Pablo Picasso, çizimleri, baskıları, seramikleri, heykel ve resimleriyle 4 ay boyunca Sakıp Sabancı Müzesi'nin konuğu. Bunu sağlayanların başında da torunu Bernard Ruiz-Picasso geliyor. İşte onun gözünden, Akdenizli, hayat dolu, sevecen, üretken ve paylaşımcı Picasso.
Bernard Ruiz-Picasso. Pablo Picasso'nun torunu. 46 yaşında. İlla benzetmek gerekirse çene, ağız ve alnını dedesinden aldığını söyleyebiliriz. Ama o zaten çocukluğundan beri Picasso'nun pek de uzağına düşmemiş, hatta bugün ailede İspanya ile bağları en güçlü kişi o. Dedesi için de "O, İspanya'da doğdu, daha yukarıda değil" diyor. Bir de "Keşke herkes hayatı onun gibi paylaşımcı ve üretken yaşayabilse"... Bernard Ruiz-Picasso, bir torun olmanın ötesinde, Sakıp Sabancı Müzesi'ndeki "Picasso İstanbul'da" sergisinin organizatörü ve küratörlerinden biri olarak İstanbul'daydı. İspanya'daki Malaga Picasso Müzesi'nin yönetim kurulu başkanı da olan Bernard Ruiz-Picasso'yla sergi salonunda, tesadüf o ki, İspanya haritasının karşısına denk gelen bir yerde konuştuk.
-Bu büyük Picasso sergisinin hem Türkiye hem de sizin için önemi ne?
Bu topraklardaki sanat tarihinin zenginliklerini, köklerini hepimiz biliyoruz. Sanat, bugünkü dünyada gelişmek için önemli bir araç. Türkiye de bugünkü konumunda modern sanata bir giriş yapmak zorundaydı. Sergiyi Türkiye'nin modern sanatla tanışması açısından önemli buluyorum, zamanlamasının da yerinde olduğunu düşünüyorum. Tüm bu gelişmelere katkıda bulunmaktan biz de çok memnunuz.
Sonsuz keşif...
-"Picasso İstanbul'da" sergisini, diğer Picasso sergilerinden ayıran özellikler var mı?
Her sergi başlı başına bir bütündür. Buradaki eserler de bu sergiye özel. Mesela buradaki iki duvar halısı ve pek çok seramik, başka yerlerde ender sergilediğimiz eserler. Sebebi de Türkiye'de figüratif sanattan çok, böyle bir geleneğin oturmuş olması.
- Sergide aile koleksiyonundan ilk kez sergilenen birçok eser var. Bu, buraya özel bir sürpriz mi, yoksa halihazırda hâlâ sergilenmemiş Picasso eserleri var mı?
Sergideki 135 eserin çerçevesini kronolojik düzenleme oluşturuyor. İlk kez sergilenen işler de bu anlamda, bir bütünü tamamladıkları için burada yer alıyor. Sanat eseri, ait olduğu zamana, yapıldığı yere, sergilendiği ortama ve bütüne göre anlamını, görünümü de değiştirir. Sanatın sihri de buradadır. Ben, kendimi buradaki eserleri ilk kez görüyormuşum gibi hissediyorum. Bu yüzden de daha önce sergilenip sergilenmediğini çok önemsemiyorum. Picasso gibi üne ve yeteneğe sahip sanatçıların bir özelliği de bu; keşfedilecek çok yönleri var. Hem eserleri sayıca çok, hem de o eserlere her seferinde farklı gözle bakabiliyorsunuz. Hatta bütün hayatını bu işe adamış insanlar bile, her sergide yeni şeyler fark edebiliyorlar.
- Malaga Picasso Müzesi'nin yönetim kurulu başkanısınız. Ayrıca sergi organizatörlüğü ve sanat kitapları editörlüğü yapıyorsunuz...
Sonuçta ortada bir aile şirketi var. Ben de diğerleri gibi, bu şirketin bir parçasıyım. Hepimiz, hem maddi hem de manevi anlamda, elimizdekilerin değerinin farkındayız. Pablo Picasso'nun torunu olduğum için kendimi şanslı buluyor, yüklediği sorumluluklarla beraber tadını çıkarmaya çalışıyorum. Dolayısıyla bir seçimle karşı karşıya kalmadık, varisleri olarak yapılması gerekenleri yapıyoruz.
-Sanatla ilgilenmenizde dedenizin etkisi nedir?
Kültürel alanda işler yapmamda, böyle bir ailede büyümüş olmanın etkili olmadığını söylersem yalan olur. Mühendislik yerine sanatla ilgileniyor olmamın ailemle elbette bir ilişkisi var. Bir yayınevi sahibi olmamın sebebi de, dedem de dahil pek çok sanatçının yapıtlarını insanlara ulaştırmak, yeni sanatçıların ortaya çıkmasını sağlamak.
-Herkesin kafasında bir Picasso imgesi var. Bir büyükbaba olarak, 13 yıllık tanışıklığınızda Picasso'nun sizdeki imgesi ne?
Picasso İspanya'da doğdu, daha yukarıda değil. Yani güneyli, Latin karakterli birisiydi. Hayatının büyük bir kısmını İspanya dışında geçirdiği halde, onda Akdeniz kültürünün etkilerini görürdünüz. Mutlu, şen bir insandı. Tabii keyfi yerinde olduğu zamanlar... Keyfi yerinde olmadığındaysa çok korkunç olabiliyordu. Bana ve genelde çocuklara karşı iyi davranırdı. Tabii ki çocuktum ve her çocuk gibi dedemi severdim. Ama ona duyulan hayranlığın, pozitifliğin de farkındaydım ve bu olumlu tavırlardan da etkileniyordum.
- Büyükanneniz Olga Kokhlova Rus, Picasso İspanyol, annenizse Fransız. Siz kendinizi nereye ait hissediyorsunuz?
Büyükannemi ben doğmadan önce kaybettiğim için tanıma fırsatım olmadı. Rusya'yla da öyle bir bağımız yoktu. İspanya'yla ilişkimi koparmasam da, kendimi Fransız, hatta Parisli hissediyorum. Yine de ailede İspanya'yla ilişkisini en yoğun sürdüren benim. İspanyolca konuşuyorum, orada bir evim var, zaten bildiğiniz gibi Malaga'daki Picasso Müzesi'nin de yönetim kurulu başkanıyım.
Hayatı resimlerinin içinde
-Picasso deyince akla ilk gelenlerden biri de kadınlar... Siz onu 13 yaşına kadar izlemişsiniz, sizce kadınlarla nasıl bir ilişkisi vardı?
Sonuçta sanatçılar egosantrik insanlardır. Picasso da her şeyden çok sanatıyla ilgileniyordu, birlikte olduğu kadınları bu durum mutsuz etmiş olabilir. Ama yine de hayatı paylaşmayı, dolu dolu yaşamayı bilirdi.
-Hepimizin bildiği bir Picasso sözü; "Bitmiş olsa da, olmasa da tablolarım günlüğümün sayfalarıdır". Siz o günlüğün sayfalarını en iyi okuyanlardan biri olabilir misiniz?
Belki de... Öyle görmek için çabalıyorum. Sanatı ve hayatı arasındaki bağlantıyı kurarak eserlerine bir bütün gibi, yani günlüğünü okur gibi bakmaya çalışıyorum. Çünkü onun hayatı her zaman resimlerinin içinde olmuş.
-Gözleriniz bu günlüğün sayfalarından en çok hangilerine takılıyor?
Tabii, ailenin bir parçası olarak babamın babaannemin kucağında olduğu ya da hâlâ ve kuzenlerimin bulunduğu resimlere bakmaktan özel bir tat alıyorum. Ama herkesçe bilinen kübist resimlerinden önce, kübizmin temellerini attığı işlerini incelemekten de büyük haz duyuyorum.
- Onun eserleri bugünün hızlı ve karmaşık dünyasını sizce nasıl karşılıyor?
Picasso'nun sanat tarihiyle bağının ne kadar büyük olduğunu hiçbir zaman unutmamak lazım. Yakın geçmişle, tarihle, eski kültürlerle bağı çok güçlüydü. Yaşanmışlıklarla ilişkisini koparmadan günümüze uyarlamayı başardı. Tarih tekerrürden ibaret olduğu için de eserleriyle her zaman güncelliğini koruyacak bir yaklaşım ortaya koydu. Bir de sanatını yaratırken hiçbir zaman adı konmuş bir amacı olmadı. Çeşitliliğinin bir sebebi de bu. Ayrıca sağlıklı bir yaşam geçirdi, güzel yerlerde yaşadı, sevdikleriyle bir aradaydı. Anı dolu dolu yaşardı. Mesela bir sepet meyve görür, yerden aldığı gibi resmini yapar, sonra da etrafındaki çocuklara, bize hediye ederdi. Bence anı yaşadığı ve o an içinden ne geliyorsa, onu yaptığı için de güncelliğini koruyor. Bu bir seri gibi... Bir şeyi alıyor, yapıyor ve veriyor. Hem özel hem de sanat hayatında paylaşımcı ve