Susuzluğa Doğru Adım Adım



Küresel iklim değişikliği bütün dünyayı kavururken Türkiye’nin megakenti İstanbul da su krizi tehditi altında. Su havzalarının yapılaşmaya açılması, hızla artan nüfus, bilinçli su plan ve politikalarının uygulamaya konulmaması, hızlı sanayileşme gibi nedenlerle su sıkıntısı çeken kent, son 2 yıldır yaz aylarını susuz kalma tehlikesi ile geçiriyor. Barajların doluluk oranı son ölçümlere göre yüzde 23,14’e kadar düşerken Alibeyköy Barajı geçen yıl olduğu gibi yine kurudu.

İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi Hidrolik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlhan Avcı’nın “İstanbul’un Tarihsel Gelişim Süreci İçinde Öne Çıkan Bir Öğe: Su” başlıklı çalışmasına göre su, İstanbul’un kuruluş ve gelişme sürecinde her zaman bağlayıcı bir rol oynadı. Şehrin gelişmesi ve nüfus artışına bağlı olarak İstanbul çevresindeki yeni su kaynakları arayışı, Roma döneminde ve daha sonra Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde hep gündemde kaldı.

Su havzalarındaki kontrolsuz yapılaşma

Avcı, “Gerek 1980 yılında yaşanan göç olayı sonucu İstanbul nüfusundaki yüzde 14’lere varan aşırı artış, gerek planlanan su kaynakları projelerinin zamanında tamamlanamamış olması, gerekse su havzalarındaki kontrolsüz yapılaşma ve sanayileşme nedeniyle var olan bazı su kaynaklarının da kullanılır olmaktan çıkmış olması sonucu 1990’lı yılların başlarında yaşanan ardışık kurak yıllarda, İstanbul belki de tarihinde görmediği bir su sıkıntısı yaşamıştır” tespitinde bulunuyor.

Avcı, “Öyle ki, Karadeniz’in beğenmediğimiz tuzlu ve kirli suyunu Terkos Gölü üzerinden, Yalova’nın mütevazı baraj suyunu da tankerlerle şebeke üzerinden musluğumuza aktarılması yetmemiş; Trabzon’dan Karadeniz derelerinin suyunu tankerlerle, Manavgat’ın suyunu da balonlarla İstanbul’a getirerek günü kurtarmanın hesapları bile yapılmıştır” ifadesini kullanıyor. İstanbul’daki son yirmi yılın su sorunu sadece kaynak eksikliği değil, şebeke altyapısı eksikliği, gecekondu ve çarpık kentleşmenin getirdiği olumsuzluklar nedeniyle var olan sınırlı su kaynağının dengeli dağıtılamamasının da ayrı bir sorun olduğuna dikkat çeken Avcı, şu bilgileri aktarıyor:

“Özellikle İSKİ döneminde yaşanan su sorununun nedenlerinden birisi de, ne gariptir ki dönemin iktidarları ile İstanbul yerel yönetimleri arasında hep var olan kavgalı ilişkiler ve bunun İSKİ’nin icraatlarına olan yansımaları olmuştur. Son olarak 1990’lı yılların başlarında yaşanan çok ciddi boyutlardaki su sıkıntısından sonra, İstanbul’un su sorununun çözümü konusunda iktidarlarla yerel yönetimler arasında giderek bir konsensus sağlanır olmuş; İSKİ daha serbest ve tutarlı kararlar almaya başlamış, 1980’li yıllarda çok talihsiz bir zorlama ve kararla kapatılmış olan DSİ İstanbul Bölge Müdürlüğü de 1990’lı yıllarda yeniden kurularak Yeşilçay ve Melen gibi önemli su kaynakları projeleri hayata geçirilmeye başlanmıştır.”

Suyu arayan şehir: İstanbul

İlhan Avcı çalışmasının sonuç bölümünde ise İstanbul’un kuruluşundan beri hep “suyu arayan bir şehir” olduğunu ve bu durumun hâlâ devam ettiğini vurgulayarak “Bunun pek çok nedeni olduğu söylenebilir. Ancak bunlar içinde en önemli olanı, daha başta İstanbul için yanlış bir yer seçilmiş olması veya doğal olarak İstanbul’un nüfusunun ve su talebinin bu boyutlara gelebileceğinin düşünülememiş olmasıdır. İstanbul’u bir dünya incisi olarak tanımlıyoruz ama İstanbul’un suyu yok. Tarih boyunca bütün yerleşim ve uygarlıklar hep önemli su kaynaklarına yakın konumlarda kurulup gelişmiş iken, İstanbul bu temel ilke ve öğeden uzak kalmış. Her dönemde gösterilen bütün çabalara karşın Romalılardan günümüze kadar İstanbul’daki su sorunu bir türlü çözülememiş ve bu sorunun uzun vadeli çözümü için, ‘Bulgaristan sınırından başlayıp Bolu sınırına kadar uzanan bir alanda kullanılabilir ne kadar su kaynakları varsa bunların hemen hepsinin toparlanıp İstanbul’a getirilmesi’ gibi radikal bir yaklaşım ve uygulama içine girilmiştir. Bunun içindir ki, yıllar sonra bu eksiğini tamamlamak üzere uzun bir yolculuğa çıkıp batıda Bulgar sınırındaki Mutlu (Rezve) Deresi’ne, doğudan ise Bolu sınırındaki Melen Çayı’na kadar giderek ve çok büyük bedeller ödeyerek, ‘kenti kaynağın yanına götürmek yerine, kaynağı kente getirmek’ zorunda kalınmıştır” yorumunu yapıyor.