İstanbul'un İmajı Ne Olmalı?

Özellikle son günlerde ''Dubai Towers'' tartışmasıyla alevlenen İstanbul imajı üzerindeki değerlendirmeler, ister istemez yıllardır İstanbul'la uğraşmış bir kişi olarak beni de bir kez daha bu konuda düşünmeye sevk etti.

1992 yılında 1/50.000 ölçeğinde İstanbul Nazım İmar Planı çalışmalarına Sayın Prof. Dr. Nurettin Sözen'in Belediye Başkanlığı'nda başlarken, öncelikle İstanbul'un bir kültür kenti olması ve var olan kültür değerlerini daha da yücelten stratejilerin üstünde durulması amaçlanmıştı.

İstanbul'un 2500 yıllık geçmişi sürekli plan çalışmalarında vurgulanmış, yeni planlama kararlarıyla var olan taşınmaz kültür değerlerine zarar vermeden kent topraklarının kullanımı konusunda kararlar alınmasına çalışılmıştı. Kuşkusuz doğal varlıklarımızın yok olmaması için kentsel gelişmenin de kuzeye doğru engellenmesi amaçlanmış, su havzalarının ve orman alanlarının korunmasına yönelik önlemler alınmıştı.

Üniversitelerin ve meslek odalarının da bu planlama sürecinde katkısı alınırken, İstanbul'un bir New York'a, bir Dubai'ye veya Singapur'a benzemesi gibi bir düşüncenin ortaya konduğunu anımsamıyorum. Tarihsel özellikleri bu kadar zengin olan bir kentin var olan imajının ötesinde yeni bir imaj aramak o günlerde kimsenin haddi değildi, ayrıca da çalışmalara katılanların böyle bir öneriyi de ciddiye alacakları düşünülemezdi. İstanbul'un asırların ortaya koyduğu kültür değerlerinin kendisine kazandırdığı imajla yetinebileceği düşüncesinde herkes hemfikirdi.

Ne oldu da bu on üç yıl içinde her şey değişti? Sayın Doğan Kuban'ın sürekli olarak üzerinde durduğu, ''İstanbul kırsal kültürün etkisi altında kaldı'' saptaması mı, yoksa ''paranın dayanılmaz hafifliği mi?'', yoksa da İstanbul'un bugünkü yönetimi mi? İstanbul'la ilgili bu yeni imaj arayışlarının nedeni... Kuşkusuz, bu nedenlerin hepsi geçerli olabileceği gibi, daha başka nedenler de olabilir. Örneğin, Sayın Başkan Topbaş 'ın yönetimiyle merkezi yönetimin çok yakından ilgilenmesi ve dolayısıyla zaman zaman Sayın Başkan'ın saf dışı kalmış olması gibi. Ancak yine de İstanbul için yeni bir kimlik veya imaj arayışında olmanın anlaşılır bir tarafı yok. Tüm verilen zararlara, yanlış imar uygulamalarına karşın Boğaziçi, Adalar, İstanbul antik yarımadasının silueti, Galata gibi ilk akla gelen İstanbul'un dünyada eşi olmayan değerleri, İstanbul imajını oluşturan başlıca öğelerdir.

Eğer genelde firmaların prestij kazanması için inşa edilen gökdelenler yapılacaksa, Topbaş'ın danışmanı Sayın Prof. Hüseyin Kaptan'ın önerdiği gibi Kartal'a yapılsın. Kartal uygun mudur, değil midir, kuşkusuz bunun da araştırılması gerekir, ancak İstanbul'un tarihi bölgelerinde veya hemen bu bölgeleri ulaşım, silueti yönünden etkileyerek alanlarında yoğun yapılaşmalara izin verilmemelidir. Özetle, İstanbul dünyadaki hiçbir kentle karşılaştırılacak veya herhangi bir kente benzetilecek bir kent değildir. İstanbul'un var olan imajının, ki bu imaj tarihi anıtsal yapılarıyla ve doğal varlıklarıyla oluşmuştur, kaybolmaması için çaba gösterilmelidir. İki yüz elli yıl önce büyük bir granit parçasından oluşan Manhattan yarımadasının bugünkü imajı İstanbul için asla düşünülmemelidir.

Kentbilimi yönünden kötü gelişmiş, deprem riski yüksek yapılaşmış alanların gerçekçi bir yaklaşımla iyileştirilmeleri kaçınılmazdır. Ancak iyi niyetli de olsa bugünkü ''kentsel dönüşüm'' anlayışıyla bu alanların toplumsal yaralar açmadan, özel imar haklarıyla yeniden düzenlenmesi pek olanaklı gözükmemektedir. Sorunun, geçerli mülkiyetle ilgili yasalar ve parasal kaynaklar yönünden yeniden irdelenmesi gerekir.

Sürekli olarak değindiğimiz bir konuda, ülkenin 1/6'sının yaşadığı bir kentin planlama sorunlarının kentin il sınırları çerçevesi esas alınarak çözülmesinin olanak dışı olduğudur. Kuşkusuz, bugün İstanbul'un yeni metropoliten planlaması üzerinde çalışan ekip de bunun bilincindedir. Maalesef, bölge planlama kavramının salt üniversitelerde okutulan bir disiplinden öteye gitmemiş olması nedeniyle, İstanbul'un yeniden planlamasının bir bölge planından yoksun bir biçimde ne oranda ''doğru'' geliştirileceği konusunda da endişem vardır. İstanbul'un en önemli derdi ''nüfus'' artışıdır. Son yıllarda bu artış azalmış olsa da, bugünkü nüfusun da başka bölgelere aktarılması gerekmektedir. Ancak bölge planlamasıyla, yeni nüfus çekim merkezleri yaratılarak, İstanbul'un nüfusu demokratik bir biçimde azaltılabilir. Ayrıca, kent topraklarından elde edilen rantın, yine toplum yararına kamuya dönmesi ilkesi, metropoliten planlama çalışmalarında esas olmalıdır.

Eğer yukarıda değindiğim temel konular planlamada göz ardı edilirse, sağlıklı bir plandan söz edemeyeceğimiz gibi, kentsel imaj konusunda da belirsizliklerle, ''yanlışlıklarla'' boğuşur dururuz. Bir kültür kentinin gerektirdiği kent imajı, yerini ''rant ekonomisinin'' gerektirdiği kent imajına bırakır. Elimizde var olan ''İstanbul değerleri''ni korumak ve bu değerleri yüceltmek için her türlü yolu denemek zorundayız. Var olan ''İstanbul imajını'' korumak, İstanbul'u dünyanın en önemli kültür merkezine dönüştürmek, gelecek nesillere bırakacağımız en büyük mirastır. New Yorklular veya Dubaililer İstanbul gibi bir kent imajına sahip olmak için nelerini vermezlerdi... Mimar olan ve sanat tarihinde doktorasını yapmış bir Belediye Başkanı'nın da bu düşüncelerimi paylaştığına inanmak zorundayım!

Prof. Dr. Mete TAPAN