Türkiye sanat ortamı, bienal zamanında olağanüstü bir canlılık gösteriyor. Bu, bir anlamda bayramlıklarını giyip, misafiri beklemek gibi bir şey. Böylece artık bienalde varsın yoksun tartışmaları eskisi kadar şiddetli değil sanki, açılan sergiler, daha kalabalık bir sanatçı kitlesine alternatif temsil olanakları sağlamış oluyor. Ayrıca bu yılki bienalde, zekice planlanmış bir de 'Misafirperverlik Alanı' var. Antrepo No.5'in ikinci katında misafir edilen sergiler, bienalin içinde ama dışında: Bu sergilerin sorumluluğunu bienal sanki almış ama almamış.
Yaramaz çocuğun sergisi
Bunlardan 'Çeviride Kaybolanlar' açıkçası kötü bir öğrenci sergisi ve hiçbir özelliği, enerjisi yok. Hafriyat grubunun 'İmalat Hatası' sergisinin enerjisi var ama bu enerji, 'Üçüncü dünya, modern ütopyanın imalat hatasıdır' gibi söylemlerde ortaya çıkıyor, yapıtların pek çoğunda değil. Halil Altındere'nin 'Serbest Vuruş'u ise, İstanbul Bienali gibi kurumsal bir yapının (yani 'baba'nın) sağladığı platformda belirgin bir siyasi muhalif tavrı istediği gibi haykırmasına izin verilmiş bir yaramaz çocuk sergisi gibi. Aslında günümüz sanatçısının işi zor: Bir zamanlar büyük kurumların kapısından giremeyen muhalif söylemler, artık aynı kurumların ne kadar demokratik olabileceğini gösterebilmesinin aracı oldu; sanatçının direnç mekanizmaları, Chin-tao Wu'nun işaret ettiği gibi, kurumların halkla ilişkiler kampanyalarının parçası haline getirildi.
Fakat bienal misafiri 'Serbest Vuruş'un kaleden golsüz dönmesinin tek nedeni bu değil: Türkiye'de başta 'Kürt meselesi' olmak üzere siyaset, ordu, darbeler, işkenceler, kimlik sorunu, cinsellik gibi pek çok yaraya parmak basan bu sergi, aslında son derece gerekli bir tartışma platformunu kurmak isterken, 'angaje' her tür sanatsal tavrın içine düştüğü tuzağa düşüyor. Küratörü Halil Altındere, "Politik söylemi bariz, topluma ve halk kitlelerine mesaj ileten bir temsil sergisi yapmadım. Şikâyet eden işlerle hiç ilgilenmedim ne de travma ve trajedileri pazarlık konusu yapanlarla" diyor ama, 'Serbest Vuruş'un politik söylemi bariz, mesajları bariz, şikâyetleri bariz. Hadi bariz olsun da peki bir toplumda psikolojik yarıklar açan bütün bu travmaların, trajedilerin insandan insana aktarabilecek bir derinliği yok mu?
Her şeye pop estetiği
Soyutlama gücü olmadığı zaman sanat, ucuz propagandaya dönüşüyor. Cumartesi Anneleri'nin dramını kötü bir TRT skeci gibi aktaran, askeri kültürün sert imgesini çoktan bayatlamış kanlı madalya, demir yumruk gibi klişelerle yansıtan, savaş olgusunu akla gelebilecek ilk fikir olan çocukluğun masumiyeti üzerinden irdeleyen, ele alınan hemen her konuyu bir tür pop sanat estetiğiyle boyayan bu sergi, aslında meselelerin farkında olunmaksızın yüzeyde bırakıldığı bir gösteriye benziyor. Bienalin tümünde olduğu gibi burada da bir gençlik sergisi atmosferi hakim. Fakat sergilenmek istenen muhalif tavra karşın sonuçta bu gençlik 80 sonrası Türkiyesi'nin gençliği. 1946 doğumlu Gülsün Karamustafa'nın hemen girişte yer alan ve kendisini askerlerle mahkemede gösteren 'Sahne' başlıklı enstelasyonuyla çoğu 20'li, 30'lu yaşlarındaki diğer sanatçıların yapıtlarını karşılaştırmak ilginç: Sahne gerçekten çok değişmiş.
Karamustafa, 1970'lerde kuşağının birçok muhalif sanatçısı gibi sol içerikli betimleyici resimler yapıyordu. O yıllarda üretilmiş sosyalist gerçekçi resimlerin hemen hiçbiri hatırlanmıyor bugün, çünkü o resimler o yıllarda da sanatsal yönüyle değil, propagandacı yönüyle bir işleve sahipti. 1970'li yıllarda bütün dünyada muhalif sanatsal tavırlar yalnızca içeriğe değil, sanatın ifade biçimlerine de yansırken Türkiye'de sanat o dönüşümü yaşayamamıştı. O yıllarda Türk sanatçıları, enstelasyon, fotoğraf, video gibi ifade biçimlerinin zaten muhalif mesajın kendisi olduğunu henüz algılayamamıştı. 'Serbest Vuruş' sergisi ise, ifade biçimi ne olursa olsun -ve mesaj ne olursa olsun-, onu iletmeye yönelik yaratıcılıktan pek nasibini almamış kaba bir temsil anlayışının, işin sanatsal yönünü yaya bıraktığını ortaya koyuyor.