Sulukule Demokrasi Dersi Veriyor



Sulukule'de bir demokrasi dersi veriliyor. Dersin öğretmeni istatistiklere göre yüzde 71'i ancak ilkokul beşinci sınıfa kadar okuyabilmiş Sulukule halkı, ne yazık ki sınıfta kalmaya aday öğrenci ise yerel yönetim ve bazı yöneticiler.

Mahalle sakinleri, kentsel yenileme projesinin öznesini teşkil eden taraf olarak, projenin oluşumunda yer almak, katılımcı olmak için uzun süredir mücadele veriyor. Sonunda, içinde valiliğin de yer aldığı, STK'lardan ilgili meslek odalarına, belediyeden mahalle temsilcilerine, bilim insanlarına uzanan çok ortaklı bir komisyonun projeye yön vermesi konusunda yerel yönetimi ikna ediyor. Amaçları, yüzlerce yıllık bir tarihi olan mahallelerini korumak ve bunu hiç gözetmeden üretilen mevcut projeyi bir yenileme, daha doğrusu yıkım projesi olmaktan çıkarıp, buradaki yaşam tarzına uygun bir iyilestirme projesi haline dönüştürmek. Önce mağdurlar yaratıp sonra onları iyileştirmeye(!) çalışan bir proje değil, mağdurlar yaratmadan iyileştiren bir projenin ortaya çıkmasını sağlamak.

Fatih Belediyesi ise, kentsel dönüşüm alanında literatüre geçebilecek örnek bir çalışmaya imza atabileceği bu öneriyi kabul eder gibi görünüyor baslangıçta. Hatta, komisyonu oluşturmak için uygun gördüğü taraflara davetiye bile yolluyor. Bu olumlu gelişmeler karşısında Sulukule'de her şeyin demokratik bir mecraya oturmaya, dünya çapında örnek bir çalışmanın ilk adımlarının atılmaya başlanmış olmasının mutluluğu yaşanıyor.

Komisyon çalışması
Ne var ki, çok ortaklı komisyon çalışmasının daha ikinci toplantısında başka bir tablo ortaya çıkıyor: Yerel yöneticilerin, insanlara ve ihtiyaçlara dayanan, mağdurlar yaratmayacak bir proje üzerinde çalışmak değil, mevcut projeyi kendi bildikleri gibi uygulamayı sürdürecekleri, bunun yaratacağı mağdurlara yardım ve rehabilite etme görevini de çok ortaklı komisyona havale edecekleri anlaşılıyor. Yani Sulukule, bin yıllık gerçek sakinlerinden 'arındırılıp' 'mutenalaştırılırken', onların terk etmek zorunda kalacakları topraklar iştah kabartıcı bir rant alanına dönüşürken, daha büyük bir yoksulluğa itilen Sulukulelilere, sürüldükleri şehir dışı bölgelerde isihdam alanı
yaratmak, sosyal yardım fonları bulmak, çok ortaklı komisyonun gorevi olacak...
Sulukuleliler ve onlara destek veren STK'lar, belediyenin karşısına, çok ortaklı komisyonun taraflarını ve yükümlülüklerini belirleyen, projenin mahallenin ekonomik, sosyal, kültürel ihtiyaçları doğrultusunda gözden geçirilmesini öngören bir protokol metniyle çıkınca da komisyonun üçüncü toplantısı belediye tarafından bir hafta sonraya ertelendi. 7 Aralık tarihinde düzenlenecek bu toplantıdan önce 4 Aralık'ta kiracılar Taşoluk'ta yapıldığı belirtilen evler için kura çekimine davet edildi. Bir başka deyişle, komisyon protokolü kesinleşmeden semt halkının hak sahibi statüsünde değişiklikler için somut adımların ilki atılmış oldu. Bunun adına Türkçede 'oldu bitti' deniyor.

Oysa, şu sıralar kentsel yenileme projesine karşı en güçlü sesi çıkaran Sulukulelilerden öğrenilecek çok şey var. Önce Yeşiller Grubu'nun davetlisi olarak Avrupa Parlamentosu'nun toplantısına katıldılar, sonra da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde gördük onları. TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komitesi'ne dilekçelerini sundular. Barınma haklarını savunmak, kentsel yenileme projesiyle ortaya çıkacak kayıplarını engellemek için kurdukları Sulukule Roman Kültürünü Geliştirme ve Dayanışma Derneği'nin öncülüğünde demokratik haklarını kullanıyorlar. Türkiye'ye, vatandaşlık haklarının nasıl kullanılması gerektiği konusunda bir demokrasi dersi veriyorlar.
Yalnızca Sulukule'de değil, başta Tarihi Yarımada olmak üzere İstanbul'un çeşitli bölgelerinde ve diğer şehirlerde de hızla uygulanmaya girişilen kentsel yenileme projeleri Temmuz 2005'te çıkarılan 5366 sayılı 'Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Yasa'ya dayanılarak yapılıyor. Yasa, yayımlandığı günlerde basında çok iyimser ifadelerle, adeta korumacılık konusunda Türkiye'nin yaşadığı sıkıntılara çare olacak gibi tanıtılmıştı. Tarihi eser olarak tescil edilmiş binalarını onarmayan mülk sahiplerinin bu mülklerini belediyelerin satın alacağı, onaracağı ve böylece de binaların korunmalarının sağlanacağını duyurdu gazeteler. İşin böyle olmayacağını bilenler uyardılar, konuyu tartışmaya açmaya çalıştılar, ama ülkemizde hep olduğu gibi seslerini duyuramadılar. Bu arada projeler birer birer uygulanmaya başlandı.

5366 sayılı yasayı uzmanlar 'mülkiyet hakkının gasbı' olarak niteliyor. Yerel yönetimlere kentin bazı bölümlerini yenilenmeye muhtaç 'çöküntü alanı' olarak ilan etme ve buraları yeni baştan inşa etme yetkisi veren yasanın irdelenmesi ayrı bir yazının konusu. Ancak uygulanmaya başlanmasıyla ortaya çıkan sonuçları gösteriyor ki düzeltilmesi değil bütünüyle iptal edilmesi gerekiyor.

Sulukule, sahip olduğu renkli kimliğiyle basında boy gösterme şansını yakalarken orada yürütülen mücadelenin asıl önemi belki de fark edilmiyor. Oysa Sulukule'de yaşanan süreç hem yasanın nasıl uygulamalara izin verdiğini göstermesi hem de Sulukule halkının verdiği demokrasi dersi açısından öğretici. Öncelikle Sulukule 'Demokrasi, mahallede üretilir' dersini veriyor. Günümüz şehircilik anlayışı dünyanın her yerinde 'katılım' kavramını esas alıyor. Katılım, yerel yönetimleri, projelendirme ve uygulamada yer alacak bütün bilim insanları ve profesyonelleri, sivil toplum örgütlerini ama öncelikle o bölgede yaşayan halkı içine alan bir süreç. Çünkü bu süreç, halkın, yaşam alanlarının biçimlenmesindeki beklentilerini, gereksinimlerini ifade etmesini, dolayısıyla basit bir mekânsal planlamanın ötesinde o yerleşim alanının sosyal, ekonomik ve kültürel biçimlenişinin o yerin gerçeklerine göre oluşmasını amaçlıyor. Halkın, kendisini temsil edenler aracılığıyla değil bizzat kendisi olarak, kendi gerçeğiyle temsil etmesiyle de önemli bir süreç bu. Kolaylıkla manipüle edilecek pasif bir referandum süreci hiç değil. Tam tersine etkin, eylemli, bir taraf olma süreci. Bütün dünyada, ister yenilenen kentsel alanlarda olsun ister koruma altına alınan alanlarda olsun 'katılım' meselesi fiziki planlamadan çok daha önemli bir kavram olarak ele alınıyor. Çeşitli ülkelerdeki deneyimler cilt cilt kitaplar halinde yayımlanarak bu bilgi paylaşılıyor. Özellikle yoksullaşan, köhneleşen semtlerde uygulanan bütün iyileştirme projeleri bölgenin sosyal ve ekonomik açıdan iyileştirilmesine de odaklanıyor.

Ve 'katılmayın' dersi
Türkiye'de ise uzmanların 'mülkiyet hakkının gasbı' olarak niteledikleri, şaibeli bir yasayla girişilen kentsel yenileme projelerinin uygulanışı, bırakın bölge halkının katılımını, onların dışta tutulması esasına dayanıyor. Bir gün basında buranın kentsel yenileme alanı ilan edildiği duyuruluyor. Sonra söylentiler yayılmaya başlıyor. Spekülatörler ortaya çıkıyor, proje hakkında söylentiden başka hiçbir bilgiye sahip olmayan, belediyeye sorduklarında asla ve asla kesin yanıtlar alamayan mahalle halkının bir bölümü binalarını satmaya başlıyor. Arada insanlar gruplar halinde belediyeye davet ediliyor. Evlerinin değeri ve projenin gidişatına ilişkin bazı bilgiler sözlü olarak 'tebliğ' ediliyor. Bu 'tebliğ' toplantıları daha sonra Avrupa Parlamentosu gibi kürsülerde 'katılım' toplantıları olarak anlatılıyor bir de üstelik, ki bu çok ayıp. Bu arada evler yavaş yavaş satılıyor. (Gazetelerin köşe yazılarında Sulukule'deki bazı evlerin iktidar partisiyle doğrudan bağı olan kişilerce satın alındığına ilişkin bilgiler de yer almaya başladı.)

Satmayanlar tedirginlik içinde bekliyorlar. Boşalan evler mahalle içi kapalı ekonomiyi sarsıyor. Tedirginlik içindeki insanlar evlerinin olağan bakımlarını erteliyor, esnaf yatırım ve iş programını askıya alıyor. Hani deyim yerindeyse mahalle adım adım gerçekten bir çöküntüye gidiyor. Satılan evler, içinde kiracılar bulunsa bile gelinip yıkılıyor. Ama bu arada mahalle sakinleri belediyeden projeye ilişkin hiçbir somut bilgi alamıyorlar. Sulukule'de olduğu gibi henüz ortada proje bile yokken Bakanlar Kurulu Türkiye'nin çözümlenmesi gereken onca sorununun arasında, ancak afet ve savaş durumunda gündeme gelebilecek 'acele kamulaştırma kararı' çıkarıyor.
Bir taraftan da mimarlar harıl harıl projeler çiziyorlar. Mahalleyi insansız arsalar olarak kabul edercesine, mahalle halkı ile görüşmeden, onların beklentilerini, yaşam koşullarını dikkate almadan çiziyorlar. Çünkü projeler başka insan toplulukları için, farklı yaşam ortamları yaratmak üzere hazırlanıyor aslında. Ve bu projeler yenileme kurullarına sunuluyor. Yenileme kurulları bu projeleri fiziki verilere göre değerlendirmeye yönlendiriliyorlar.

İstanbul Tarihi Yarımadası'nda Ayvansaray'da, Fener-Balat'ta, Süleymaniye'de, Gedikpaşa'da ve daha pek çok yerde bu süreç üç aşağı beş yukarı hep aynı yaşanıyor. Ve bırakın evleri, İstanbul'un bazı sokaklarını satın almak üzere dolaşan yabancılardan söz ediliyor. İstanbul aslında kentsel yenileme, kentsel dönüşüm gibi adlar verilen bu projelerle yerli ve yabancı yatırımcıların bir kez daha iştahını kabartıyor. Geçenlerde Urban Land Institute tarafından düzenlenen Forum İstanbul adlı gayrimenkul zirvesinin başlığının 'Kentsel Dönüşüm ve Gayrimenkul Yatırımları' olması da bu projelerin yatırımcılar açısından nasıl bir öneme sahip olduğunu göstermesi açısından ilginç belki de.

Ezber bozan mahalle
İşte bu süreç içinde Sulukule'de yaşananlar çok değerli. Öncelikle vurgulanması gereken nokta belediye, plancı ve mimar iktidarının alışık olmadığı bir süreci geliştiren Sulukule halkının bu mücadelesinde sivil toplum örgütleri, bazı uzmanlar ve gönüllü öğrencilerden oluşan Sulukule Platformu'nun Sulukulelilerin yalnızca destekçisi olmasıdır. Asıl mücadeleyi veren Sulukulelilerin kendisidir.

Sulukule halkının Avrupa Parlamentosu'na ve TBMM'ye gitmesinden belki daha da önemli olan, Kentsel Yenileme Projesi'ni değerlendirmekle görevli Yenileme Kurulu üyelerini mahalleye davet edip proje üzerine tartışmayı başarmış olmalarıdır. Bu toplantının yine belki de asıl önemi mahalle halkının bazı okumuş yazmış temsilciler aracılığıyla değil bizzat kendilerinin, kendilerini ifade etmeleridir. Bu toplantı, Yenileme Kurulu üyelerinin hakkında karar verecekleri projeyi kâğıtlar üzerinde değil, bizzat dokunarak, görerek hissetmelerine olanak veren andır. Ve belki de bu toplantının asıl önemli an'ı, mahalle önderinin Yenileme Kurulu üyelerine, "Önce biz sizleri tanıyalım" diyerek devleti temsil eden kurul üyeleriyle kendi halinde bir mahalle halkını bir anda eşit konuma getirişidir. Ve Sulukuleli bir kadının yaşamın derinliklerinden süzülüp gelen sözleri bütün uzmanlara, plancılara, yöneticilere, iktidar ve karar sahibi bütün okumuş yazmışlara verilmiş çok yalın ve net bir yaşam dersidir: "Ben 200 yıldır burada yaşıyorum. Mezarlarım burada. Siz birkaç kuruş verip evimi satın alacağınızı sanıyorsunuz. Oysa benim hayatımı gasp ediyorsunuz."
İşte tüm bu süreç içinde Fatih Belediyesi'nin çok-ortaklı komiteyi oyalayarak göstermelik bir oluşuma dönüştürmesi, bir yandan da yenileme projesini kendi bildiğince uygulamaya devam etmesi bu çok değerli deneyimden Türkiye'nin çıkaracağı dersleri engellemesi, yok etmeye çalışması bir ayıbın ötesinde önem taşımaktadır.
Kentsel yenileme projelerinin uygulanmaya girişildiği her yerde yaşanacaklar için Sulukule deneyiminden dersler çıkarmak gerekmektedir. Çıkarılacak ilk ders, 'Demokrasi mahallede başlar' olmalıdır.