“Küresel ısınma”, “iklim değişikliği” gibi kavramların hayatımıza
girmesiyle birlikte hat safhaya ulaşan susuzluk sorunu, “su politikası”nın
önemini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Her geçen gün susuzluk ile ilgili skandal niteliğindeki haberlere bir yenisi daha eklenirken,
İzmir’den gelen arsenikli su haberleri ve İstanbul su ihtiyacını karşılamak
amacıyla su uzmanlarının bütün uyarılarına rağmen dört elle sarılınan Melen
Çayı’nın kuruduğu yolundaki haberler ise “pes” dedirtiyor.
Diğer yandan, başbakanın yerel yöneticilere “su kesintisi
yapmayın” talimatının üzerine, hala su kesintilerinin yapılması ve bu
kesintilerde yetkililerden duyulan “müteahhit çalışması”, “boru patlağı” gibi
gerekçeler, “Gizli kesinti mi yapılıyor” sorusunu akıllara getiriyor.
Siyasilerin ve yerel idarecilerin buldukları günü kurtarıcı çözümler ise
tepkilere neden oluyor.
Sorun “küresel” çapta ve
daha “derin” bir sorun olduğundan dünyada da durum farksız. Su, geçtiği her aşamada
çokuluslu şirketlerin kontrolünde ticari bir metaya dönüştürülürken, dünyadan,
suyun bir “hak” olduğunu söyleyen sesler de yükselmiyor değil.
Dünyada hem kentsel, hem tarımsal suyun özelleştirilmesi,
suçu sürekli iklim değişikliğine atan siyasilerin, neden su sorununu çözmekte
hevesli davranmadıklarının cevabını da içinde mi gizliyor acaba?