"Sistem, Düşünmeyen Bir İnsan Modeli İstiyor"



Mimarlık gündeminin önemli başlıklarından biri de 'mimarlık eğitimi'. Eğitim süresinin verimli kullanımından, fakültelerin gündelik yaşamla bağlarının kopmasından fakülte yönetimlerinin başarı kriterlerine kadar pekçok konuda eleştiri odağı olan 'mimarlık eğitimi'ni, içeriden birisiyle konuşalım istedik. İTÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü Mimarlık Tarihi Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. Günkut Akın'a, mimarlık eğitimiyle ilgili eksikleri, gelecekle ilgili beklentilerini sorduk.

Mimarlık eğitiminde neler eksik, ne gibi düzeltmeler yapılmalı?
Öncelikle, bunun sadece üniversite ile sınırlandırılamayacağını söylemek gerek. Türkiye'nin çok temel, büyük bir eğitim sorunu var. Onun içinden üniversiteyi soyutlayarak eğitimi düzeltmek hiç mümkün değil. Mimarlık bilgisi, kültürel bir arka plan, görgü gerektiriyor. Aslında, farklı bir lise eğitimi gerektiriyor. Türkiye'nin en sorunlu iki alanı, eğitim ve sağlık. Çok az pay ayrılıyor ve düşünce üretilmiyor. Türkiye'nin, temelde büyük bir kültür sorunu var. Bu sorun, eğitimle çok yakın ilişkili, eğitimi nasıl gördüğünüzle ilişkili. Bu, o kadar da kolay çözülebilecek bir sorun değil; uzun vadeli düşünmek ve bir zihin değişikliği yapmak gerek.

Bu biraz da tarihsel süreçle, Türkiye'nin konjonktürü ile ilgili. Bu, Türkiye'de uzun vadede büyük çaplı bir yapısal değişim olursa yeniden konuşulabilecek bir konu. Bütün bu anlattıklarımızdan sonra, yine de mimarlık eğitimini biraz olsun iyileştirmek istersek; öncelikle mimarlık eğitimi süresi konusundaki sıkıntıyı aşmalıyız. Madem ki üniversite öncesi eğitimin yetersiz olduğunu söylüyoruz, o zaman üniversite eğitiminin süresini biraz uzatmalıyız. Ben ve benim kuşağım, 5 yıllık bir eğitimden geldik. Mimarlık eğitimi, en azından bir beş yıl olmalı.

Aslında, Türkiye'de işler tersine gitti. Ben, eskiden üniversite öncesi eğitim kalitesinin daha iyi olduğuna inanıyorum. Öyle olduğu halde, üniversite eğitiminin süresi daha uzundu. Şimdi o eğitim çöktü, üniversite eğitiminin süresi kısaldı. 4 yıllık bir eğitim, özellikle mimarlık için çok yetersiz. Mimarlık eğitimi, ülkenin genel kültürel düzeyinden ayrı düşünülemez. Kültürel düzeyleri çok daha yüksek ülkelerde bile, mimarlık eğitimi 5 - 6 yıldır. Türkiye, 4 yıllık eğitimle yetki veren son birkaç ülkeden birisi. Bu, akıl almaz bir durum. Bu, eğitimin bütününü ciddiye almamaktır.

Bu bir boyutuydu. Peki, sanıyor musunuz ki bu 4 yıllık eğitimin tamamını kullanıyoruz? 7-8 yıl önce kredili sisteme geçtik. Ders sayıları azaltıldı. Aslında, bu olumlu bir adımdı. Öğrencilere, kendilerine katkı yapmaları için gereken zamanı vermek için iyi bir girişimdi. Fakat, planlandığı gibi olmadı. Çünkü öyle bir alışkanlık, bilinç yok Türkiye'de. Öğrenciler, diploma aldıkları zaman mimar olacaklarını varsayıyorlar. Ders dışında kendi kendini eğitmeyi düşünen öğrenci sayısı çok az. Bu, sorunun öğrenci tarafı. Bir de üniversite tarafı var. Sanki bu programı öğrencilere öneren kendisi değilmiş gibi, o boş zamanları doldurmaya yönelik yeni uygulamalara girişti. Örneğin çift anadal gibi. En fazla düşünce üretmesi gereken kurum olan üniversite, düşünce üretmiyor bence.

Bu parçalanmışlığı neye bağlıyorsunuz?
Düşünce üretimi konusunda, son 20-30 yıllık dönemde dünyada farklı bir bakış açısı oluştu. Postmodern döneme geçmemizle birlikte, bilgiye yeni bir bakış açısı, yeni bir paradigma önerisi geldi. Artık, bilginin derinliksiz olması bir amaç. Bunu bize söyleyenler felsefeciler. Sistemsiz, parçalardan oluşan, daha yüzeysel bir bilgi. Bu çok karmaşık, çok boyutlu bir durum. İnsan aklının bütünselliğinin kaybolması, bilginin parçalanması, sistemli düşünceden uzaklaşılması kimin çıkarınadır, onu düşünmek gerekiyor. Sistem, düşünmeyen bir insan modeli istiyor.

Üniversiteler arası iletişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizim okulda olumlu bir eğilim var. Hocalarımız, Anadolu üniversitelerine gidiyorlar, oralarda derslere katılıyorlar. Anadolu Üniversitelerinin, İstanbul'daki büyük üniversitelere göre daha avantajlı olabileceğini düşünüyorum. İstanbul'da olmak, büyük olmak önemli değil aslında. Yıldız da bize yakın büyüklükte. Ama, çok büyüğüz. Mimarlık eğitimi, o kadar da karmaşık, zor değil. Nitekim, vakıf üniversiteleri çok daha küçük gruplarla yapıyorlar bunu. Anadolu Üniversiteleri de öyle. Aslında büyüdüğümüz için de bir sorun var galiba. Büyümek, eğitimin çarpıklaşmasını da beraberinde getiriyor. Bütün bu akademik atama sistemleri, bence eğitimi çarpıtan sistemler.

Örgütlenme yapısından kaynaklanan bir sorundan bahsediyoruz, öyle mi?
Büyük üniversitelerin, kendi kalite anlayışları doğrultusunda öğretim üyelerinden beklentileri, akademik beklentileri... Bunlar, bence üniversiteye uygun olmayan kriterler. Mimarlık eğitimini gereksiz yere karmaşıklaştırıyor. Karmaşık uzmanlıklar oluşuyor. Ama, uzmanlaşma arttıkça eğitime katkı azalıyor. Mimarlıkla kurduğumuz somut ilişkiden uzaklaşma alanları oluşuyor.

Siz, öncelikle sürenin uzatılması gerektiğini düşünüyorsunuz.
Bu süre bölünmemeli de. 3 + 2 de anlamlı gelmiyor bana. Bu, ciddi bir yaklaşım olmaz. Ayrıca hoca da, bir mimar adayına mimarlığın bütününü öğretemeyeceğini kabul etmeli. Öğretebileceği kısmı ne kadar zamanda verebileceğini, dürüst bir şekilde düşünmeli. Çocukların kafasını da karıştırmamak gerek. Bunu uygulayan ülkeler var. Öncelikle, nasıl bir mimarlık istediğimizi düşüneceğiz. Mimarlık parçalanıyor, sürekli yeni bölümler açılıyor. Bu yeni bölümlerin müfredatlarının bile doldurulabildiğine inanmıyorum. Bir kanser sardı üniversiteyi. Hastalıklı bir durum, devamlı büyüyor ve bölünüyor. Bence oturup düşünmek ve yalınlaşmak gerekiyor.

Mimarlık yakın geleceğinde Türkiye'de ve dünyada ne gibi gelişmeler bekliyorsunuz?
Benim, kendi adıma bazı isteklerim var. Dünyayı bilmiyorum, ama Türkiye'de neler olacağının işaretlerini görüyoruz. Ama bu beklenmedik bir durum değildi, hatta bu kültürsüzlük içinde başka türlü olması mümkün değildi. Toplumun gözünde bir kent imgesi yok. Ama aşağı yukarı 50'lerden bu yana, farkında olsunlar olmasınlar, Türkiye mimarlarının da kafasında 'gökdelenler kenti' imgesinden başka bir imge yok. Başka bir imge öneren yok.

Bunu, eğitim sisteminden kaynaklanan bir sorun olarak görmek mümkün mü?
Bu, tarihten kaynaklanan bir sorun. Bütün gecikmiş modernlerin yaşadıkları bir sorun bu. Açıkçası, bir düşünce tutulması var burada. Bu durumu aşabilecek potansiyele en fazla sahip olan belki de bizdik, ama beceremedik. Bu ülke, sahip olduğu bütün doğulu değerlerin yanısıra, organizasyon becerisi de yüksek bir ülkeydi. Bir 17. yüzyıl mimarlık metnini incelerseniz, çok sistemli bir düşünce olduğunu görürsünüz. Batıda ne kadar sistemliyse, o kadar sistemli. Türkiye, buna rağmen bir çıkış noktası bulamadı.

Hiç umutlu değilsiniz.
Ben umutsuzum, ama şu da var. Umutlulardan daha umutluyum. Postmodern dönemde iyimserlik, kötü olanı görmeme var. Ama durum bu kadar kötüyken pembe tablolar çizen, salt İstanbul ve onun da seçkin çevrelerineodaklı düşünen ve sayıları gittikçe artan bir mimarlar grubu var. Her türlü eleştiriden uzak, eleştiriyi kendine yasaklamış bir insanlar grubu. Ben kötümserim. Onların en yüksek nokta olarak düşündükleri, benim için en dip nokta. Bu kaos, bu kendi kendine yürüyen kent, kontrolsüzlük, bence çok kötü. Bu kötü noktanın farkedilmesi gerekiyor. Kaosla bile böbürlenmekten vazgeçmek gerekiyor. İşte bunun için de kültür gerekiyor. Belki ondan sonra bir şans olabilir.

Kendinizi nasıl besliyorsunuz?
Okuyarak ve gezerek. İzlediğim yazarlar var. Bazı dergileri izlemeye çalışıyorum.

Türkiye'deki yayınları nasıl buluyorsunuz?
Sistematik bir yayın politikası olan bir yayınevi gerek. Temel yayınları Türkçe'ye çevirtecek, onların yazılmasını teşvik edecek bir yayınevi. Periyodikler arttı, aslında biraz savurganlık boyutuna bile vardı. İşin başka bir boyutu, Türkiye'de mimarlık yazarı da çok az. Belki yayınların sayısını artırmak değil de, niteliğini geliştirmek ön plana çıkmalı. Yurtdışındaki temel yayınların izlenmesi konusunda büyük sıkıntı olduğunu düşünüyorum. Evet, şimdi eskisine göre yabancı dil bilirlik daha fazla, ama yine de derin bir metni anlayabileceklerin sayısının çok olduğunu düşünmüyorum. Türkçe'ye çevrilmesi gerekiyor. Nitekim her batı ülkesi kendi dillerine çevirir. Muhakkak, temel metinlerin sistematik bir şekilde saptanması ve Türkçe'ye kazandırılması gerekiyor.

Bu yetmiyor, kapsamlı bir mimarlık kitaplığı da gerek. Herhangi bir batı üniversitesindeki gibi, aranan herşeyi bulabildiğin bir kitaplık. İşin tuhafı, kitaplık denilince, Türkiye'de artık sadece yabancı yayınları anlıyoruz. Oysa, yerel kaynakları da içeren, en küçük yerel bilgi kırıntısını bile toplayan bir kitaplık olmalı. Bunu, üniversiteler bile takip etmiyor artık.
Ve kurumsal bir şekilde Türkiye'deki mimarlık bilgisinin toplanması ve arşivlenmesi gerek. Bu anlamda yeni yeni birşeyler oluşuyor. Bu konuda, üniversitelerde birçok araştırma var. Modern geçmişimizi çok iyi bilmeliyiz.