Tatil deyince beklentiler
hemen hemen aynıdır. Kumsal, deniz ve güneş. Bunlara bir de yeşili eklediğinizi
hayal edin. Ya da etmeyin, Doğu Karadeniz’in bulutlara kafa tutan dağlarını,
yeşilin her renginin bulunduğu uçsuz bucaksız ormanlarını, enerjisi bitmeyen o
azgın nehirlerini, tüm sakinliğiyle sizi karşılayan göllerini, bu doğanın
koruyuculuğunu ve ev sahipliğini yapan misafirperver yöre halkını ziyarete
gidin...
Batum’da Rus
mimarisi yapılar.
Bu güzellikleri görmemize vesile olan
TÜRSAB Doğu Karadeniz inceleme gezisine erken saatlerde
Erzurum’dan başladık. İlk durağımız Erzurum Evleri. Burada bizi
mükellef bir kahvaltı sofrası karşılıyor. 11 evin birleşiminden oluşan evlerin
içi aynı zamanda bir müzeyi andırıyor. Burada, kentin yöresel yemeklerini tatma
şansı buluyoruz. Çeşidin ve lezzetin zirve yaptığı kahvaltıdan sonraki durak,
Erzurum’a bağlı Uzundere İlçesi Çamlıyamaç Köyü’ndeki Öşvank
Kilisesi. Dokuzuncu ve 10. yy’da Gürcistan’ın altın çağında yapılan
kilise Gürcü mimarisiyle inşa edilmiş. Ancak şu anda ne yazık ki kuşların ve
yağmacıların uğrak yeri. Kilise her sene 2 bini aşkın Gürcü turisti ağırlıyor.
Öşvank
Kilisesi.
Ve Artvin...Yeşili, dağları, nehirleri ve onları süsleyen
tarihi köprüleriyle, doğanın tüm güzelliğini cömertçe sunan Doğu Karadeniz
şehri, Artvin... Tüm bunların yanında birçok doğa sporuna imkan
sağlayan şehirde akarsu sporları, dağcılık, avcılık, kış sporları ve yamaç
paraşütü yapılabiliyor.
Kah uyuklayıp kah doğayı seyre daldığımız
yolculuğumuzda, Tortum Çayı üzerindeki Tortum Şelalesi’nin
gürül gürül sesini duyunca tüm yorgunluğumuz akıp gidiyor. Kısa bir mola ve
güzel bir demli çaydan sonra Yusufeli’ndeyiz. Çoruh Nehri ve Barhal Çayı’nın
birleştiği vadideki ilçeye vardığımızda yöre insanının meraklı bakışları, Artvin
Valisi ve ona eşlik eden koruma heyetiyle karşılaşıyoruz. Çoruh Nehri kıyısında
yenen nefis tandırdan sonra nehirde kano yapan gençleri izliyoruz. Ve tekrar
otobüslere binip kalacağımız DSİ tesislerinde alıyoruz soluğu.
Ertesi
gün Borçka Karagöl’e yol alırken daracık yollardan geçip
ağaçların yolu kapatırcasına önümüzde eğildiği, zaman zaman toprağın bile
gözükmediği bitki örtüsü eşliğinde sanki herkesten gizlenmeye çalışan Karagöl’e
varıyoruz. Küçük bir tesisin bulunduğu gölde kayık gezileri yapılabiliyor. Fakat
göl, onu besleyen nehirlerin dağlardan getirdiği alüvyonla yavaş yavaş dolma
tehlikesiyle karşı karşıya.
Öğle yemeğimizi yiyeceğimiz, bir sonraki
durak, Artvin’deki Gürcü köylerinden biri olan Efeler. Ormanın içinde neredeyse
kaybolmuş gibi duran aile pansiyonunda yenen Gürcü yemeklerinin lezzeti bir
başka. Karnı doyan kafileyi Camili, diğer adıyla Macahel’de
yemyeşil otlar-sarmaşıklar, rengarenk kır çiçekleri, gürgen-kayın-kestane-çam
ağaçları karşılıyor. Türkiye’nin Gürcistan sınırında Karçal Dağı eteklerinde
altı köyden oluşan Camili Vadisi’nin, kış koşullarından dolayı yılın altı ayı
dünya ile bağlantısı kopuyor. Burada, TEMA’nın Eğitim ve Konaklama
Merkezi’ndeyiz. Avluda içilen çaylardan sonra, ilerleyen saatlerde Macahel
Yaşlılar Korosu’nun ritmine kapılıyoruz. Tesiste yenen akşam yemeğine TÜRSAB
Başkanı Başaran Ulusoy ve Artvin Valisi Mustafa Yemlihalıoğlu da eşlik ediyor ve
gecenin karanlığında Macahel’den tüm günün yorgunluğluğuyla ayrılıyoruz.
Sempozyum ve sonuçları
Ertesi gün Artvin
Valiliği tarafından düzenlenen sempozyumda, Artvin Çoruh Üniversite Öğretim
Üyesi Doç. Dr. Aydın Tüfekçi, açılış konuşmasında, Artvin’in
kültür ve turizm varlıklarını ve bu alandaki faaliyetleri anlattı. Artvin’in,
turizmde istenen hedefi bir türlü yakalayamaması, yapılması gerekenler ve
tanıtım eksikliğinin üzerinde durdu. Konuşmayı devralan Başaran Ulusoy ise
çarpık yapılaşmaya dikkat çekti ve yeşil dokuya uygun bir mimari tercih edilmesi
gerektiğini savundu. Sempozyumdan çıkan sonuç, Artvin’in turizm için biraz daha
yol alması gerektiği, tesisleşme ve bilinçlenme ihtiyacının olduğuydu. Ama belki
de bu yalınlık bu güzelliğe yakışandı ve olması gereken de buydu. Tüm bunlar bir
yana Artvin’in en büyük sorunu, yöre halkının da sıkça sesini yükselttiği
HES (Hidro Elektrik Santral) barajları. Bölgeye yapılan
barajlar bölgenin doğasını, nehirleri ve buradaki yaşam döngüsünü tehdit
ediyor.
Artvin’de son durağımız Şavşat. Bizi burada
yakın ilgisiyle Şavşat Kaymakam’ı karşılıyor. Birlikte yenen öğle yemeğinden
sonra bu bölgeyi gezme şansı buluyoruz. Bitki örtüsü Artvin’dekinin aksine daha
düz bir alana yayılmış. Dört yanı sıra dağlarla çevrili, Anadolu ve Kafkas
kültürünün harmanlandığı ve Kafkas mimarisinin egemen olduğu Şavşat, ev
turizminin yaygın olduğu güzel bir ilçe. Bu bölgede kırmızı benekli alabalığa
sıkça rastlamak mümkün. Ardından yolumuz Şavşat Karagöl’e düşüyor. Bu doğa
harikası göl ve çevresi 1994 yılında milli park ilan edilmiş. Şavşat, her
noktası ladin ve çam ağaçlarıyla bezeli, hayranlık uyandıran bir
ilçe.
Artık Artvin’i geride bırakıp Hopa Sarp Sınır Kapısı’nda
Gürcistan’a giriş yapıyoruz. Buradaki durağımız sınır kapısından yaklaşık yarım
saat uzaklıktaki Batum. Şehir önce köhne yapısıyla sizi biraz ürkütse de, uzun
bloklar halindeki Rus mimarisini taşıyan evler, uçuk sarı, pembe, mavi ve yeşil
tonlardaki dış boyalarıyla insanı etkiliyor. İçlere doğru ilerledikçe eski
yapılar yerini daha modernlerine bırakıyor ve her yerde bir şantiye görmeniz
mümkün. Karadeniz kıyısında olmasına rağmen Artvin’deki serin havanın yerine
nemli ve sıcak hava hakim. Şehir çok haraketli, plajları da öyle. Kendini şehrin
her yerine yayılmış kumarhaneleriyle bölgenin Las Vegas’ı ilan etmeye hazırlanan
Gürcistan bir çok ihtiyacını Türkiye’den karşılıyor. Ortaklaşa yapılan anlaşma
sonucu vizesiz giriş çıkışlar iki ülke alışverişini hızlandırmış. En büyük payı
da inşaat sektörü almış, çoğu inşaat şirketi Türk. Batum’da dünyanın en büyük
botanik bahçelerinden birini gezme şansı buluyoruz. 1912’de açılan bahçe Eski
Sovyetler Birliği’nin en büyük botanik bahçesiymiş. Görülesi bu güzel şehirden
bir gün sonra ayrılıyoruz.
İstanbul’a dönüş yolculuğu başladı. Batum’da
başlayan dönüş yolculuğunda, Rize Çayeli’nden geçerken başka yerde tadılması
mümkün olmayan kuru fasulyeden tatmak için mola veriyoruz. Tüm bu Doğu Karadeniz
Bölgesi’nin bizlere sunduğu doğası, değişik damak tatları ve kültürel zenginliği
ile tatil programlarında ön sıralara çıkmayı çoktan hak etmiş
bulunuyor...