuyorum.

Boğaz Köprüsü’ne gelene kadar durduğumuz duraklarda da haliyle binmeye çalışan yolcular oldu. Ancak zaten ilk duraktan hınca hınç dolu kalktığımız için bu yolculardan bir kısmını da orada bırakmak zorunda kaldık. Bu nedenle ufak çaplı isyanlar da yaşandı. "Bu dolu geçen üçüncü araç, 15 dakikadır bekliyoruz" dedi biri. Şoförümüz ise "İlk gün böyle aksaklıklar olabilir lütfen bize yardımcı olun" diyerek ustaca kotardı durumu. Yolculuk sırasında dikkatimi çeken bir diğer şey ise araç doluyken özellikle rampalarda neredeyse 20 km hızla ilerlediğimiz oldu.

Metrobüs, köprü geçişlerinde normal trafiğe karışıyor. Ancak zaten yoğun trafiğin köprü giriş ve çıkışlarında yaşandığını düşünürsek, köprü üzerindeki geçişlerde herhangi bir yavaşlama olmadı. Rahatça karşıya geçip Zincirlikuyu’ya vardığımızda ise aktarma yapmak üzere aracı boşalttık. Aslında hat hiç kesilmeden devam etseydi elbette daha pratik ve hızlı olurdu.

Aktarma sırasında da yine küçük çaplı bir yer kapma savaşı yaşansa da bu sefer atak davranıp bir koltuk kaptım ben de! Ancak keyfim kısa sürdü ve bir durak sonra Mecidiyeköy’de indim.

Metrobüse binmek kadar inmek de bir dert aslında. Özellikle Mecidiyeköy gibi merkezi bir durak olunca ve yolcu giriş çıkışları aynı yerden yapılınca çıkışlarda inanılmaz bir yoğunluk yaşanıyor. Komik ama gerçek; metrobüs durağından çıkmak için de yaklaşık 4 dakika harcıyorsunuz. Sonuç olarak bu sabah iş yerine sadece 3 dakika erken gelebildim. Sıkışıklığın ve ayakta yolculuk etmenin verdiği sıkıntı da cabası... Evet, Şehir Hatları vapurlarının da çok tenha olduğu söylenemez ama en azından bir şekilde yer bulup, çay keyfi yapabiliyorsunuz. Ve 3 dakika için vapur keyfimden vazgeçmemeye karar verdim.

Metrobüsün tek iyi tarafı, gerçekten yanınızda yörenizde trafiğe takılmış araçların ortasından akıp giderken yaşanan o duygu sanırım. Yani özel araçlarıyla seyahat edenler için metrobüs gerçekten bir kurtuluş olabilir belki de... Ama benim gibi deniz ulaşımını tercih edenler için iyi bir alternatif olacağa benzemiyor.

Son olarak kişisel fikrimi belirtmem gerekirse; İstanbul gibi üç tarafı denizlerle çevrili bir kentte deniz ulaşımına daha fazla yatırım yapılmalı. Deniz ulaşımına iyi entegre edilmiş raylı ve tekerlekli toplu taşıma sistemleri de planlanırsa –ki Kabataş’taki metro-füniküler-deniz otobüsü entegrasyonu bence başarılı bir örnektir- her şey daha kolay olabilir.