Müzelerimize ve Müzeciliğimize İçeriden Bir Bakış



Müzeler ve tarihi eserler, tekil örnekler üzerinden de olsa genelde gündemin önemli başlıkları arasında yer aldılar. Ancak daha önceleri küçük çaplı skandalcıklarla kendinden söz ettirebilen müzelerimiz, uzun, zorlu ve pahalı (!) bir uğraş sonucunda ABD'deki Metropolitan Müzesi'nden geri alınabilen Karun Hazinesi'nin en önemli parçası olarak kabul edilen kanatlı denizatı broşunun sahtesiyle değiştirildiğinin anlaşılması ile bir anda ülke gündeminin en önemli başlıklarından birisi haline geldi.

Birbiri ardına ülkenin farklı bölgelerindeki müzelerden kayıp haberleri gelirken, Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, Zaman gazetesine verdiği bir röportajda (20 Haziran 2006) Uşak'ı "müzelerin Susurluk"u olarak ilan etti. İddialar, Topkapı Sarayı'nda sergilenmekte olan Kaşıkçı Elması'nın da sahte olabileceğine kadar giderken, yapılan yorumlar genelde olayın skandal boyutu ile sınırlı kaldı.

www.yapi.com.tr olarak, ödeneksizlikten uzman eksikliğine, aşırı iş yükünden yasal boşluklara kadar pekçok sorunla boğuşan müzeleri, uzmanlarından dinleyelim istedik. Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Dekanı, Müzecilik Yüksek Lisans Programı kurucusu Prof. Tomur Atagök, İstanbul Arkeoloji Müzesi Klasik Eserler Bölüm Şefi ve Y.T.Ü. Müzecilik Yüksek Lisans Programı hocalarından Dr. Şeniz Atik, Yrd. Doç. Dr. Hale Özkasım, Arş. Gör. Nevra Ertürk, Arş. Gör. Cihan Çolak, Müzeci ve Sanat Tarihçisi Mahir Polat ve YÜ Sanat ve Tasarım Fakültesi Müzecilik Yüksek Lisans Programı öğrencisi Afşin Altaylı, müzelerimizi ve müzeciliğimizi yaşanan son gelişmeler ışığında değerlendirdiler.

www.yapi.com.tr: Müzeler, son zamanlarda yazılı ve görsel basında oldukça geniş yer buldu. Sizce, müzeciliğin sorunlarına yönelik doğru değerlendirmeler yapılabildi mi, sorunlar yeterince konuşulabildi mi?

Hale Özkasım: Müzelerin pekçok sorunu var ve bunlar çözülebilir sorunlar da değil. Bence, bu da doğal. Evet, dediğiniz gibi başlangıçta çok konuşuldu. Ancak bu tür konular, gerçekten bilen kişiler tarafından ve kelimeler çok titizlikle seçilerek konuşulmalı.

Tomur Atagök: Konuşmacılar arasında hukukçu bulunmadığı ve doğru düzgün tanımlar yapılmadığı sürece herşey havada kalır, medya da bunu haber olarak çok iyi kullanır. Çağırdıkları konuşmacılar ya da gazetelerde yazanlar, ne arkeolog ne de sanat tarihçisi. Çoğu zaman müdürleri çağırıyorlar, ama müdür kendisini korumak durumunda kalıyor. Devlet memuru olmaları nedeniyle konuşmaları kısıtlı. Ayrıca, yasadaki bazı terimleri açıklaması için de bir hukukçunun olması gerek. Örneğin, 'Devlet malı' ne demek?

Soldan sağa: Şeniz Atik, Tomur Atagök,
Afşin Altaylı, Cihan Çolak
Şeniz Atik: Konuya başlarken önce 'eski eser'in ne olduğunun tanımlanması gerek. Eski eseri tanımlarken de, iki şeyi birbirine karıştırmamalı: Günümüzden belli bir döneme kadar olan, yani etnografik nitelikli eserlerle, halk tarafından 'toprak altı' diye bilinen "arkeolojik eserler". Bunların hepsi "Dünya Kültür Mirası". Bunlardan etnografik, yani ata dede yadigarı olanlar yurt içinde alınıp satılırken, arkeolojik olanların yasa gereği alınıp satılması yasaktır. Çünkü bunlar "bilime hizmet eden bir veri tabanıdır". Özellikle de arkeolojik eserler için konuşuyorum, ulusal ve uluslararası yasalarla da güvence altına alınmışlardır, bizde de Anayasa koruması altındadırlar. Bunun için devlet malıdırlar ve alımı satımı yurt içinde de yurt dışına da yapılamaz. Müzeye getirilen bir eserin "Kıymet takdiri yapılarak" alımı yapılır. Yani eseri müzeye getirene ödenen para bir ödüldür.

Bu arada, devlet malı olan bu eserlerin korunduğu müzelerin nasıl kurumlar olduğunun da bilinmesi gerekir diye düşünüyorum. Çünkü birçok insan daha müzeye bile gitmemiştir ve orada kimlerin çalıştığını, ne yaptıklarını da bilmez. Bu nedenle, neredeyse Kaşıkçı Elması'nın bile değiştirildiğini söyler hale geldiler. Müzeler, Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlı, merkezden (Ankara'da Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü) yönetilen, her biri kendi içinde son derece ciddi çalışan kurumlardır. Her müzenin kendi özelliğine göre yöneticileri ve uzman personeli vardır. Örneğin bir etnografya müzesinde etnograflar, sanat tarihçileri vb. çalışır. Arkeoloji müzelerinde ise arkeologlar, sanat tarihçileri, epigraflar, sikke uzmanları vb üniversite mezunu, hatta master ve doktora yapmış uzmanlar çalışır. Üstelik bu çalışanların derdi, üzerinde çalıştıkları eserlerin kıymeti değil, bunların envanterlenmesi yani kayıtlarının tutulması, sergilenmesi, gelecek yıllara sağlıklı kalabilmesi için bakımlarının yapılması ve bilimsel yayınlarının yapılmasıdır.

www.yapi.com.tr: Bürokratların, müze çalışanlarının ve halkın müze algılamasının birbirinden çok farklı olduğunu söylemek mümkün mü?

Şeniz Atik: Değil, ama şunu söyleyebiliriz. Müzeciler, 657 Sayılı Devlet Memurları Yasası'na bağlıdır. Müzelerle ilgili olarak, gerek yapılan etkinlikler gerekse herhangi bir konuda görüş belirtmek için genel müdürlükten izin almak gerekiyor. O nedenle, müzeciler bu son olaylarda da kendilerini ifade edemediler. Müzecilerin çoğunun üye olduğu Arkeologlar Derneği, Müzeciler Derneği gibi sivil toplum kuruluşları konu ile ilgili bir basın açıklaması yaptı, ama birkaç gazete haricinde hiç birisi yayınlama gereği duymadı. Maalesef basınımız sansasyonel haberlerle ilgileniyor. Böylesine ciddi sorunlar ya da işin gerçeği, onların ilgilerini çekmiyor. Onun için, ilginizden dolayı size teşekkür borçluyuz.

www.yapi.com.tr: Burada biraz müzeciliğin Türkiye'de yapılanmasından, yüzünü döndüğü yönden mi bahsetmek gerekiyor acaba? Örneğin, sadece koruma üzerine yoğunlaşması?

Hale Özkasım: İdari ve mali yapıdan kaynaklanan bir takım sorunlar var. Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan müzelere kadar gelen çok hiyerarşik ve bürokratik bir yapı var. Daha bürokratik konumda olan insanların, meslekten olan insanlarla bakış açılarında farklılıklar olabiliyor.

Tomur Atagök: Müze tarihine baktığınız zaman, müze önce topluyor. Topladıklarını da koruması gerek. Türkiye öyle geniş bir kültür alanına sahip ki, biz hala müzeciliğin toplama evresindeyiz. Hala koruma, biriktirme, araştırma yapma sürecini yaşıyoruz. Müzecilerin öncelikle korumacılığı halletmeleri lazım ki, toplumla iletişime geçebilsinler. Eğer korumacılığı aşamamışsak, toplumu bilinçlendirme, onunla iletişim kurma etkinliklerimiz zayıf kalıyor. Bu, olayın bilimsel yönü.

İdari açıdan ise, 1980'lerden bu yana müzelere uzman alınmıyor. Ve çok önemli bir konu daha, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bütçesi ülkenin bütçesinin binde 4'üne düşürüldü. Böyle bir durumda iletişimi bırakın, koruma ortamını hazırlamak bile çok zor. Burada en başta, Devletin Anayasa ile üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirmediğini söyleyebiliriz.

Şeniz Atik: Müzeler, 1960'lardan önce kendi içinde sadece toplayan, koruyan bir yapıya sahipti. Ama bugün çağdaş müzecilikte, korumanın ötesinde bütün bu objelerin değerlendirilmesi, sergilenmesi, eğitim amaçlı olarak toplumla bütünleştirilmesi, toplumun hizmetine sunulması söz konusu (tabii bilgi anlamında). Bunun için de çeşitli kadrolar gerekiyor. Bugün müzelerde arkeolog, sanat tarihçisi epigraf vb kadrolar az da olsa bulunuyor. Ama bir sergi ya da etkinlik ya da bu etkinliklerin duyurulabilmesi için tasarımcıdan mimara, eğitimciden halkla ilişkiler uzmanına kadar değişik disiplinlerden elemanlara da ihtiyaç duyulmaktadır.

www.yapi.com.tr: Müzelere en son ne zaman eleman alındı ve bir müzecinin günlük rutin işleri nelerdir?

Şeniz Atik: Son yıllarda, özellikle 1985'lerden sonra müzelere eleman alınmadı denilebilir. Kaldı ki müzecilik, usta - çırak ilişkisiyle yürütülür. Bir arkeolog ya da sanat tarihçi müzede çalışmaya başladığı zaman, eserleri tanıması zaman alır. Görüyorsunuz, piyasada pek çok sahte eser var. Bunu bir kenara bırakın, müzedeki kendi koleksiyonunuzu bile tanıyabilmek ve uzmanlaşabilmek için en az bir on yıla ihtiyacınız var. Yeni başlayanlar ustalarla çalışacaklar ki, kendilerini yetiştirebilsinler. Maalesef son yıllara kadar uzmanlaşacak personel alınmadı. Bu arada da, pek çok uzman ya emekli oldu ya da ayrıldı.

Buna ilaveten müzeler, az elemanla çok fazla iş yapmak zorunda kaldılar. Müzecilerin müze içi görevlerinin yanısıra, arazi görevleri de var. Müzede eser alımına ilişkin çalışmalar, gelen eserlerin değerlendirilmesi, envanter çalışmaları, sayımlar, devir teslim işlemleri, müzecilerin görevlerinden sadece birkaçı. Polis tarafından yakalanıp getirilen tarihi eserlerin değerlendirilmesini de yapmak durumundasınız. Vereceğiniz bir raporla ya insanları mahkum ettireceksiniz ya da serbest bırakılmalarını sağlayacaksınız. Bu, büyük bir sorumluluk.

Yine günlük işlerden müze teşhirleri var, salonlar açacaksınız, sergiler düzenleyeceksiniz. Her bir sergi, günlerce çalışma anlamına geliyor. Bir pano için hazırlanan bir yazıda bile bilimsel doğruları dikkate almanız gerekiyor. Onlarca kitap, yüzlerce makale okuyup, en doğru bilgiyi toplumun anlayacağı şekilde yazmalısınız. Yani bilgiyi nektar olarak vereceksiniz. Bunların yanısıra bir de sıkça talep edilen yurtdışı sergileri var, bunlara eser hazırlayacaksınız. Araştırmacıların çalışmalarına hizmet vereceksiniz.

Müzecilerin, bilimsel yayın yapmak gibi bir sorumluluğu da var. Yine müze dışı görevler de yapacaksınız. Müzenin sorumluluğunda olan kazılar var. Ayrıca sit alanlarında yapılan inşaat temel kazıları ve hatta define kazıları var. Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurullarına rapor hazırlamak da müzecinin görevleri arasında. Yine her müzeye bağlı koleksiyonerler var (bize bağlı koleksiyonerlerin sayısı 500 olmak üzere), onları yılda en az bir kere denetlemeniz gerekiyor. Kaldı ki, koleksiyonerlerin pek çoğu neyi alıp alamayacağının farkında olmadan eser alırlar, elerindeki eserlerin envanterini bile neredeyse müzeciye yaptırmak isterler.

Ekspertiz işleri, ihbarların değerlendirilmesi, İl Çevre toplantılarına katılmak, yurtdışı sergilere temsilci olarak gitmek, yurt içinde yapılan yerli ve yabancı kazılara da Bakanlık temsilcisi olarak görevlendirilmek gibi pek çok iş müzecilerin sorumluluğundaki işlerdendir. Geriye kalan günlük rutin işleri sayamadım bile. Bunlar şu anda aklıma gelenler.

www.yapi.com.tr: Müze çalışanları ve yöneticilerinin gündemleri birbirinden çok farklı görünüyor.

Şeniz Atik: Bir müze uzmanından çok fazla şey isteniyor ve bekleniyor. Bu beklentilere de cevap verilmeye çalışılıyor. Ama müzeciler, artık gittikçe bu yükü taşıyamaz hale geliyorlar. Bazı müzelerde, işler bir bekçi ve bir müzeci ile yürütülüyor. Bu, yılların birikimi. Hatırlıyorum 1970'li yılların başında bir Anadolu müzesinde çalışırken (Kayseri Müzesi), biz orada 9 uzmandık. Aynı müze, şu anda 2 uzman ve bir müdür ile işleri yürütmeye çalışıyor. İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne geldiğimde 60'tan fazla uzman vardı, şu an 20 uzmana düştü bu sayı. Bu ne demektir? İş hacmi inanılmaz ölçüde arttı, ama aksine personel sayısı azaldı. Bu, bence müzeciliğin belli başlı sorunlarından birisi.

Tomur Atagök: Batı dünyası, 1950'lerden bu yana müzeciliğin meslek tanımını yapıyor. ICOM (International Council of Museums), meslek eğitiminin de gerekli olduğunu söylüyor. Bu ne demek? Bir sanat tarihçisi, bir arkeolog, bir antropolog, müzeci olarak işe başladığı zaman, öğrenme süreci çok uzun ve bu sürecin kısaltılması gerekiyor. Bunun için ne yaptılar? Hizmet içi eğitimlerle müzede neyin nasıl yapılması gerektiği, sürecin nasıl planlanması gerektiği öğretildi. Ancak, hizmet içi eğitimin yetmediği, bir meslek eğitiminin de olması gerektiği anlaşıldı.

Yalnız, bu meslek eğitimini lisans eğitimi ile karıştırmamak gerek. Bu, uzman olarak yetiştiği alan neyse, onun üzerine ikinci bir meslek bilgisini eklemesi anlamına geliyor. Dolayısıyla, müzecilik yüksek lisans programları her yerde açıldı. Özellikle İngiltere gibi ülkelerde, müzecilere yönelik yoğunlaştırılmış eğitimler yapıldı. Bizde, böyle bir şey olduğunu söylemek zor.

Şeniz Atik: 1970'te Personel Yasası değişti. O zamana kadar bir anlamda öyleydi.

Bu yasa gayet mantıklı bir yasa. Bir kere, müzecinin araştırma yapmasını öngörüyor, bu çok önemli. Çünkü, müzenin temel görevlerinden ikincisi araştırma. Müzeci bilim adamı olduğuna göre, onun da tıpkı üniversitelerde olduğu gibi ilerlemesi gerekiyor. Bu kadar görevle bunu yapamadığı gibi, kendi araştırmalarını da yapamıyor. Üstelik sayı da azaldı diyoruz. Arkeoloji Müzesi'nin salonlarını, hacmini düşünebiliyor musunuz? Orada değil 20 uzman, en azından 200 uzman olmalı. ICOM'un, "şu salonda şu kadar uzman ve uzman yardımcısı olacak" gibi koşulları var. Biz, bunların hepsini göz ardı ediyoruz.

Türkiye'nin siyasi, ekonomik, pek çok alanda dışarı ile ilişki kurması çok zor. ICOM, 2 - 3 yılda bir toplantı yapıyor, hem bizi temsil etmeleri için Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan gönderilen insan sayısı az, hem de lisan bilmiyorlar.

Soldan sağa: Mahir Polat, Nevra Ertürk,
Hale Özkasım
Mahir Polat: Aslında, genel olarak bakışımızla ilgili bir sorun var. Bu haberler neden yeniden Türkiye'nin gündemine geldi diye düşünecek olursak, biraz yaşadığımız dönemin kültüründen bakmak gerekiyor. Konuyu 'gösteri toplumu' kavramı üzerinden ele alırsak, medya, konuya 'malzeme çıktı' diye bakıyor.

Öncelikle, müzenin kurum olarak bizim için ne olduğunun cevabını vermeliyiz. Niye müze açıyoruz? Varolanlarla ilişkimiz ne? Geçenlerde okuduğum bir yazıda, müzelerin artık yaşam kadar çeşitlendiğinden bahsediliyordu. Bu yeni durum, bir kurum olarak bambaşka bir müze getiriyor karşımıza. Müthiş bir vizyon patlaması yaşandı. Ancak bu toplum, bize müzelerin sorunlarının nasıl aşılacağı noktasında yeterince öneri getirmiyor. Müzeciler, bu işleri çok iyi biliyorlar. Ancak, belirli yapısal sorunlar içerisinde boğuldukları için ya gittikçe duruma adapte oluyorlar, ya da daha çok memur olarak bir yerlere tutunmak zorunda kalıyorlar.

Müze - turizm ilişkisini biraz da bu açıdan görmek gerek. Müze'nin turizmle birlikte konuşulmasının sebebi, devletin her noktaya kapitalistçe bakmasından kaynaklanıyor. Ya da orada toplananların her şeyi böyle görmesinden. Müze, sosyallikle çok ilgili bir alandır, ekonomik girdilerle birlikte düşünülmesi yapılması gereken en son şeydir. Sosyal devlet nasıl ki eğitim, sağlık vb alanlardan sorumludur, bu kültür için de geçerlidir.

Kültür varlıkları ile ilgili meseleler, aslında toplamda bizim gündelik yaşamımızla yakından ilgili. Hala, 'gavurun taşı' yargısını aşmadık. Kaçakçılık var, çünkü artık orası da rantla ilişkilendirilmeye başlandı. İnsanlar ya oradan milyarlar kazanacaklarını düşünüyorlar, ya da ideolojik kültür politikaları içerisinde kurban oluyorlar...

Bütün bunlar irdelendikten sonra, müzeciliğin iktisadi yönü daha sağlıklı düşünülebilir. Müze kendi lokal ölçekli değerini, müzecilerin, toplumun hep birlikte vereceği bir cevabın ötesinde geliştiremezse, bu çok sorunlu bir şey olarak kalacak. Aslında müzecinin sorunu toplumun sorunu.

Örneğin, az önce kadro eksikliğinden bahsederken konuşmadık, Türkiye'de 'sanat tarihçiliği' diye bir kadro yok. Çok önemli bir şey değil mi? Türkiye'nin Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın buna verecek bir cevabı var mıdır acaba? 24 - 25'in üzerinde okulu olan, uzman yetiştiren bir alanın karşılığı yok.

www.yapi.com.tr: Müzeciliğin arkeoloji eksenli gelişmesi ideolojik bir tercih olabilir mi?

Şaniz Atik: Hayır, bunun ideolojik bir yanı yok. Bu, tamamen ülkemizin arkeolojik açıdan çok zengin olmasıyla ilgili.

Tomur Atagök: 1950'lerde çok partili döneme geçmemizle birlikte, daha batılı yaşayabilmek, batıyı yakalayabilmek için neredeyse resmi kültür politikasından vazgeçtik. Tarihi eser, Anayasa'da hala devletin öz malı olarak tanımlanıyor. Ancak, devlet kimi temsil ediyor? Sizi, beni, onları ve diğerlerini.

Yapılan 5 yıllık planlamalarla, ekonominin güçlendirilmesini ön plana çıkardılar, iktisadi ortamda yeni bazı oluşumların önünü açmaya çalıştılar. Ve biz eğitimde ne yapmak istedik? Öğrencileri, fen bilimlerine doğru yönlendirmeye çalıştık. Yavaş yavaş, 'kültür nedir' olgusundan vazgeçtik. Böyle bir süreçten geçtik ve sonrasında özelleştirmeyi de yaşadık.

Toplum belki ekonomik anlamda biraz daha gelişti, kişi başına düşen gelir arttı. Ama diğer taraftan bir şeyi tamamen kaybettik. Medya ne verirse, ne söylerse, onu almaya başladık. Örneğin, televizyonların belgesel göstermesini düzenleyen bir yasa var. Ama televizyonlar ne zaman belgesel gösteriyor, gecenin bir saatinde. Okullarda sanat tarihi dersleri seçmeli oldu.

Şimdi tekrar diyoruz ki, öğrenciler müzelere götürülmelidir, interaktif bir eğitim almalıdırlar. Bizim müzelerde gördüğümüz, hocaların başını çektiği bir kuyruk, hızla müzeyi dolaşıyor ve hiçbir şey algılamıyor. Müzeci zaten kendi görevinin koruma olduğunu ve belki biraz araştırma olduğunu söylüyor.

Şeniz Atik: Ama doğrusu o, bir müzeciden herşeyi bekleyemezsiniz. Bizim asli görevlerimiz eserleri korumak, sergilemek, yayınlamak. Öğrencilere ne kadar eğitim verilir ve nasıl verilir bu bizim meslek disiplinimizin dışında ve ayrı bir uzmanlık alanı, bu nedenle yukarıda konu edilen kadro çeşitliliğine ihtiyaç var.

Tomur Atagök: Yani o kadroların oluşturulması lazım.

Şeniz Atik: Ben sergilemeyi kurgularım, o benim görevim. Ama onu topluma tanıtmak ya da toplumu oraya çekmek benim görevim değil. Herkes işini kendi sınırları ve bilgisi çerçevesinde iyi yapacak. Ancak, müzecilerden herşeyi yapması bekleniyor. Bunun için uygun kadrolar verilmeli.

Özel müzeler tabi kurulmalı, daha önce değinildiği gibi dünyada artık o kadar çeşitli müzeler var ki... Sadece arkeolojiye takılıp kalınmamalı. Ancak bunu yaparken de dikkat edilmesi gereken şeyler var. Biz, bir şey yaparken hepsini aynı kategoriye koyarak yapmaya çalışıyoruz. Yanlış olan bu. Mesela Arkeoloji Müzesi, Topkapı Müzesi... Bu müzelerin dünyada örnekleri yok. Bunları özelleştirmek de zaten söz konusu değil. Çünkü, İstanbul Arkeoloji Müzesi bir İmparatorluk müzesi. Onu, özelleştirerek sıradan bir müze konumuna getirirseniz, çok tehlikeli bir yolu açmış olursunuz. Arkeoloji Müzesi'nde, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinden getirilmiş eserler var. Yani Kuzey Afrika'dan tutun, Mezopotamya, Rodos, Taşoz, Lindos, Samotrake, Kıbrıs gibi Adalar ve Balkanlar'dan gelen eserler. Kimi zaman, söz konusu ülkelerin eserlerini geri istemesi gibi taleplerle karşı karşıya gelinebiliyor. Bunlar devletin himayesinden çıkarıldığı zaman, bunun önünü açmış olursunuz. Topkapı Sarayı, bir saray müzedir. İmparatorluğu temsil eden bir kurum. Her şeyiyle bir bütündür. Elbette özel müze açılsın, hem de çok açılsın. Bizim yetişmiş arkadaşlarımız da oralarda iş bulsunlar.

www.yapi.com.tr: Biz burada bunları tartışıyoruz, peki Batıda durum nedir?

Nevra Ertürk: Burada oturan herkes, bunu çok net biliyor aslında. Arada gerçekten çok büyük farklılıklar var. Ama bu, bizim müze uzmanlarımızın bilgi eksikliğinden ya da eğitimlerinin az olmasından kaynaklanan bir şey değil. Asıl sebepler, bürokratik engeller, kadro eksikliği, yönetim anlayışı. Aslında, bizim müzecilerimiz eğitim anlamında daha iyi bir noktada. Ancak, Batı müzelerinin maddi olanaklarının bizden çok iyi durumda olduğunu söylemek mümkün.

Özellikle Amerikan müzeleri, Avrupa müzelerine göre çok farklı bir yönetim anlayışı ile idare ediliyorlar. Ellerindeki büyük bütçeleri de çok iyi kullanmayı biliyorlar. Buna bağlı olarak en iyi elemanlarla çalışıyorlar, en iyi teçhizatı alıyorlar. Her müze çalışanının görev tanımını yapıyorlar. Mesela Şeniz Hanım, "Sergi bizim sorumluluğumuz, elbette ki müzeci olarak biz yapacağız" diyor ya, aslında tam olarak öyle değil. Ben, Şeniz Hanım'ın ne demek istediğini elbette anlıyorum. Ama bizim müzelerimizde de bir serginin sergi tasarımcısı, hazırlama ekibi, editör, küratör (bizde hala küratör kavramı yoktur, müze uzmanı deriz) işbirliği ile hazırlanması gerekiyor. Bizde tüm iş müze uzmanına kalıyor.

www.yapi.com.tr: Buradan müzelerin birer işletme olduğu ve bizim de onları işletmeyi beceremediğimiz sonucunu çıkarabilir miyiz?

Şeniz Atik: Doğru, öyle de olması gerekir. Ama, kimse zannetmesin ki müzeler para kazanmıyor ya da para yok. Aslında özelleştirilmek istenmelerinin altında da bu 'son derece tatlı bir kaynak' düşüncesi yatıyor. Müzeler, yurtdışında da son derece iyi para kazanan kurumlar haline gelmiş durumda.

Nevra Ertürk: Bizde arkeoloji ya da etnografya müzeleri ağırlıklı olduğu için söylüyorum, müze müdürleri genelde ya arkeologtur ya da sanat tarihçisidir. Ama aslında işletme eğitimi almış bir kişinin müdür olması daha doğru.

Şeniz Atik: Ama işletmecinin en tepedeki müdür olması da gerekmiyor, 'idari müdür' ve 'işletme müdürü' olarak ikiye ayrılabilirler. Müzeler şu anda da işletiliyor, ama o para müzelere dönmüyor. Her müze kendi kendini finanse edebilecek şekilde bir özerkliğe kavuşursa, devletin sırtına yük olmaktan da çıkar. Devlet elbette destekleyecek, denetimini yapacak, ama kendi kendini çevirmeye yetecek özekliği kazanmasında da fayda var.

Nevra Ertürk: Özellikle Amerika'daki müzeler, bünyelerindeki dükkanlardan inanılmaz gelir elde ederler, özellikle süreli sergilerin promosyon ürünlerinden. Sergiyi gezenler, sergiyi gördükten sonra mutlaka yanlarında küçük bir hatıra ile ayrılmak isterler.

www.yapi.com.tr: Burada müzelerin asıl amaçlarından uzaklaşmak gibi bir risk yok mu? Müzeleri bir alışveriş merkezi gibi düşünmek ne kadar doğru?

Tomur Atagök: Japonlar, çok ilginç bir şey yaptılar. Yıllarca pekçok müze açtılar, alışveriş merkezleri yaptılar. Çünkü eğlenmeye gelen insan müzeye de giderse, aynı zamanda bilgi de alır. Müze bilgisi biraz farklı bir şekilde verilmeli. Keyif alarak, istediğiniz gibi gezerek zaman harcayınca, tekrar müzeye gelme ihtiyacı duyuyorsunuz. Oraya giden oturur kahvesini içer, alışverişini yapar, iki sanat eserinin kopyasını alır evine götürür asar, evinde eser yoksa belki daha sonra bir resim asmayı falan düşünür. Bu bir alışkanlıktır. O alışkanlığı vermek gerek.

Afşin Altaylı: Elbette bu durum bir araç olarak kullanılabilir. Ben, tekrar kadro sorununa dönmek istiyorum. Uzman kadrolar açısından sorunlar var. Bunlar, uzmanların yeterliliği açısından değil de, kadro verilmemesinden kaynaklanan sorunlar. Aslında, idari kadro açısından da eksiklikler yok değil. Benimsediğimiz sistem, Amerika'da olduğu gibi tam bir özerklik sağlamıyor, daha çok Avrupa modeli örnek alınmış.

Ona baktığımız zaman, kamuda çalışacak çok fazla insana ihtiyacımız var. Bir şekilde, idari kadroya ihtiyacımız olacak, ama bunun için yeterli insan kaynağımız var mı? Belirli yüksek lisans programları var, ama örneğin ben lisans eğitimimi işletme bölümünde yaptım, benim hiçbir arkadaşım mesleğini kültürel alanlarda yapabileceğinden haberdar değil. Böyle bir alan olduğunu bilmiyor. Yönetimin tamamen özel girişimler üzerinden yapılabileceğini düşünüyorlar ve dolayısıyla kamuya dönük eleman yetiştirilemiyor. Böyle bir anlayış var. Bazı müzelerin İl Özel İdarelerine devredilmesinde düşünülmesi gereken noktalardan birisi de bu.

Mahir Polat: Bu alışveriş merkezleri konusunu son zamanlarda çok tartışmaya başladık. Öncelikle her çağın bir algısı var ve bu algı her yere sirayet ediyor. İşletme mantığı, her yerde sorunları çözebileceğimiz anahtarlardan birisi gibi dolaşıyor. Bu konuda düşünürken, atladığımız bir nokta var. İnsanların ciddi bir bölümünün yoksulluk sınırının altında yaşadığı bir ülkeden bahsediyoruz. Türkiye'deki özel müzelerin kafelerinde yemek yiyebilecek, daha sonra da alışveriş yapabilecek herhangi bir orta sınıf aile düşünemiyorum. Ben bir müzede çalışmama ve bunu yapmak için farklı bir motivasyonumun olmasına rağmen, aldığım maaşla bunu yapmam mümkün değil. Bunları düşünürken, müzelerin sosyal alanlar olduğu ve sosyal alanların da temel yükümlülükleri olduğunu unutmamak gerekiyor.

Şu temel referanstan vazgeçemeyiz: Binde 4, devletin sırtında bir yük değildir; bu, yüzde 4'e çıksa bile bir yük olmaz. O rakam bir yük gibi gözükecekse eğer, bu noktadan sonra tartışalım. Elbette alabilecek olanlar müzelerden birşeyler alacaklar, buradan bir kaynak da gelecek.

İşletme, her alanda olduğu gibi müzelere de sirayet etmeye başlıyor, sorunlar işletme mantığı ile çözülecek gibi algılanıyor. Sabancı Müzesi'nin pazar sabahları düzenlediği cazlı sabah kahvaltısı, bir köşe yazısına konu oldu. Acaba Picasso sergisi için şöyle bir oran çıkarabiliyor muyuz, kim gitti? Müze olarak hangi bilgiyi neye doğru kanalize etmeye çalışıyorsunuz? Bu sanatçılar, tüketim toplumunun bir nesnesi haline mi geliyorlar?

Bunun, kültürle bir bağlantısının kurulması gerekiyor. Bu da, kamusal kültür olmalı. Bu sorunu çözmek durumundayız, ama bunun total bir çözümü olduğunu düşünmek de son derece yanlış. Bugün Topkapı Sarayı'nı gezebilecek Türk ailesi yok.

Nevra Ertürk: Ve ciddi bir şekilde de gezmek istiyorlar. Müzeler Haftası ve onun hemen akabinde birkaç günümü tesadüfen gişelerin önünde bekleyerek geçirdim. Ziyaretçiler, Müzeler Haftası'nın bittiğini bilmiyorlar ve hala ücretsiz girebileceklerini zannediyorlardı. Çoluk çocuk gelmişler, içeri girmek istiyorlardı. Ama ücretsiz gezemeyeceklerini öğrenince ve o ücreti de ödeyemeyecekleri için geri döndüler.

Mahir Polat: Bu, müzenin toplumsal misyonu yok anlamına geliyor.

Tomur Atagök: Ben biraz yasalardan söz etmek istiyorum. 19.04.2006 tarihinde Başbakan TBMM Başkanlığı'na bir yasa gönderiyor, o yasa ne oldu bilmiyorum. Bu yasaya göre, müzelerin belediyelere devredilmesi konusu konuşulacak. Gerekçe şöyle:

"Öncelikli hedef, kültürel mirasın korunması, yaşatılması, geliştirilmesi ve tanıtılmasıdır. Bu hedefin gerçekleştirilmesinde kamu kaynaklarının yanında halkın ve sivil toplum kuruluşlarının da katkılarının sağlanması büyük önem taşımaktadır. Bu amaçla söz konusu hizmetler mahalli idarelere devredilmek suretiyle ek kaynak yaratılmakta, bunların korunması konusunda toplumsal bilinç artırılmakta"

Şimdi, müzeleri belediyelere teslim ettik diyelim, belediyelerin sivil toplum kurumları ile nasıl çalışacakları çok net değil. 2004 yılında, sivil toplum kuruluşlarının kamu kurumları ile ilişkilerini kesen bir yasa çıktı. Bir sayfalık bir yasa, canımıza okudu. Topkapı Sarayı'nın ya da Arkeoloji Müzesi'nin dernekleri ya yerlerinden çıkmak zorunda kaldılar ya da kapandılar.

Bunlar, belediyelere verdiğimiz takdirde çalışabilirler mi? Belediyeler de kamu kuruluşları. Sivil toplum örgütleriyle nasıl çalışacaklar? Ya da biz, sivil toplum örgütlerini çalıştırmasını biliyor muyuz? Sivil toplum örgütleri çok iyi başlar, ama sonunda tek bir başkanla idare edilir. Dolayısıyla o da çalışmayacaktır. Ayrıca belediyelerin elemanı yok, belediyeler Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan da kötü durumdalar. Bunun bir sürece yayılması lazım. Bunun için de sadece kadroların alınması değil, onların yetiştirilmesi lazım. Biz, burada eleman yetiştiriyoruz, ama şu ana kadar belediye hiç kimseyi sokmadı.

Nevra Ertürk: Ama belediyelerin kendi hedefleri var, 2010 yılına kadar müze açmak.

Tomur Atagök: Bunlar güzel şeyler, ama bunları yapacak olan idareciler kimler, hangi bilinçle ve eğitimle yapacaklar? Bunların hepsi tartışmaya açık ve biz durmadan yapıları değiştiriyoruz. Yapı değişmeden önce, ortamın iyileşmesi gerekiyor.

Afşin Altaylı: Belediyeler hangi konuda yeterince denetlenebiliyor ki müzeler konusunda denetlenebilsinler?

Şeniz Atik: Müze objeleri, özellikle arkeolojik objeler, devlet malı niteliğinde. Başka bir kuruma devredildiği zaman bir devir teslim olması ve son derece ciddi denetlenmesi gerek. Üstelik bunlar sıradan objeler değiller, belge niteliği taşıyorlar. Koleksiyon denetimine gittiğimiz zaman, pek çok eserin koleksiyonerler tarafından eşya olarak kullanıldığını görüyoruz.

Nevra Ertürk: 'Anmphora'lar saksı olarak kullanılıyor.

Şeniz Atik: Evet, anmphoralar saksı olarak kullanılıyor, çömlekler yine aynı şekilde.

www.yapi.com.tr: Envanter çalışmalarının eksikliği yönündeki eleştirilere ne diyorsunuz?

Şeniz Atik: Envanter var ki, bazı eserlerin kayıp olduğu ortaya çıkabiliyor. Kendi yaşadıklarımdan yola çıkarak şunları söyleyebilirim. Bir kere yaklaşık yüz yıl sayım yapılmamış, onları yeniden sayıyorsunuz. Ama bu yok anlamına da gelmiyor, bazı eserlerin üzerinden etiketler düşmüş ya da zaman içinde silinmiş olabiliyor. Bunları tespit etmeye çalışıyorsunuz.

Ayrıca bunlar bugünün sorunları da değil, o anlamda bugünkü insanları sorumlu gibi göstermek doğru değil. Ama özellikle devlet müzelerinde ciddi bir envanter çalışmasının yapılmış olması gerekir ki, bu da yetmişli yıllardan sonra ciddi olarak yapılıyor.

Nevra Ertürk: Yakın tarihte bir televizyon programında Dolmabahçe Sarayı'nda envanter çalışmasının hala başlamadığı söylendi. Oysa ki programın televizyonda gösteriminden çok önce Metropolitan ya da British Museum gibi büyük müzelerde bile olmayan bir envanter sistemini çoktan uygulamaya başlamıştı bile. Tüm bilgiler dijital ortama aktarılmış durumda ve hatta barkod sistemine de geçiyorlar.

Şeniz Atik: Benim kendi müzemde bir eserin nerede olduğu sorulduğu zaman, 10 dakikada her esere ulaşmanız mümkün.

Mahir Polat: Türkiye'de taşınmazlarla ilgili ciddi bir envanter çalışması yok. Özellikle korunması gereken anıtsal nitelikli eserlerle ilgili çalışma yok.

www.yapi.com.tr: Anadolu Müzelerinde durum nedir?

Nevra Ertürk: Müzelerde kağıt üzerinde envanter vardır, ama henüz dijital ortama geçilmemiş olabilir. Dolayısıyla, henüz 'back up' alınmamıştır veya tam anlamıyla bir standartizasyona gidilmemiştir. Ama taşınmazlar konusunda Mahir'e kesinlikle katılıyorum.

Mahir Polat: Hala tescil edilmemiş, envantere geçmemiş pekçok eser var. Bu envanteri kimin yapacağı konusunda bile bir anlaşma yok. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın mı olacak, Vakfılar'ın mı olacak, bunlar hala ortada.

Nevra Ertürk: Bu konuda, Dünya Bankası'nın desteğiyle İstanbul'un belirli bölgelerini kapsayan bir proje var. Bir yerden başlanmış, yani o kadar da kötü değil. TAY'ın projesi de çok başarılı.

Şeniz Atik: Türkiye son derece zengin bir hazineye sahip ve bu zenginliği yaşatacak kadrolara ihtiyacı var. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın bütçesinin binde 4'lerde olması ayıbının giderilmesi lazım. Müzecilerde, müzelerde ya da başka yerlerde sorun aranması yerine, bence, öncelikle devletin bütçeyi sağlıklı hale getirmesi gerek. Bu ülkeye ve bu zenginlikte kültür varlıklarına yaraşır bir bütçe olmalı.

Mahir Polat: Peki hocam, oraya geldiği için soruyorum, bu kadar zengin kültür varlıklarından bahsederken define aramakla ilgili mevzuat nedir?

Şeniz Atik: Çok ciddi bir durum; dedektör satışları patlamış durumda. Burada, devletin bir yaptırımı, bir sınırlama olmalı. Bunu başkaları da söylüyor. Köylülerin harmandan sonra işi, ellerinde dedektör araziye çıkmak ve define aramak.

Nevra Ertürk: Ama kimse bunu gündeme getirmiyor.

Mahir Polat: Basın biraz da bununla ilgilenmeli. Basına reklam da veriyorlar ayrıca.

Şeniz Atik: Belki biraz da neden bu kadar çok kaçak kazı yapıldığına değinmek gerek. Diyoruz ya özel koleksiyonlar gelişsin diye, bence en büyük talebi onlar yaratıyorlar. Bu dedektör satışlarının patlamasının sebebi de o. Koleksiyon yapanların gerekçesi de, "Biz bu eserlerin yurt dışına kaçırılmasını engelliyoruz".

Bizim için, arkeolojik eserleri kendi konsepti içerisinde yani ait olduğu yerde görmek anlamlı. Bu, tarihi saptamak, oradaki tarihi bilgileri doğru almak anlamında önemli. Ait olduğu yerden koparılmış, nereden geldiği belli olmayan bir eserin bizim için bir anlamı yok. Onları koleksiyonerler alıyorlar, nereden geldiğini bile bilmeden defterlerine kaydediyorlar.

Bazen tuhaf olaylarla da karşılaşıyoruz. Birisi gelip de bana bundan nasıl bir keyif alındığını anlatırsa da çok sevineceğim, çünkü anlamakta zorlanıyorum. Denetim için Etiler'de bir eve gittiğim zaman, koskoca bir salonda üç mezar steli (mezar taşı) gördüm. Nasıl böyle birşey olabilir, siz evinizde bir mezarlığı yaşatmak ister misiniz? O, onlar için orada dekoratif bir süs unsuru. Ama kim bilir hangi nekropolden (mezarlık) alındı ve hangi bilgiler yok edildi.

www.yapi.com.tr: Müzelerin araştırma işlevlerini yeterince yerine getirebildiğini söylemek mümkün mü?

Şeniz Atik: Söylenebilir. Bütün bu bahsettiğimiz işlerin arasında, yeri geliyor hiç uyumuyor ve araştırmalarımızı da yapıyoruz. Ama bizler kütüphanesi olan bir müzedeyiz. Taşra için bunu söylemek zor. Kısaca çalışmak bize zor gelmiyor, asıl bizlere zor gelen, bunların anlaşılmaması.

www.yapi.com.tr: Son zamanlarda dünya müzeciliğinin önde gelen isimleri İstanbul'daydı. Sizce bunun nasıl bir etkisi oldu?

Şeniz Atik: Louvre'nin direktörü ve bölüm şefleri ise kastettiğiniz, İstanbul Arkeoloji Müzesi'ni ziyaret için geldiler. Bizde bir toplantı yapıldı. Müzeyi gezdiler, çok beğendiler ve çok etkilendiler.

www.yapi.com.tr: Ortak bir proje yapılması gündemde, değil mi?

Şeniz Atik: Evet, o da gündeme geldi. Belli bir dönemde Anadolu'da yapılan kazılardan, pekçok eser Louvre'ye gitmiş. Belki bunların ortak bir yayını söz konusu olabilir, görüşmeler devam ediyor.

Tomur Atagök: Bir müzenin vizyonu olmalı, amaç netleştirilmeli. Özel müzeler bunu istedikleri gibi yapabilirler. Ben, Arkeoloji Müzesi için 'dünya müzesi' vizyonu koyabilirim. Ama, bunun için sadece koleksiyonunun olması yeterli değil. Hedefi ne? O koleksiyon nasıl tanıtılacak, halkla nasıl bütünleştirilecek, hangi eserler sergilenecek, hangi eserler geçici sergide yer alacak, hangileri destek malzeme olarak depoda tutulacak? Bunu kağıt üzerinde net olarak hesaplarsanız, ortaya konan düşünce de net olur.

Bizim müzelerimizde bu, geçici sergi hazırlandığı zaman yapılıyor. Şu temada bir sergi yapacağım, şu dönemleri ele alacağım diyorsun, depoya iniyorsun ve belli bir düşünce doğrultusunda bunu ortaya koyuyorsun. Ama geleneksel bir sergileme ile bütün müzenin değerlendirilmesi çok zor. Arkeoloji Müzesi'ndeki malzemeyi düşünün. Bir de bunların çoğu ufak parçalar değil, büyükler. Bölge bölge, kültürün bölünmeden parçalanmadan bütünlüğünü ifade edecek sergiler yapılmalı.

Yine Bakanlığı eleştireceğim. A bölgesinde yapılan kazılardan çıkan eserler yine A bölgesindeki bir müzeye götürülecek diye düşünüyorsunuz, ama her zaman böyle olmuyor. Yer olmadığı gerekçesiyle, B bölgesindeki başka bir müzeye gönderiyorlar. Orada da, eser sonradan sergiye girdiği için fazla bir anlamı olmuyor.

Nevra Ertürk: Ben, Marmara Adası'nda bir kazıya katılmıştım. Çıkan eserler, en yakın müze olduğu için Balıkesir Kuva-i Milliye Müzesi'ne gönderiliyordu. Bir tarafta Kuva-i Milliye tarihinin anlatıldığı bir sergi, diğer tarafta su altından çıkarılmış ampforaların vb. eserlerin sergilendiği başka bir sergi ve müzenin başka bir salonunda da fotoğraf makinelerinden oluşan bir başka sergi.

Tomur Atagök: Ben, müzecilerin uluslararası sergiler yaparak bazı standartları yakaladılarını düşünüyorum.

Şeniz Atik: Elbette onun da bir katkısı oldu. 1983'te yapılan "Anadolu Uygarlıkları Sergisi"nde müzeciliğin ne olduğunun farkına varabildik.

Nevra Ertürk: Aslında biraz da mekan sorunundan kaynaklanıyor bazı şeyler. Müze olarak kullanılan binalar da sorun yaratıyor müzeciler için. Tarihi yapıların müze olarak kullanılması, bir anlamda genişlemeyi engelliyor. Özellikle arkeoloji müzeleri... Sürekli yeni kazılar yapılıyor, yeni eserler çıkarılıyor ve bunlar müzelere naklediliyor... Aslında müzecilerin çalışma ortamları oldukça zor.

Şeniz Atik: Bu biraz da, müzelerin açılması ve gelişmesi belli bir plan çerçevesinde yapılmadığı için. 1960'lı yıllarda her yere tek tek, aynı tip maket müzeler açıldı. İlçelere bile müze açıldı. Bir müze, kütüphanesi, konferans salonları, laboratuarları ve depolarıyla bir bütündür, sadece sergileme alanlarıyla sınırlı değildir. Bu nedenle, çok geniş kapsamlı düşünülerek planlanması ve kurulması gerekir. O tarihlerde bazı müzeleri açabilmek için büyük müzelerden eser istendi. Çünkü sergilenecek yeterli eser yoktu. Büyük müzelerin depolarından eser seçilerek, onlara eser gönderildi. Şimdi de müzeler çok dağıldı, eleman yok deniliyor. Planlama en başında yapılmalıydı.

Nevra Ertürk: Bazı kurumlar, İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesini bir dönüm noktası olarak görüp, bu konuda yoğun bir şekilde çalışmaya başladılar. Proje yapmayı, "Hadi bir müze açalım"a çevirmeye başladılar. Mevcut müzelere dair bir durum tespiti yapalım, onları yeniden yapılandıralım diye düşünmekten ziyade, 2010 yılında 8 - 10 müze açalım diye düşünüyorlar.

Şeniz Atik: Bence şu anda müzeciler, işlerini büyük bir özveriyle yapıyorlar. Onları korumak gerekiyor. Mevcut müzelerimizde eserin güvenliğini sağlayacaksınız, bakımını yapacaksınız ve diğer görevler, üstelik az görevli olduğunu düşünürsek, bunun ne kadar büyük bir sorumluluk olduğu daha net görülür. Müzeciler, bu ağır yükü bugüne kadar son derece başarılı bir şekilde kaldırdılar.

Nevra Ertürk: Bir de süreklilik yok. Sözleşmeli olarak bir müzede işe başlarsınız, ardından yeni bir yönetim gelir ve işinize son verir. Olumlu gelişmeler oluyor, ama süreklilik olmadığı için bu gelişmeler uzun vadede etkili olamıyor.

Şeniz Atik: Aynı şey kadrolu çalışanlar için de söz konusu. Bir müzecinin, kendi koleksiyonlarını bile tanıyabilmesi için en az 10 yıla ihtiyacı var. Belki son olayların yaşanmasının nedenlerinden birisi de budur. O gitmiş ona devretmiş, o başkasına devretmiş.

Müzecilerin çok sık yer değiştirmesi, birkaç açıdan sakıncalı. Bunlardan birisi, zimmeti devrederken problem çıkma olasılığı. Ayrıca bir müzecinin, o bölgenin kültürünü tanıyabilmesi için de belli bir sürenin geçmesi gerekiyor. Sizi herhangi bir yere atadıkları zaman, siz öncelikle çevreye yabancısınız. Orayı tanıyabilmek, kültürünün içine girebilmek, oradan çıkan eserleri bilebilmek için belirli bir zamanın geçmesi gerekiyor. Bize bazen öyle şeyler geliyor ki, eğer koleksiyonu iyi tanıyorsan, "Bu, şu bölgeden gelmiş olabilir" diyorsun. Yoksa eseri tanımakta zorlanırsın.

Mahir Polat: Bu yasayı, bir de iki yıldır gündemde olan yerel yönetimler yasa tasarısı ile birlikte düşünmekte fayda var. Orada da devletin sosyal görevlerinin bir çoğu belediyelere paslandı. Genel bir çerçeveden baktığınız zaman, bu, devletin sosyal yükümlülüklerinden bir şekilde uzaklaşması gibi görünüyor.

Şeniz Atik: İstanbul'da belediyelerin bünyesinde kurulmuş olan birkaç müze vardı. Bugün artık onlar yok. Örneğin bir "tramvay müzesi", artık yok. Onları ne yaptılar?

Tomur Atagök: Cihan, sen daha çok olayın bilişim yönüyle ilgilisin. Bu anlamda ne dersin?

Cihan Çolak: TUENA (Türkiye Ulusal Enformasyon Altyapısı) isimli bir proje var. Bu, TÜBİTAK ile birlikte yürütülen bir proje. Onlarda da kültür bakımından hiçbir duyarlılık yok. Biraz kütüphanelerden bahsediyorlar ve eğitime değiniyorlar, ama müzelerden bahsetmiyorlar. Depoların kötü olması, envanterlerin doğru olup olmaması gibi pek çok sorun müzelerin sayfalarına da yansıyor. Eğer envanterleriniz doğruysa, web sayfanızda online'a geçebilirsiniz. Dünya müzeleri, artık, depolarını sanal dolaşıma açıyor.

Şeniz Atik: Sanal dolaşıma neden açıyorlar, bizim müzelerin de sanal dolaşıma açılması gerekir mi, bunların tartışılması lazım. Müzelerimizin sahip olduğu pekçok malzeme henüz yayınlanmış değil. Bu nedenle, onları sanal dolaşıma açamazsınız. Yayınlanmış olanları bunun dışında tutuyorum. Kaldı ki yurt dışındaki müzelerin birkaç büyük müze hariç, pek çoğunun koleksiyonları, bizim küçük müzelerin koleksiyonları kadar. Yine bunun için teknik donanım da gerekir, tüm müzelerin sınırsız internet bağlantısının kurulması vs. Çok pahalı ama olmalı.

Nevra Ertürk: Birkaç büyük müzeyi bunun dışında tutarsak, gerçekten, bizim müzelerimizin koleksiyonları yurtdışındaki müzelerle kıyas kabul etmez. Koleksiyonlarımız nitelik ve nicelik açısından çok zengin.

www.yapi.com.tr: İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkentliği müzeleri nasıl etkileyecek, özellikle kültüre bir vurgu var çünkü.

Şeniz Atik: Bu, müzelerin kadro sorununa eğilmek için bir fırsat olabilir. Ama bunun ötesinde, eğer müzeleri gerçekten geliştirmek istiyorlarsa, kurumlar mevcut müzelere sponsor olabilirler.

Nevra Ertürk: Bazı devlet müzeleri, Turizm ve Kültür Bakanlığı'ndan ödenek çıkmadığı için yıllarca depolarını yenileyemedi. Oysa sponsor bulunsa, projeler hazır.

Şeniz Atik: İstanbul Arkeoloji Müzesi, 1. dereceden arkeolojik SİT alanı üzerinde kurulu. Müzenin son derece ivedi bir şekilde depoya ihtiyacı var. Ama bu depo ihtiyacını gidermek için yapabileceği tek bir mekanı bile yok. Bahçe alanı var, ama SİT alanında olduğu için burayı bu anlamda kullanamıyor. Biz bunları da düşünerek yıllar önce Tarih Vakfı'nın şu anda sahip olduğu "Eski Darphane Binalarının" olduğu bölgeyi alabilmek için senelerce uğraş verdik. Biliyorsunuz orası Topkapı Sarayı bahçesi içerisinde ve Röleve ve Anıtlar Müdürlüğü de orada. Fakat sonra bir şekilde zamanın bakanı yanıltılarak Tarih Vakfı'na verildi orası. Daha sonraki bakan zamanında bunun farkına varılıyor, geriye alınması için gereken yasal süre aşılıyor ve geri alınma şansı kaybediliyor.

Kültüre hizmet veren bir kurum, kültüre ne derece zarar verici bir şekilde önünü kapatmış oldu... Ben Vakfa karşı değilim, ama o zaman alabilecekleri başka yerler de olmasına rağmen burada ısrar ettiler. Şu anda Arkeoloji Müzesi'nin de Restorasyon Merkezi'nin de önünü kesmiş oldular. Biz toplum olarak sadece kendimizi düşünüyoruz, daha geniş bir perspektiften bakmıyoruz olaylara. Sorun buradan kaynaklanıyor.

www.yapi.com.tr: Burada mevzuatta mı bir sorun var?

Nevra Ertürk: Sponsor şirketler müze depolarına sponsor olmak istemiyorlar çünkü depolar halka açık alanlar değil, sergi salonları gibi görünmüyorlar. Dolayısıyla sponsor şirketler ziyaretçi tarafından görülebilecek alanlara sponsor olmayı tercih ediyorlar.

Şeniz Atik: Mevzuatta bir sorun olduğunu sanmıyorum. Bence ilgisizlik. Onlar, işin görünen tarafı ile ilgileniyorlar.

Mahir Polat: 2010 sürecini 'elimizde sunulabilecek şunlar da var' şeklinde değerlendirmek yerine, kendimizi tanımak için istiyoruz. Bu süreç, dışarıya bir resim yapmak yerine, bu ülkenin kendi toplumu ile kültürünü daha sağlam kurumlar ile kurmakta değerlendirebilir. "Yepyeni 50 müze açalım" demektense, kendi elimizdeki kurumlar üzerinden bir şeyler geliştirilmeli.

Nevra Ertürk: Ciddi bir master plana ihtiyacımız var.

Mahir Polat: 2010, küresel düzeyde, "bizim gösterecek çok şeyimiz var" gibi bir karmaşa ile geçmemeli. Ötekinin gelmesi ve bizim kendimizi ona sunmamız, günah çıkarmamız olmamalı.