Mimardan Sanatçıya



Galata'daki Galeri İnin'de mimarlar ve sanatçılar, geçmiş yüzyıllardaki gibi aynı havayı soluyorlar, fikir alışverişinde bulunuyorlar ve yeni ürünler yaratıyorlar.

Galata'da Mayıs ayının sonunda, Galeri İnin adında yeni bir galeri kapılarını açtı. Mimar Tuncer Çakmaklı, 1992 yılında açtığı mimarlık ofisinin giriş ve bodrum katını galeriye dönüştürdü. Galeri İnin, okul yıllarında ve sonrasında sahne ve kıyafet tasarımından, heykeltıraş ve ressamlarla ortaklaşa enstelasyonlara dek çalışmalar yapan mimarın geçmiş sevdasından doğmuş. Mimarlığın bir zamanlar sanatla ayrılmaz bir ikili olduğunu savunan Çakmaklı, bugünlerde sanatçıların zanaatkarlıktan uzaklaştığı, mimarların da özgürlüklerini kaybettikleri inancında. Galeri İnin, yeni bir sergiye ev sahipliği yapıyor. 04 Kasım'da açılan, 04 Şubat'a dek sürecek, merkezine sandalye objesini oturtan karma sergide, Hanefi Yeter, Habip Aydoğdu, Kazım Karakaya, Yunus Tonkuş ve İbrahim Örs'ün resimleri ve heykelleri bulunuyor. Cenovalı mimarlar tarafından yapılan Doğu Avrupa stilindeki binanın mimarisi, içindeki kuyu ve galerinin sahibinin mimar olmasından dolayı göze çarpan mimari ayrıntılar da sergiyi daha ilginç kılıyor.

Mimarlık, sanatla eskiden daha fazla mı iç içeydi?
Kiliselerdeki fresklerden tutun, kapıların tasarımına kadar bir kişi yapıyordu; mimar ve sanatçı aynı kişiydi. Alberti veya Leonardo'yu buna örnek olarak verebiliriz. Şimdi mesleklerin ayrımıyla sanatçılar, kendilerini kaptırıp sadece tuvallerde özgürce, herhangi bir yerde asılacak sanatsal ürünler çıkarmaya başladılar. Mimarlar da binaların fonksiyonel olma zorunluluğu ve bir takım yerleşik kalıplar nedeniyle, biraz da müşteri baskısıyla o özgürlüklerini kaybetmeye başladılar. Amacımız, mimarların sanatçıların özgürlüklerinden yararlanması, sanatçıların da güncel yaşamda mimarların görevi olan mekan ve çevre tasarımında beraber çalışmaları.

İnin'in diğer galerilerden farkı ne?
Burada bir takım sanatçıların ürünlerini pazarlama düşüncesi yok. Genç sanatçıları bulup onları diğer sanatçılarla bir araya getirmeyi amaçlıyoruz. Mimarlık üzerine dersler veriyoruz. Sergilerimiz kısa dönemli değil, asgari iki buçuk ay sürüyor. Passolini, Sodom'un 120 Günü filmi için, "Mimarlığın, resmin, heykelin ve müziğin insanların daha insancıl olmasına hiçbir katkısı yoktur," der. Biz ise buna inanmıyoruz ve karşıt düşüncesini savunuyoruz. Belki eserlerin daha büyük bir alanda sergilenmesi gerekir, fakat biz daha iç içe olabilmek için eserleri daha küçük bir yerde sergiliyoruz. Dönem dönem belki galeri sergi bittikten sonra bir mimari üretime ev sahipliği yapacak.

İlk serginizden biraz bahsedebilir misiniz?
Dostumuz Hanefi Yeter'le Öteden Beri adlı sergiyle başladık. Teması ve içeriği de amacımızı yansıtıyor.

Galerideki yeni serginizde, Hanefi Yeter, Habip Aydoğdu, Kazım Karakaya, Yunus Tonkuş ve İbrahim Örs ile çalışıyorsunuz. Neden bu sanatçıları tercih ettiniz?
Galerimiz her sanatçıya açık değil. Sanatçının resim ve heykelde yapacağı atılımlar önemli. Örneğin, Hanefi Yeter'de üç boyutlu olarak tanımlanan renkler ve dokular tuvalde gerçketen üç boyutluluğa yaklaşıyor. Dokuların üzerindeki izler, derinlikler, boşluklar, figüratif çıkmalar yardımcı öğeler. Sanatçının yedi gün çalışan ve üreten bir kişi olması, kendi özgün çalışma etiğini getirmesi.

Sandalye objesini seçme sebepleriniz...
Ana temamız sanatçıyı zemine çekmek ve insanın gündelik yaşamında kullandıkları nesnelerde sanatı yansıtabilmek. Dostlarımıza söylediğimizde biraz çekindiler, çünkü ressamlar kullandıkları tuvale, heykeltıraşlar da kullandıkları malzemeye alışıklar. Bu nedenle sökülüp tekrar monte edilebilen bir sandalyenin parçalarını onlara yolladım. Hangi parçanın sandalyenin neresine ait olduğunu bilmiyorlardı. Bu birleşim bir deneme. Böylece, onların baskılardan kurtulabildiklerini fark ettik.