Pekin Camdan Bir Başyapıtla Işıldıyor



New York'taki yeni Dünya Ticaret Merkezi'ni saymazsak, son yıllarda Çin Merkez Televizyonu CCTV'nin binasından daha iddialı bir mimari proje düşünmek güç. Projenin mimarı Rem Koolhaas, Pekin'de çalışan eski ortağı Ole Scheeren'le beraber 2003 yılında tasarımı dünyaya tanıttıktan sonra batılı gazeteciler tarafından bir propaganda aracını yüceltmekle itham edildi. Daha sonra Çinli bir eleştirmen, binanın, elleri ve dizleri üzerine çökmüş çıplak bir kadın vücudu model alınarak tasarlandığını iddia etti. Bu da basından art arda olumsuz tepkiler gelmesine neden olunca Koolhaas iddiayı yalanlayan bir açıklama yapmak zorunda kaldı.



Koolhaas'a CCTV binasını yapma teklifi 2002'nin sonunda, Manhattan'da bir zamanlar Dünya Ticaret Merkezi'nin bulunduğu "sıfır noktası"yla ilgili planlara katılma daveti aldığı sırada sunuldu. Koolhaas bu iki projeyi birden üstlenemeyeceğine karar verdi, dahası "sıfır noktası" siyasi ve duygusal olarak o kadar tartışmalı bir projeydi ki orada gerçek bir mimari değer üretmek Koolhaas'a imkânsız göründü. Sonunda tasarlamaya karar verdiği CCTV binasının, Pekin'in geleceğin şehrini temsil etme iddiasına başka hiçbir binanın yapamayacağı kadar katkısı oldu. Geçen on yılın sonundan itibaren, Pekin'in yeni iş bölgesindeki bir otobandan yükselen bina, şehrin siluetinin son derece görünür bir parçası haline geldi.



Ofislere ve yapım stüdyolarına ev sahipliği yapan CCTV binasının bacakları 13 katlı bir köprüyle tepede birbirine bağlanıyor, bir açı yaparak dışarı çıkan bu köprünün altında da bir plaza yer alıyor. Değişik yüksekliklere çıkarken sivrilen bu bacaklar kendilerine bakanların perspektifini bozuyor ve Koolhaas insan ölçülerinin en bariz göstergelerini bu yolla baskılamış oluyor. Belli bir mesafeden bakınca binanın boyutları hakkında bir fikir edinmek neredeyse imkânsız. Bir açıdan bakınca bina karanlık ve huzursuz edici görünebiliyor. Başka bir açıdan ise bacaklar kırılgan bir görünüm kazanıyor. Yine başka bir açıdan, köprünün sivri çatısı binaya tuhaf bir iki boyutlu bir özellik katıyor.



Koolhaas binanın nasıl çalışacağı ve nasıl işlev göreceği gibi daha sıradan meselelerle de ilgilenmek zorundaydı. Bina beton bir kaide üzerinde yükseliyor, bu da onu görenlerde şehir hayatından kopuk monolitik bir dünyaya baktıkları duygusu uyandırıyor. Fakat bir kez binanın içine girdiğinizde bu izlenim değişiyor. Kulelerden birinin tabanında alçak bir yapıda yer alan ana lobi çarpışan formların bir kolajı. Eşkenar dörtgen şekli verilmiş büyük çatı pencerelerinden içeri güneş ışığı giriyor. Her iki yanda da duvarlar hafif bir eğim kazanıyor. Asansörlere uzanan bir yürüme yolu mekânın tam ortasından geçiyor.



Asansöre binip birkaç kat aşağıya baktığınızda yürüyen merdivenlerden, ışık huzmelerinden ve köprülerden oluşan baş döndürücü bir yeraltı dünyası görüyorsunuz. Her sabah bir metro istasyonundan çıkan binlerce çalışan, yürüyen merdivenlerle yukarıya, lobiye ulaşıyor. Belli bir noktada umumi bir gözetleme katına ulaşıyorsunuz. Burası üç büyük ve yuvarlak penceresi olan ve köprünün açı yaptığı yere kurulmuş oyuk bir oda. Buradan bakıldığında bahçe Piranesi'nin oyma serisi "Il Campo Marzio dell" Antica Roma'daki hayali 18'inci asır Roma haritasının büyütülmüş bir hali olarak karşınıza çıkıyor. Bu harita bir şehir idealini yansıtıyor. Buna göre şehirlerin ihtişamı asırlar boyunca üst üste binmiş mimari tarzların bir çatışmasından meydana geliyor. Bir zamanların görkemli imparatorluğunun yıkıntılarından inşa edilmiş canlı bir şehre yaptığı göndermeyle bu bahçe Çin'in bariz bir simgesi niteliğinde. Koolhaas bize bütün imparatorlukların yok olup gittiğini hatırlatıyor sanki: Muhteşem binaları da içeren kültürel zaferler geçmişte kim olduğumuz ve ne olmayı umduğumuzun en kalıcı tanıklıkları olarak kalacak.

NICOLAI OUROUSSOFF