Nükleer Pazarlık Kapıda

Rusya’dan İran’ın Buşehr santralına nükleer yakıt yollanmaya başlanması Türkiye’yi sandığınızdan çok daha fazla ilgilendiriyor. Çünkü nükleer santral işletmenin iki yolu var:

1) Uranyum zenginleştirme: Bu işlemi sadece BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesi, ABD, Rusya, Almanya, Fransa ve Çin uyguluyor. (Dönüştürme teknolojisini Çin’in Pakistan’a, ABD’nin de Hindistan ve İsrail’e gizlice aktardığı herkesin bildiği sır sayılıyor.)

2) Nükleer yakıt satın alma: Nükleer enerji elde etmek isteyen ülkeler, bu güce sahip ülkelerden yakıt temin edebiliyor. Tıpkı İran’ın Rusya’dan sağladığı gibi.

Anlayacağınız, birinci yolu kullananlar hem enerji hem de nükleer silah sahibi. Diğerleri sadece nükleer enerji ile yetinmek zorunda kalıyor. Türkiye’nin nükleer ihalesi bu yüzden dünyanın ilgi odağı haline geldi.

Ankara tıpkı komşumuz İran gibi "santral kuruyoruz" diyerek nükleer güç sahibi olmayı mı deneyecek? Yoksa nükleer enerji eşiğini aşmayacak mı?

Aslında bu sorunun tartışılması hiç ayıp değil. Zaten Başbakan’ın İran’ın nükleer krizi sırasında ortaya koyduğu ölçü de belli: Kitle imha silahı üretenler, başkalarını üretmeye çalışmakla suçlayamaz! Diyelim ki Türkiye nükleer güç olma hevesini şimdilik erteledi.

Asıl nükleer pazarlık işte o zaman başlayacak.

Türkiye nükleer yakıtını nereden sağlayacak? Rusya’dan mı, ABD’den mi, İngiltere veya Hollanda’dan mı, yoksa Fransa’dan mı? Fransa şansını kaybetti gibi, Hollanda’ya da güvenmek zor, kalıyor geriye üç kapı.

Bakalım Türkiye milyar dolarlık pastayı kime ikram edecek? Yoksa kendi uranyum zenginleştirme merkezini kurmayı mı deneyecek? Zaman gösterecek!