"Siyasetçiler Tarihi Kötüye Kullanmasın"

Uğur Tanyeli, İclal Dinçer, Cevat Erder ve Murat Güvenç, Gezi Parkı'nda yapılan basın açıklamasında

Siyasetin, başka hedefler için tarihi araçsallaştırmasından yakınan konuşmacılar, ayrıca 'mimarlık aracılığıyla itiraz eden bir toplumsal hareket'le karşı karşıya olunduğunun altını çizdiler.

Tarih Vakfı Onursal Başkanı İlhan Tekeli: Bir siyasi otoritenin bu konularda karar verme yetkisi olduğunu düşünmüyorum

Son yıllarda tarihin siyasetçiler tarafından çok kötü kullanıldığını görüyoruz. Siyasetçilerin tarih duyarlılığı güzel; ancak kötüye kullanmaları ortaya kötü sonuçlar çıkarıyor. Bugün, 'tarihin kötüye kullanılmasının' üç farklı biçimine şahit oluyoruz. Bunlardan biri, tarihin anlatısının distorsiyona uğratılması; araçsallaştırılıyor. İkincisi ise, sahte bir koruma bilinci içinde başka siyasi hedefler gerçekleştirilmek isteniyor. Bu ikisinden de daha kötü olan üçüncü biçim ise, tarihe öykünen binalar yapılması. Türkiye'nin kamu binaları gelecekte sanat tarihi metinleri içinde yüz karası olarak görünecek binalar şeklinde yapılıyor ve buna siyasi otorite karar veriyor. Bir siyasi otoritenin bu konularda karar verme yetkisi olduğunu düşünmüyorum. Bu başka bir uzmanlık alanı; özellikle kentlerde yeni yapılan binaları geçmişin referanslarıyla siyasi olarak bağlamak, bu neslin mimarlarının yaratıcı kapasitelerine bir saygısızlık olarak görüyorum. Ben aynı zamanda bir kent plancısıyım ve bir siyasi otoritenin boş zamanlarında kendisini kent planlaması yapmaya adamasını da çok tuhaf buluyorum. Bunun toplumda uyandırdığı tepkiyi de memnunlukla izliyorum.

Tarih Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Ferdan Erkut: Başbakana tarihçiliğin bazı olmazsa olmazlarını anlatmamız gerekiyor

Biz tarihçiler için özgür ve tabusuz bir kamusal alan talebi yaşamsaldır. Çünkü tarihçiler doğru ve mümkün olan en nesnel bilgiyi, ancak birbirleriyle tartışarak, birbirlerinin fikirlerinden istifade ederek ve onları eleştirerek ulaşabilir. Demokratik rejimler, dört yılda bir yapılan seçimlerin varlığıyla değil, karar alma süreçlerine katılım düzeyleriyle tanımlanırlar. Otoriter rejimler ise katılımı çeşitli biçimde kısıtlarlar. Tarihsel bilginin çarpıtılarak, suistimal edilerek, tarihten tek bir doğru ve otorite çıkarılması da bu katılımı engelleme biçimlerinden biridir. Gezi Parkı ve Topçu Kışlası örneğinde de bunun örneklerinden birini yaşadık. Başbakana tarihçiliğin bazı olmazsa olmazlarını anlatmamız gerekiyor. Hiç bir toplumun tarihinde, tereddütsüz olarak üzerinde anlaşılabilecek tek bir gelenek yoktur. Gelenekler elbette önemlidir; ama farklı toplumsal kesimlerin farklı hafızaları, farklı gelenekleri vardır. Gerici / ilerici sözcüklerini hiçbir zaman kullanmadım; en başta tarihçilik açısından oldukça sorunlu kavramlardır bunlar. Fakat gerici sözcüğünün anlamlı olacağı tek bir alan varsa, o da geçmişte yaşanmış ve iyi olduğu düşünülen bir tecrübenin aynen günümüzde de yaşanmasına çalışılmasıdır. Bütün ideolojilerde görülebilecek bu yaklaşım, esas olarak en çok karşılaşılan gericilik formudur. Yeni bir Anayasa yazma iddiasındaki bir toplum, hedeflerini 'geçmişi ihya' üzerinden saptayamaz.

Uğur Tanyeli: Neredeyse hükümete teşekkür edeceğim geliyor

Dünya tarihinde ilk kez mimarlık aracılığıyla itiraz eden bir toplumsal hareket görüyorum. Bunu dikkatlice yorumlamakta yarar var; eğer dayatmalarınızı mimarlık, kent planlama aracılığıyla yapıyorsanız, itirazlar, isyanlar da mimarlık, kent planlama aracılığıyla olur. Bence böyle birşey beklemekten daha olağan bir durum yok. Ben hep derslerime 'fiziksellik olarak görünmesine karşılık, kentin bir toplumsallıktan başka birşey olmadığına' vurgu yaparak başlardım. Şimdi burada fizikselliğin nasıl toplumsallık için ikincil olduğunu görme fırsatı buluyoruz ve kavgalarımızı da mekanda, mekan aracılığıyla, mekanın araçlarıyla veriyoruz. Hükümet bunu ne kadar amaçladı, öngörebildi mi hiçbir fikrim yok; ama neredeyse teşekkür edeceğim geliyor, çünkü bunu başarabilmek Türkiye'de nasip oldu. Bu kışlanın yeniden yapılması tartışılmayacak kadar saçma bir mesele olduğu için, bu tuzağa düşerek 'yapılsın mı, yapılmasın mı' diye tartışmayı doğrusu anlamlı bile bulmuyorum. Bundan 70 yıl önce şu veya bu sebeple ortadan kaldırılmış bir binayı, ondan daha önemli olduğu üzerinde çoğu mimarın, mimarlık tarihçisinin, toplumun çeşitli üyelerinin uzlaşabileceği bir park alanının ortadan kaldırmak suretiyle yeniden yapacağım demenin, hiçbir mantıkla açıklanabilir olduğu kanısında değilim.

Başka bir açıdan da itirazda bulunmak istiyorum; bunun ideolojik bir eylem olduğunu söylemek, burada yapılan işe bir iltifattır. İdeolojinin içinde 'idea' diye bir sözcük var, Yunancada 'fikir'den kaynaklanır; burada fikrin ancak 'z'sini bulabilirsiniz. İdeolojik olsaydı, oryantalist bir kışlayı yeniden yapmak için hevesli bir İslamcı bir iktidar görmezdik. Benim bildiğim kadarıyla muhafazakarlar ve islami eğilimleri güçlü olan gruplar, oryantalizmden nefret ederler. Kışla projesinde, batılı gözle doğuyu görmek olarak nitelendirilecek bir bakış açısının ürünüyle karşıkarşıyayız. Buna niye bu kadar hevesle yandaş olunduğunu, ısrarla inşaa edilmek istendiğini, anlamaktan acizim.

Burada tartışmaya açık başka bir probleme de işaret etmeden de geçmek istemiyorum; karar verme süreçlerinin bu kadar antidemokratik hale geldiği bir yerde, mimarlık başka bir nedenle de kavga konusu olur. Şöyle bir projelendirme süreci yeryüzünde başka bir yerde duyan bilen varsa lütfen bana açıklasın: Önce 'kışlayı yeniden yapmak istiyoruz', sonra 'AVM de olur, rezidans ta olabilir, şehir müzesi de olabilir'... Önce ne yapmak istediğinize karar verirsiniz. Burada mekan aracılığıyla bir dayatma etkinliğinden başka hiçbir açıklamasını bulamadığım bir durum söz konusu.

Günkut Akın: Çok kapsamlı bir politik projenin aşamalarından biri

Bunu sadece bir rant projesi olarak değerlendirmenin eksik olacağını, çok kapsamlı bir politik projenin bir parçası olduğunu düşünüyorum. Taksim düzenlemesi, erken Cumhuriyet döneminde yapılmış bütüncül bir projeydi; bence şu anda yapılan da bütüncül bir müdahale. AKP'nin, Başbakan'ın parka olan tepkisi de yeni değil; küçük küçük işaretler veriliyordu. Henri Prost, muhafazakar kesimde alerji yaratan bir isim; Başbakan kendisi, "Burayı bize park diye yutturdular" demişti. Neredeyse 10 yıldır parkta hiç bakım yapılmadı, polisin taşınması sırasında mermer işler kırıldı, hiç peyzaj düzenlemesi yapılmadı.

Murat Güvenç: Hem hüzünlü, hem heyecanlı, hem de biraz kaygılıyım

Söylenmedik, söylenecek ne kaldı? Wittgenstein, "Söylenebilir olanın bir sınırı vardır" der. Bu laf, 'söylenebilirin ötesinde birşey yoktur' demiyor; 'söylenebilir, hakkında konuşulabilir olanın bir sınırı vardır' diyor. 'Ahlak, estetik, güzellik, duygular, değerler hakkında mantıksal olarak konuşamayız; ama böyle bir alan vardır' demek istiyor. Bu, sözcüklerin, söylenenin anlamını düşünmeyi gerektiriyor ve maalesef içinde yaşadığımız ortamda, sözcüklerin anlam dünyası acımasızca yağmalanıyor. İlhan Bey, 'tarihin araçsal kullanımı' derken, bence tarihi yapan sözcüklerin araçsal olarak yağmalanmasına işaret ediyordu.

Yine Wittgenstein der ki, "Sözcüklerimin sınırı, dünyamın sınırıdır". Bu önermeyi iki biçimde okuyabiliriz. Bunlardan biri, "Ben sözcüklerimin sınırını değiştirerek, dünyayı daha iyi bir yer yapabilirim". Bunun tersi, büyük tehlikedir; "Ben dünyayı kendi sözcük dağarcığıma indirmek istiyorum" dediğinizde olur. O da, biraz bugün içinde yaşadığımız duruma tekabül ediyor. Hem hüzünlü, hem heyecanlı, hem de biraz kaygılıyım.

Reklam Goruntulenme Bolumu


İclal Dinçer: Olanlar, Taksim Gezi Parkı'nın bir park olarak tescil edilmesini reddeden anlayışa, Kurula bir mesaj veriyor

Hatırlayacaksınız iktidar, 2011 genel seçimlerinde propagandasını tamamen büyük kentsel projeler üüzerine temellendirmişti. Aslında bugünün habercisiydi. Taksim projesine itirazlar da işte o tarih itibarı ile başladı. Çok küçük bir grupla başladı, küçük yerlerde yankı buldu; fakat itirazlar birikti, büyüdü ve bugüne gelindi. Bardak taştı, renkler birleşti. Bu, sınıf ve ideoloji dışı yeni bir toplumsal hareketin, başlangıcının işaretidir; önemle üzerinde durulmalı ve dikkatlice analiz edilmelidir. Biliyorsunuz İstanbul'da bardağı taşıran sadece Topçu Kışlası projesi olmadı. Kente yönelik karar alma mekanizmalarının önce parçalanması, kurarsızlaştırılması ve en sonunda merkezileştirilerek Ankara üzerinden yönetilmesi, insanların itirazının kaynağına su taşıdı. Dünyada yerelleşme yaygınlaştırılmaya çalışılmasına karşılık, en tepede tek karar alıcı organa mahkum edilen kent planlama, kent yönetimi anlayışı, sonunda patlak verdi. Hukuku 'bypass' etme durumunun kent planlama ve kent yönetimi alanında giderek hakim hale gelmesi ise bardağın taşmasında etkin rol oynadı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 2009 yılında oybirliğiyle onaylanan Çevre Düzeni Planı kararlarına rağmen, İstanbul için 40 milyon nüfusun telafuz edildiği; İstanbul'un kuzey ormanlarının, tarım alanlarının, kırsal dokusunun, büyük altyapı ve kentsel projeleriyle tehdit altında olması; kent merkezlerindeki soylulaştırma projeleri; kentin üzerinde Demokles'in kılıcı gibi sallanan 6306 sayılı kentsel dönüşüm yasası; bütün bunlar insanı ikinci plana atan, doğal yaşam alanlarını bertaraf eden kent yönetimi anlayışının ürünleri. Dolayısıyla, yeni toplumsal hareketlerin de kaynağıdırlar.

Peki bu taşan bardak, nasıl normal seviyesine gelecek? Bu tür projelerde hukukun 'bypass' edilmesi alışkanlığının hızla terkedilmesi önemlidir. Yasayı yeni bir yasayla delmek; plan notlarıyla, ki en çok başvurulan yöntemdir, tüm imar hukukunu bertaraf etmek; yerleşik hale gelmiştir. Bundan vazgeçilmelidir. Kentlerin planlarının yönetiminde, esaslı bir anlayış değişikliğine ihtiyaç var. Katılım süreçlerinin Türkiye'de hiçbir yasayla düzenlenmediği bir sistemde, şeffaf yönetimin, izleme süreçlerinin, hesap verilebilirliğin sağlanması mümkün değildir. Son 10 yıldır uygulanan bu politikalarla dışlanmaya, marjinalleştirilmeye çalışılan planlamaya itibarının iade edilmesi önemlidir. Bu iadei itibarda da, planlama kurumunun da, kendini çağdaş anlayışlarla yenilemesi beklenir.

Taksim Topçu Kışlası için şu an elde bir mahkeme kararı vardır. Kararın muhatabı öncelikle Kültür ve Turizm Bakanlığı'dır, sonra da İstanbul Büyükşehir Belediyesi'dir. Yaşanmakta olan bu süreç kendileri tarafından dikkatle analiz edilerek, konunun bilimsel veriler ışığında çözüme ulaştırılması beklenmektedir. Taksim Gezi'de bugünlerde yaşananlar, Taksim Gezi Parkı'nın bir park olarak tescil edilmesini reddeden anlayışa, Kurula bir mesaj vermektedir. Artık Taksim Gezi Parkı'nın bir anı değeri oluşmuştur; bunun geriye dönüşü yoktur. Hiçbir tartışmaya mahal bırakmadan parkın, bu anı değeri üzerinden korunması gerekir.