Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ÇED Danışma Kurulu Sekreteri Mücella Yapıcı

Haydarpaşa Dönüşüm Projesi’nin geçmişi aslında 80’li yıllara dayanıyor. O yıllarda İstanbul’u uluslararası sermayeye pazarlama süreci başladı ve büyük ölçekli projeler yapıldı. Bu dönemde Haydarpaşa’nın da ticarete açılması düşünülüyordu ama bu kamuoyunda çok fazla konuşulmadı. Hatta şu bile söylenirdi; Kuşdili İstasyonu’nun yapılması bu projenin bir aşamasıdır.

90’lı yılların sonuna gelindiğinde, Dünya Bankası Türkiye için bir rapor hazırladı. O dönemde İstanbul’un uluslararası sermayenin, özellikle emlak sektörünün, hizmetine sunulması yönünde bir takım ciddi kararlar alındı. Bunlar oldukça gizli kapaklı kararlardı ama hükümet programlarına, kalkınma raporlarına ufak ufak işlenmeye başlanmıştı. Ali Müfit Gürtuna’nın belediye başkanlığı döneminde ise ilk defa kentsel dönüşüm ve mega projeler söylemleri duyulmaya başlandı. Mega dönüşüm projeleri, küresel ekonomiye eklemlenmenin tek çaresi olarak sunuldu. Küresel ekonomiye eklemlenmek için tek fırsatın, İstanbul’un küresel kent hiyerarşisinde yarışmacı bir kent haline gelmesi gerektiği söylendi ve bir takım vizyon projeleri konuşulmaya başlandı. 19 Ağustos depreminden sonra ise bu projeler revize edildi.

Birkaç sene sonra, yine Ali Müfit Gürtuna zamanında, özellikle Haydarpaşa ve Kadıköy çevresini ele alan bir proje yarışması yapıldı. Bizim de desteklediğimiz yarışmaya çok ciddi katılımlar oldu. Yarışmaya katılan projelerde Haydarpaşa gar olarak korunuyordu ama liman ortadan kalkıyordu. Zaten o zamanlarda limanın lojistik öneminin tartışıldığı falan da yoktu. Oysa ki İstanbul ilk zamanlardan beri bir liman kentidir ve bence dünyanın en önemli ve görkemli doğal limanıdır. Ama o dönemlerde, "modernist" kent anlayışına sahip olan mimarlar ve kent plancıları, limanın lojistik öneminin farkına varamamışlardı.

İstanbul için yapılan her planda liman aslında bir dert olmuştur. İstanbul için yapılan bütün 50 bin ölçekli mastır planlarına bakın, hep limanın çözülmeyen bir sorun olarak durduğunu görürsünüz. Hep bu liman kaldırılmak istenir, ama bir türlü başka bir yer bulunamaz. Sonuçta yarışmayı limanın yerini kültür merkezlerinin aldığı, rekreasyon ağırlıklı bir proje kazandı. Biz de destekledik. Gerçi yine eleştirilerimiz vardı ama genel yaklaşım olarak beğenmiştik.

Bu arada devam eden bir başka tartışma Boğaz Köprüsü idi. Bütün aydın ve teknik çevreler, başta biz meslek odaları olmak üzere, Boğaz’ın köprülerle geçilmesine hep karşı olduk. 1960’lardan bu yana çok ciddi mücadeleler sürdürdük. Başından beri köprülü geçişlere alternatif olarak Boğaz’ın raylı sistemle geçilmesi yönünde bir çözüm önerimiz vardı. Yani Marmaray tarzı bir proje o yıllarda da konuşuluyordu. Az önce söylediğim gibi; bizler salt kentçi bir yaklaşımla hem limanın oradan kalkmasına hem de Marmaray projesine sıcak bakıyorduk.

Aynı dönemde Cannes’da bir gayrimenkul emlak fuarı düzenlendi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu fuara büyük vizyon projeleriyle katıldı. Bunlardan biri de "Haydarpaşa Development Project" adında bir Haydarpaşa projesiydi. Ardından ilk kez Üsküdar’da bir yerel gazete, "Haydarpaşa Manhattan olacak" haberini verdi. Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası İstanbul 1 Numaralı Şubesi, Haydarpaşa üzerinde oynanan bu oyunu bizden çok daha çabuk haber aldı. O sırada 5234 Sayılı Kanun çıktı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi, hani o çok moda olan, stratejik planlama konusunu gündeme getirdi. "Haydarpaşa 5 milyar dolara Manhattan’a dönüşecek" diye gazeteler veryansın etmeye başladılar. Ama ortada proje yok...

O günlerde Marmaray Projesi de açıklandı. Biz de Mimarlar Odası’nda "Boğaz Geçişleri" adlı bir panel düzenledik. Panelde, Demiryollar Limanlar ve Hava Meydanları İnşaatı Genel Müdürlüğü (DLH) yetkilileri bizzat gelerek bize Marmaray Projesi’ni tanıttılar. Bize ilk tanıtılan Marmaray Projesi’ne –ki güzergah konusunda, özellikle Tarihi Yarımada istasyonları açısından çok ciddi endişelerimiz vardı- Haydarpaşa Garı dahil edilmişti. 5234 Sayılı Kanunu görünce dehşete kapıldık. Devlet Demiryolları’na (TCDD) plan yapma yetkisi tanıyan ve bu planları İmar Kanunu’nun 9. maddesine uymadan yapabilen (yani askıya çıkmayacak, itiraz olmayacak, belediyeler bunlara uyacak) tuhaf bir yasa... O sırada belediyede stratejik plan görüşmeleri oluyordu. Biz de ÇED Kurulu Başkanı Erdal Aktulga ile o toplantılara katıldık. Belediyenin bütün yetkililerinin de olduğu bir toplantıda, Haydarpaşa Projesi’ni ve 5234 Sayılı Kanunu sordum. Bana verilen cevap, "Hayır böyle bir şey yok; bunlar basının uydurması" oldu.

İstanbul Metropoliten Planlama’nın (İMP) kuruluşunu da kuşkuyla karşıladık. Hüseyin Kaptan’ın başkanlığında, İstanbul’un 100 bin ölçekli çevre düzeni planı yapılmasına başlandı. Yine 3. köprü söylentileri ortalıkta dolaşıyordu. Hüseyin Kaptan’ı Oda’ya çağırıp sorduk; "Hayır" dedi.

Derken biz el altından, Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası (BTS) ve Mimarlar Odası olarak bir platform oluşturmaya ve bu konuyla ilgilenmeye karar verdik. Böylece "Kent ve Çevre İçin Haydarpaşa Dayanışması"nı kurduk. Yetmişi aşkın örgüte haber verdik ve toplantılar yaptık. Bu arada Haydarpaşa’nın yaklaşık 5 milyon metrekare yapı alanı olan, kapalı bir turizm ticaret merkezine dönüştürülmek istendiğini öğrendik. Burayı bir nevi serbest bölge haline getiren, limanı da içine alan, açık alanları dahi kamuya kapatıp girişimcide bırakan korkunç bir plandı. Çalık Grubu şirketlerinden GAP İnşaat’ın hazırladığı bu plan kurula girerken biz de çok ciddi bir mücadeleye başladık. Birebir simülasyonunu da yaparak planı kamuoyuna afişe ettik. Bu arada ısmarlayanı bilinememekle birlikte, projenin çok önceden ısmarlandığını öğrendik. Belçika’da yaşayan bir meslektaşımız, Şefik Birkiye’nin bu projeyi son derece gizli yaptığını anladık.

TCDD’nin başvurusu üzerine, DLH Marmaray Projesi’ni revize etti ve Haydarpaşa’yı proje dışında bıraktı. Böylece Haydarpaşa işlevsiz bırakılmış oldu. Ancak Koruma Kurulu çok önemli bir karar aldı ve bütün alanı tarihi ve kültürel sit alanı ilan etti. Üstelik Dünya Endüstriyel Miras Günü kutlanıyordu ve Haydarpaşa bugünün ana teması seçilmişti. TCDD’nin kurul kararını savunması gerekirken; bu kararın geri alınması için kurula defalarca baskı yapıldı. Altı ay kararın dağıtımı yapılmadı. Düşünsenize karar alınmış, dağıtımı yapılmıyor; dağıtımı yapılmadığı için Marmaray inşaatları devam ediyor.

Sonuçta gelen tepkiler yüzünden proje tamamen değiştirildi. Yine GAP İnşaat tarafından hazırlanan ikinci projede Manhattan’dan vazgeçildi, ortaya bir Venedik versiyonu çıktı. Bu arada Drees & Sommer diye bir firma, bu işin proje organizatörlüğünü, bir nevi menajerliğini yapmaya soyundu. Gelip Haydarpaşa Garı’na yerleştiler. Haydarpaşa, sadece mimari ya da turistik değerleri açısından değil, statik açıdan da çok önemli bir binadır. Deprem dayanımı açısından belki de Türkiye’nin ilk hafif yapısıdır. İşte böyle önemli bir yapıda inanılmaz işlere girdiler. Drees & Sommer firmasına bir sürü paralar verildi. "Bu projeyi kamuoyuna nasıl kabul ettiririz?" diye acayip gizli toplantılar yapıldı. Sonunda bu adamlar da işi yapamayınca, paraları aldılar ve işlerine son verildi.

Bu arada biz, altı ay kararın dağıtımı yapılmayınca, Haydarpaşa’da dört gün dört gece süren bir şenlik yaptık. Gerçekten çok görkemliydi. Kararın dağıtımının neden yapılmadığı konusunda bir soru önergesi hazırladık ve çok sayıda imza topladık. Şenliğin sonunda, İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek vasıtasıyla bütün bunları meclise gönderdik. Tabii meclise intikal edince kararın dağıtımı hemen yapıldı. Ancak o kadar rahatsız oldular ki, bu sefer de kurul kararına karşı dava açtılar. Yeni projeyle de inşaat alanını 2 milyon 200 bin metrekareye çıkardılar. Zaten Tayyip Erdoğan’ın esas amacı, bu projeye Haydarpaşa Lisesi’ni ve Selimiye Kışlası’nı da katmaktır. Amerika’dan geldiğinde ayağının tozuyla bunu söylemişti.

Sadece Haydarpaşa değil, şu anda bütün kıyılarımız, okullarımız, eski eserlerimiz, garlarımız çok büyük bir tehdit altındalar. Şu sıralar öğrendiğimize göre Söğütlüçeşme tren istasyonunu da kaldıracaklar. Salı Pazarı’nın kurulduğu Kuşdili Çayırı, Taş Yapı tarafından turizm ticaret merkezi haline getirilecek. Bu konuda da davalar açıp mücadele ediyoruz. Kadıköy yakasında çok ciddi tehditler var. Zaten ufak ufak Moda’daki otelle başladılar. Bizim Boğaz’ı kurtaracak diye dört gözle beklediğimiz Marmaray Projesi, aslında bir sürü mega kentsel dönüşüm projesinin hızlı ulaşım ayağı haline getirildi.

Haydarpaşa Garı ve liman, İstanbul için çok önemlidir. Dünya lojistik sektörü, gelişmiş ülkelerde son derece büyük ataklar yaparken; Türkiye’de ihracatın önemli bir kısmını gerçekleştiren bu kadar önemli bir konteynır limanı ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Üstelik bütün 100 bin ölçekli planlarda, liman için yer bulunamamışken. Bir bakıyorsunuz kıyı kanunları değiştiriliyor; Haydarpaşa’ya cruise limanı yapılmaya kalkılıyor. Temel olarak ülke ekonomisinin dışa bağımlılığı için hazırlanmış bir oyunun parçasıyla karşı karşıya olduğumuzu görüyorum. Anadolu’nun İstanbul’a açılan kapısı yok ediliyor ve şu anda dünyanın yeni turizm stratejistlerinin hiç doğru bulmadığı cruise turizmi bize dayatılıyor. Oysa ki artık yüzen kumarhanelerde geçirilen bir tatil anlayışının değil; dünya kültürlerini birbirleriyle buluşturacak farklı turizm konseptlerinin geliştiğini görüyoruz.

Son günlerin en önemli gündemi ekonomik kriz... Aslında çok belliydi bu gidişin sonu. Çünkü artık doğal, tarihi, ekolojik değerlerin yok edildiği bir sürece girildi. Bunu biz en çok İstanbul’da yaşıyoruz. Bu anlamda bakıldığında, Haydarpaşa Projesi bugüne kadar gördüğümüz en "hain" projedir. Marmaray, liman ve yaratılacak kapalı alanları işin içine dahil ettiğinizde; bütün kentsel, tarihsel, ekonomik parametrelerle birlikte değerlendirdiğinizde, sadece garın ortadan kaldırılmasına ilişkin bir proje olmadığını görürsünüz.

Dünyada toplumsal algıyı yönlendirmek çok ciddi bir sanat oldu şu sıralar. Bütün iktidarlar önce bunu yapıyorlar. GAP İnşaat’ın hazırladığı, büyük yapı yoğunluğu olan proje önce el altından sanal alemde yayıldı. Yanına Haydarpaşa’nın bakımsız resimleri koyuldu. "Böyle çöplük olarak mı kalsın?" denildi. Üstelik bu oyuna bazı akademik çevreler de dahil oldular. İdeolojik olarak da bu kılıfı hazırlıyorlar. Akademik çevre, Batı’dan gelen son neo-liberal ekonominin kentçilik anlayışını, Harvey’in "umut mekanları" dediği satılacak hale getirilmiş, ambalajlanmış mekan teorisini çok fazla benimsiyor. Kentsel dönüşüm lafı çıkıyor, üniversitelerde bütün çocuklarımıza kentsel dönüşüm projeleri yaptırıyoruz. En son çok büyük bir üniversitemizde gördüğüm bir projeden bahsedeyim size... Göksu Deresi’nin kenarında kültür merkezleri, tiyatrolar... Derenin her iki tarafı da yapılanmış. Böyle bir akademik algı var. Diyorlar ki, "Efendim dünyada Londra Garı örneği var". Yahu senin garın kullanılıyor! Yaşayan bir kültürel mirası sen işlevsiz bırakıyorsun. Zaman içinde kendiliğinden işlevsiz kalmış değil burası. Hatta o kadar ihtiyaç var ki bu aksa, daha fazla güçlendirmek bile gerekiyor.

Geçenlerde yine bir arama toplantısı yapıldı. Samimi olarak biz de gittik. Çünkü planı artık belediye, yani kamu yapacaktı ve bu bizim için anlamlıydı. Çünkü kurul kararına göre artık bir koruma planı yapılması ve bunu da doğal olarak kamunun yapması gerekiyor. O toplantıda birçok akademisyen ve kurum temsilcisinin aldığı karar şuydu: "Haydarpaşa İstanbul’un çok önemli bir kentsel, kültürel ve lojistik değeridir. Gardır ve gar olarak kalmalıdır." Ne oldu? Bu karar da açıklanmadı.

Son olarak bir Torba Kanun çıkarıldı. En kötüsü de yapılan 100 bin ölçekli planlarda, belediyenin planlamayla ilgili kurumlarının bile eleştirilerine rağmen, Haydarpaşa bir turizm - ticaret merkezi ve cruise liman olarak gösterilmiş durumda. Biliyorsunuz bunu iptal ettirdik. İptal gerekçelerimizin en önemlilerinden biri de Haydarpaşa’ydı. Başka bir 100 bin ölçekli plan hazırlandı. Bunda da aynı şey... Karşı taraf çok ısrarlı ama biz de çok kararlıyız. Israrlı olmalarının nedeni de verilmiş sözler, alınmış paralar olabilir. Ben daha üst düzeyde, IMF programlarında verilmiş sözler olduğunu düşünüyorum. Ayrıca elde edilecek bu beş milyar dolar direkt sizin kasanıza girecek bir para değil. Siz zaten sadece Cumhuriyet Bayramı’nda atılan havai fişeklere 2,5 milyon dolar harcayabilen bir ekonomisiniz. Dünya krize girerken sarsılmayan bir ekonomi, beş milyar dolar için kendi varlığını satar mı?