SSM Seed Salonu Stockholm’de Anlatıldı



Türk mimarların imzalarını taşıyan tasarımlar, dünyada yankılarını bulmaya devam ediyor. Özellikle son dönemde Türk mimarlar tarafından alınan ödüller, kazanılan başarılar gündemde üst sıralarda yer alıyor. Son olarak mimari projeleri Nevzat Sayın tarafından yapılan ve dünya çapında prestijli ödüllere aday gösterilen, pek çok yerli yabancı yayına konu olan, ‘The Seed’ Salonu, Stockholm’de 260 kişilik İskandinav mimar topluluğuna bir sunum ile anlatıldı.

Salonu dolduran kalabalığa, Nevzat Sayın fotoğraflar eşliğinde İstanbul’u, bazı projelerini ve Stockholm’e davet edilme sebebi olan ‘The Seed’i detayları ile anlattı.

Nevzat Sayın sunuma söz konusu yapının oda orkestrası için tasarlanmış bir konser salonu olduğunu belirterek başladı. Bir müze kampüsü içinde ve toprak altında bir akustik salon olarak tasarlanan yapının projesinin 2008 yılında, İstanbul’da tamamlandığını aktaran Sayın, “İşte bu ‘uzak diyar’ın önemli ayrıcalıklarından biri olan Boğaz’ın Avrupa yakası kıyısındayız. Ayrıcalıklı bir konumda olan SSM Kampüsünü daha önce bilmiyorsanız fark edemeyeceğiniz bir yer. Boğaz çevresinde yapılaşma koşullarından biri de bu olmalı: mümkün olduğunca az görünmek” dedi.

Kampüsün bulunduğu bölgede oldukça büyük bir araziyi kapsamasına rağmen ‘mümkün olduğunca az görünür’ olduğunu ve müze yapılarının da çevredeki yapılar gibi olduğunu dile getiren Sayın, “Daha önceden var olan yapılar, ağaçlar ve duvarlar arasında kendimize bir yer bulmaya çalışarak başladık yerleşme kararlarına. Bütün veriler salonun yerini ve bu yerdeki konumunu neredeyse kaçınılmaz bir biçimde belirliyordu. Eski ev, duvar, korunması gereken kıymetli ağaçlar salonun yerini ve konumu belirlediği gibi biçimini de belirliyordu. Evin temeli, ağaçların kökleri ve kendi yerinde tutmaya çalıştığımız eski duvarlarla birlikte, alt ve üst fuayeler, giriş, ses ve sessizlik gibi veriler elipsoit bir salonu iyice belirlemişti”.





Sayın şöyle devam etti:

“Fıstıklı teras diye bilinen yerin altına girecektik ve her şey bittikten sonra bu teras hiç değişmemiş olacaktı. Eski duvarlar da yerinde kalacak ve zamanla eski görüntülerine de kavuşacaktı. Alt avludan bakıldığında sadece duvar ve bitkiler görünüyor. Bu görüntü değişmemeliydi. Önceden belirlediğimiz izlerin sınırları içinde toprağı tutarak kazıya başladık. Temel çalışmaları olabildiğince basit bir yöntemle ve sorunsuz olarak bitirildi. Kazı ve temel çalışmaları sırasında şantiye dışında bir atölyede hazırlanan çelik imalatlar yarı bitmiş bir yapı olarak şantiye alanında bir araya getirildi. Üretim ve montaj, tekne yapımı için kullanılan yöntemlerle yapılabiliyordu”.

Sayın, çalışma sürecinde önemli bir aksaklık olmayışını, yerinde yapılan üretimin ayrıntılarının bir sonraki aşama gözetilerek yapılmasına bağladı. Kazıdan ve eski duvarlardan çıkarılan taşların eskiden oldukları yerde ince tel kafesler içinde, eski duvarın temsilcisi olarak yeniden bir araya getirildiklerini vurgulayan Sayın yapıya dair detayları şöyle aktardı; “Duvarların arkasında gözlerden ırak bir yumurtanın içindeydik artık. Sonra akustik kaplamalar ve tras yerleştirildi. En sonunda göreceğimiz mekânın benzeri içindeydik artık. Eski duvarların arasındaki bir aralıktan alt fuayeye geçiliyor. Vestiyer ve tuvaletler burada. Bir ucundaki merdivenden ulaştığımız boğaza paralel, dar, uzun fuayeyi neredeyse boydan boya aşıp, ulaşıyoruz salon girişine. Hareketli zemin bize farklı oturma olanakları sunuyor. Özellikle bu kapasitedeki bir salonun farklı düzenler için donanımlı olması çok önemli. Eski konumunu korumasını istediğimiz teras için ne kadar sınırlı bir ölçü içinde çalışmak zorunda olduğumuz buradan kolaylıkla anlaşılabilir. Bu zorunluluk malzeme ve yapım yönetiminin doğrudan belirleyicisi oldu”.

Oldukça basit ve zamanla bozulmayacak malzeme ve ayrıntılarla çalıştıklarını da sözlerine ekleyen Sayın, “Plan ve kesit belirleyicileri nedeniyle neredeyse kaçınılmaz olan formun akustik verileri ayrıntılı değerlendirmeler ve hesaplarla zengin bir mimari olanağa dönüştürüldü” dedi.

Şimdi de neredeyse eskiden olduğu gibi göründüğünü belirten Sayın, hemen yanı başında bulunan eski yapının balkonundan bakılınca eskiden olduğu gibi neredeyse sadece duvarların olduğunu, duvarların arasındaki bir aralıktan ulaşılan giriş ve girişten ulaşılan alt fuayede salona dair küçük ipuçlarının bulunduğunu söyledi. Üst fuaye ve bu iklimde çok kullanışlı; basık saçaklı, Boğaz manzaralı terasa dikkat çeken Sayın, üst fuayede salona dair belirgin ipuçlarının bulunduğunu aktardı; “İçindeki salona dair hiçbir ipucu taşımayan bir yapı. Temsil ettikleri izleyicilerinin farklılıkları gibi her biri farklı sandalyeler ve akustik nedenlerle farklı yüzey dokusuna sahip parlak siyah akustik panel üzerindeki yansımaların kaleydoskop etkisi. Salonda her biri farklı izleyiciler ve sandalyelerin temsiliyetinin sonu. Konserden bir an. Her ses gibi her kıpırtı da dolduruyor salonu, yansımalarla büyük kaleydoskop etkisi artıyor”.





Lammhults mobilya firmasının ev sahipliğinde gerçekleştirilen sunumda The Seed projesinde kullanılan sandalyelerden bir prototip oluşturulmuştu. 350 farklı tekstil ve renkte kullanılan Lammhults sandalyeleri salonun yumurta şekli kadar ünlüydü ve epeyce ses getirmişti. Tüm sandalyelerin farklı renkte kullanılması alışık olduğumuz bir sonuç değil. Projenin mimarı, farklı renkleri bir araya getirirken, sanatçıların boş bir salonda değil de dolu bir salonda prova yaptıkları hissini oluşturma fikrinden yola çıktığını anlattı.

2005 yılından beri Lammhults ile çalışan Diyalog Ofis Mobilya firması da, projenin yarattığı yankıdan memnundu. Lammhults, Diyalog Ofis işbirliğiyle Nevzat Sayın’ı, İstanbul’da SSM için yaptığı proje olan The Seed’i, İskandinav mimarlarına tanıtması için Stockholm’e davet etmişti. İsveç basınının da yer aldığı gecede, Nevzat Sayın, The Seed’i ve bu projede kullanılan Lammhults’un Spira ürününü neden seçtiğini anlattı. Sunum sonrası konsolosluk organizasyonu ile misafirlere, Türk müziği eşliğinde Türk yemekleri sunuldu. 2 Aralık 2010 gecesi Stockholm Limanı’ndaki fotoğraf müzesi olarak yeni restore edilen tarihi gümrük binası, Fotografiska’da, bir Türk gecesinde, Mimar Nevzat Sayın, eserlerini ve İstanbul’u İskandinav dünyasında tanıtmış oldu…