Salgın Hastalıklara Karşı Nasıl Şehirler İnşa Edilebilir?



Koronavirüs salgını evimizin kapısının önünden başlayarak bütün dünyayı tehlikelerle dolu bir doğal alana dönüştürdü. Kamusal alanlar artık mecbur kalmadıkça, kritik görevlerde çalışanlar hariç kimsenin çıkmaması gereken yerler haline geldi. Çoğumuzun dünyası şu anda evimizin sınırlarıyla belirleniyor.

BBC’den Harriet Constable’ın haberine göre; ABD'de New York'daki The Cooper Union'da mimarlık dersi veren Lydia Kallipoliti, yaşadığımız şehirlerin bir salgınla baş edebilmeye göre tasarlanmadığı için bu koşullarda, düzensiz, birbirinden kopuk bir yatak odaları ve çalışma köşeleri serisine dönüştürdüğünü söylüyor.

21nci yüzyıl daha ilk yirmi yılında Sars, Mers, Ebola, kuş gribi ve domuz gribi salgınlarını yaşamıştı, şimdi bunlara bir de Covid-19 eklendi. O halde kritik soru şu: Gerçekten bir salgınlar çağına girdiysek, kentlerimizi gelecekte nasıl tasarlamalıyız ki evimizin dışı yasaklı alan haline gelmesin, güvenli ve yaşanabilir alanlar olarak kalsın?

Kentlerimiz aslında tarihi gelişim süreçleri içinde salgın hastalıklara karşı önemli değişikliklerden geçti. The Fever and Pandemic (Ateş ve Pandemi) adlı kitabın yazarı bilim muhabiri Sonia Shah "Şehirde yaşamanın ömrünüzü kısalttığı bir dönem vardı. Kentler birer ölüm tuzağıydı" diyor.

 

 

Reklam Goruntulenme Bolumu

 

 

Sanayi Devrimi döneminde kentlerin hızla büyümesi salgınların yayılmasında büyük rol oynayan kirli sokakların çoğalmasını getirdi. Londra ve New York gibi şehirler büyüdükçe tifo, kolera gibi salgınlar öyle büyük sağlık sorunlarına yol açtı ki tamamen yeni bir hijyen sistemi, kanalizasyonların inşa edilmesi gerekti. Kanalizasyonların inşası bir çok kentte salgın hastalıklardan ölümleri büyük ölçüde azalttı.

Zaman içinde şehirlerde inşa edilen binalarda ışık ve havalandırma koşulları iyileşti ve bir konutta yaşayan insanların sayısı azalmaya başladı.

Son yıllarda kent planlamasında sağlığa odaklanma çağrıları ve bunların pratikteki etkileri de artıyor.

Sonuçta evet, bazı gelişmeler oldu ama kalabalık kent merkezleri hala salgınların yayılması açısından sorunun büyük bir parçasını oluşturuyor.

Hızlı ve etkili sağlık önlemleri alınmadığı takdirde, virüs, en büyük ve bağlantıları en gelişkin şehirlerde en hızlı yayılıyor.

2050 yılında dünya nüfusunun yüzde 68'inin şehirlerde yaşayacağı öngörüldüğüne göre, kentlerin biran önce büyük salgınlara uygun bir şekilde tasarlanmasının aciliyeti ortaya çıkıyor.

Farklı şehir hikayeleri
Virüs karşısında her şehir aynı zaafları taşımıyor. Kopenhag gibi yeşil alanlarla dolu, bisikletle seyahatin teşvik edildiği varlıklı şehirler dünya çapında sağlıklı yaşam örnekleri oluşturuyor.

Fakat Kenya'da Nairobi ya da Bangladeş'te Dakka gibi ekonomik olarak daha az gelişmiş kentlerin gecekondu semtlerine gittiğinizde bambaşka bir durumla karşılaşıyorsunuz.

Kamu sağlığı uzmanı ve Harvard Graduate School of Design'da (Harvard Tasarım Fakültesi) öğretim üyesi olan Elvis Garcia temizlik koşullarına riayet edilmeyen ve temiz su sıkıntısı çekilen yerlerin bir salgının baş gösterme ve yayılma ihtimali en yüksek yerler olduğuna dikkat çekiyor.

"Bundan 10 yıl sonra dünya nüfusunun tahminen yüzde 20'si temiz su, sağlık ve hijyen-temizlik altyapılarına erişimin sınırlı olduğu kent ortamlarında yaşıyor olacak." diyor.

Temel hijyen ve temizlik koşullarının geliştirilmesi daha sağlıklı şehirler için atılacak ilk adım.

Elvis Garcia "Bu doğru dürüst temiz su, sıhhi tesisat ve kaliteli konut demek" diyor.

Virüsler kalabalık sever
Kalabalık yani nüfus yoğunluğu bulaşıcı hastalıkların yayılmasında rol oynayabilen en önemli faktörlerden biri.

Bunun çok basit bir sebebi var. Kalabalıkta bulaşıcılık katsayısı artabilir.

Çin'de Covid-19 salgınının başladığı Vuhan kenti, 11 milyonluk nüfusuyla ülkenin orta bölgesinde nüfusun en yoğun olduğu kentti.

Aynı şekilde ABD'de salgının etkisinin en kötü hissedildiği kent New York da bu ülkenin nüfus yoğunluğu en yüksek kenti.

Bugün salgın karşısında alınan önlemler ve kamusal alanların kullanımı konusunda yapılan ilk değişiklikler bize yarının salgına dayanıklı kentleri konusunda ipuçları veriyor.

Dünya çapında bir çok kentte insanlara daha geniş alan verebilmek amacıyla bazı sokaklar trafiğe kapatılıyor.

California'da Oakland'da kentin yaklaşık 100 kilometrelik sokak ve caddesi sadece yaya ve bisiklet trafiğine tahsis edilip motorlu araçlara kapatıldı.

 

 

Reklam Goruntulenme Bolumu

 


'Yeşil zamanın' önemi
Salgın sırasında kent sakinlerinin zihin ve beden sağlığı açısından erişilebilir geniş yeşil alanların ne kadar önemli olduğu görüldü.

Amsterdam'daki UNStudio'dan mimar Marianthi Tatari günde 20 dakika 'yeşil zamanın' yaşadığımız ortama daha sağlıklı ve insani bir yaklaşım sunduğunu söylüyor.

Fakat hijyenin bu kadar önemli olduğu bir tehlike karşısında bir parkta ellerinizi ne kadar temiz tutabileceğiniz önemli.

Ev içinde yapılabilecek değişiklikler
ARUP adlı mühendislik firmasından küresel sürdürülebilir gelişme müdürü Jo da Silva yaşadığımız ve çalıştığımız binaların içinde de değişikliklere gitmemiz gerekebileceğini söylüyor.

Paylaşılan binalar yani apartmanlarda daha fazla asansör ve çok sayıda merdiven seçeneklerinin faydalı olacağını, böylelikle bir çok kişinin aynı anda aynı ortamda bulunmasına sebep olan "düğüm" noktalarının açılabileceğini düşünüyor.

Evler ve işyerlerinde enerjinin daha etkin kullanımı amacıyla son yıllarda inşa edilen ofis ve konutların önemli bir kısmında pencereler açılmıyor.

Ama evlerde daha çok zaman geçirilecekse ABD'den mimarlık hocası Lydia Kallipoliti, buraların daha havadar ve aydınlık olmasının sağlanması gerektiğini söylüyor.

Haberin tamamına linkten ulaşılabilir.