Uçağımız Zürih’e yaklaşırken yanımdaki koltukta oturan
İtalyan yolculuk boyunca sayfalarını hızla çevirdiği kitabı kapadı. Sağ elini
sol avucunun içine alıp sıkı sıkı kavradı ve bir şeyler mırıldanmaya başladı.
İnişe hazırlanan uçağın gürültüsü artmıştı, ne dediğini duyamadım. Muhtemelen
dua ediyordu. Onu bu halde görünce “Korkacak bir şey yok, dünyanın en güvenli
kentine iniyoruz” demek istedim. Bu durumda birine espiri yapmanın anlamsız
olduğuna karar verip uçağın penceresinden Zürih’i izlemeye devam ettim.
Havalimanından çıktığımızda dünyanın en yüksek yaşam kalitesine sahip kentine
ayak bastığımı sanıyordum. Yanılmışım. Yönetim danışmanlığı alanında faaliyet
gösteren ve merkezi Londra’da bulunan Mercer adlı bir şirket, her yıl dünyanın
215 kentinde gerçekleştirdiği Yaşam Kalitesi Araştırması’nın bu yılki
sonuçlarını 28 Nisan 2009’da açıkladı. Buna göre Zürih yaşanabilir kentler
sıralamasında birinciliği Viyana’ya kaptırıp ikinci sıraya düştü. Yıllardır “en
yaşanılır kent” unvanını taşıyan Zürih bu yıl ikincilikle idare edecek.
Kariyerindeki bu leke nasıl temizlenir bilmiyorum ama kent yöneticilerinin hemen
bir formül bulup yaşam kalitesini eski düzeye yükseltmesi gerekiyor.
Zürih sahip olduğu sıfatlardan birini yitirse de diğerlerini gururla taşımaya
devam ediyor. Kentin toplu taşımacılık sistemi bunlardan biri. İsviçre, asla
şaşmayan düzeniyle Avrupa’nın en düzenli işleyen ulaşım sistemine sahip. Toplu
taşımacılık ağı tıpkı bir İsviçre saati gibi işliyor. En küçük bir gecikmeye
tahammülü yok bu sistemin. Beklediğiniz otobüs, tren, tramvay, tam zamanında
durakta. Zürihliler bir yere yetişememe gibi bir duyguyu henüz yaşayamamış.
İnsanın aklına ister istemez “Bu kadar kusursuz bir kent olabilir mi?” sorusu
geliyor.
Zürih hakkında yazılıp çizilenleri daha iyi anlayabilmek için bu kenti
keşfetmek gerekiyor. Bunun için ilk adım kent içi toplu taşım sistemini denemek.
Havaalanından kent merkezine ulaşabilmek için iki seçeneğiniz var. Taksi ya da
tramvay... Tıkır tıkır işleyen raylı sistemini bırakıp taksiyi tercih etmek hem
pahalı hem de zaman kaybı. Havaalanının hemen önündeki tramvay durağına
yönelirken benimle birlikte kalabalık bir grubun da aynı yöntemi tercih ettiğini
görüyorum. Durağın dijital tabelasına göre bir sonraki tramvayın üç dakika sonra
gelmesi gerekiyor. Saatime bakıyorum. İsviçre hakkında okuduklarımın beni
yanıltmasını, tramvayın biraz rötarlı gelmesini de istemiyor değilim. En azından
hiçbir şeyin söylendiği kadar kusursuz olmadığının bir kanıtı olacak bu gecikme.
Geç gelen tramvayı zamanlamalarıyla övünen İsviçreli arkadaşlarıma kanıt olarak
gösterip “Sizin de tramvaylarınız gecikiyor, bizzat şahit oldum...”
diyebileceğim. Bütün bunları düşünürken tramvay geliyor. Hem de tam vaktinde.
Tramvayın içinde bulunan elektronik ekranda sonraki duraklara ne zaman
uğrayacağımız yazılı. Her durağa tam zamanında ulaşıp yine zamanında
ayrılıyoruz. Bu durum kent merkezine kadar yol boyunca devam ediyor.
Her gün bu kentte yaşayan ve hareket halinde olan yaklaşık bir milyon kişi
tam zamanında istedikleri yerde olabiliyor. Trafik sıkıştı, yol kapalıydı,
köprüde kaza vardı bahaneleri yok. Zaten bu nedenle nüfusun yüzde 65’i, toplu
taşıma araçlarını tercih ediyor. Arabasını kullananların sayısı ise yüzde 17.
Geç kalma korkusu olmayınca istasyonlarda yaşanan panik ve telaş durumları da
olmuyor. Herkes ve her şey saat gibi işliyor bu kentte.