Siz Olmadan Başaramayız: İstanbul Hepimizin



Kamusal çıkar ve sosyal faydanın ön planda olduğu bir anlayışa sahip olmanın gerekliliğini her seferinde vurgulayan İstanbul S.O.S., denize, yeşile, ormana, suya, çayıra hasret kalmamak ve lastik tekerlekli tüp geçişi protesto etmek için 5 Kasım Cuma günü saat 11.00’de Galatasaray Lisesi önünde ‘tekerlek lastikleriyle’, S.O.S yazacağı, ‘Sambistambul Müzik Grubu’nun müzik dinletisiyle basın açıklaması yapacağı konu ile ilgili bir basın bildirisi yayınladı:

“İstanbul’da bir süredir kentin doğal, tarihsel, sosyal ve ekonomik anlamda yeniden şekillenmesine sebep olan bir dizi kararlar alınmakta ve uygulanmaktadır. Birçok ülkenin toplam nüfusundan daha fazla kişinin yaşadığı bu kentte, kentlilerin günlük hayatlarını, yaşam alanlarını ve ekonomik faaliyetlerini doğrudan etkileyen bu karar ve uygulamalar tamamen tepeden inme bir anlayışla ve belirli çevrelere katma değer kazandırma kaygısıyla yapılmaktadır.

Bugün İstanbul’da onlarca ‘kentsel dönüşüm’ ve ‘yenileme projesi’ bulunmaktadır. Bu projelerle İstanbul adeta yeniden inşa edilmekte, ayakta durabilen tarihi yapıların yok olmasına göz yumulmakta, orman arazileri, arkeolojik, kentsel ve doğal sit alanları ortadan kaldırılmaktadır. Kentsel dönüşüm ya da yenileme projesi adı altında, insanların evlerine kamulaştırma yoluyla el konulmakta, onlarca bazen yüzlerce yılda oluşmuş mahallerde, insanların evleri, kültürleri, komşuluk ilişkileri ve iş yerleri ellerinden alınmakta ve bu insanlar tedbirsiz ve sosyal desteksiz bir şekilde kent çeperlerinde yaşamaya mecbur edilmektedir.

Sulukule, Tarlabaşı, Fener-Balat-Ayvansaray, Zeyrek, Süleymaniye gibi eşsiz tarihi semtlerin bulunduğu Tarihi Yarımada’da çok değerli sivil mimarlık örnekleri, tescilli binalar yıkılmakta, ahşap evler umursamazca yok edilip, yerlerine betonarme binalar yapılarak giydirme cephelerle tarihin korunduğu beyan edilmektedir. Tarihi gibi görünen yeni yapılarla İstanbul ‘yalancı’ bir dekora dönüştürülmektedir.

Haliç’te 65 metre direkleri, çelik halatları ve denizden 17 metre yükseklikte gövdesiyle dev bir çelik yığını olan Metro geçiş köprüsü ile farklı açı ve yüksekliklerde açılmış metro tünellerinin plansız, programsız inşa süreçlerinin hataları kapatılmaya çalışılıyor, bu arada yüzlerce yıldır bozulmadan korunmuş yapılar, Haliç kıyılarının Süleymaniye ve Galata Kulesi’nin bulunduğu eşsiz görüntüsü tarihe gömülmek isteniyor.

Tarihi Yarımada’ya Topkapı Sarayı’nın hemen yanından çıkış yapan ve her gün 75 bin aracın geçişini sağlayacak İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçiş Projesi’nin ihalesi, sözleşmesi yıllar önce yapılmış, Koruma kurulu onay kararı alınmış durumda. Bu proje fiziksel ve ekonomik yönden Tarihi Yarımada’nın ve bir anlamda bildiğimiz İstanbul’un ölümü anlamına geliyor.

Daha önce kamusal alan olarak belirlenen ve kamu yararına kullanılan hastaneler, okullar, tarihi sit alanları, vakıf arazileri, orman arazileri, kamu kurum ve tesisleri hızla özelleştiriliyor, yerlerine oteller, alış-veriş merkezleri ve turizm tesisleri yapılıyor. Tarihi Haydarpaşa Garı Otel, TCD Demiryolları arazisi ise gökdelenlerin yükseldiği bir alan haline getirilmek isteniyor. Beyoğlu’nda tarihi sinema ve kültür alanları Emek Sineması ve diğer salonlar kapatılıp yıkılarak kent kültürünün önemli yapıları alış-veriş merkezlerine dönüştürülüyor. Üçüncü Boğaz köprüsü ile ormanlık araziler ve su havzaları yok ediliyor, kırsal alanlar imara açılıyor.

Sermayenin ulusal veya uluslararası alanda hakim olduğu, yaşam alanlarımıza, dünyamıza, soluduğumuz havaya, yaşadığımız çevreye zarar verdiği, rant uğruna evlerimizin, okullarımızın, hastanelerimizin, sinemalarımız elimizden alındığı, sosyalleşme ve insanca yaşamak için parasız girilen veya kullanılabilen tek bir kamusal alanın bırakılmak istenmediği bu sürece artık dur demek gerekmektedir. Bu gidişe dur demenin tek yolu Toplumsal bilincin yeniden bireysel çıkardan kamusal çıkara doğru şekillendirildiği, sosyal faydanın ön plana çıkarıldığı yeni bir anlayışa sahip olmaktır. Aksi takdirde; denize, yeşile, ormana, suya, çayıra hasret kalacağımız, oteller ve alışveriş merkezleriyle çevrilmiş bir dünyada müşterisi olamadığımız küresel bir pazarın her geçen gün biraz daha dışına itilerek, değer görmeyen insan müsveddelerine dönüşeceğimiz bir gelecek bizi beklemektedir. Bu durum tüm topluma çok iyi anlatılmalıdır.

Yaşamımıza ve yaşam alanlarımıza daha karalı bir şekilde sahip çıkmanın zamanı gelmiştir,
İstanbul’umuza sahip çıkıyoruz…”