Taksim'de Ezber Bozan Siyaset!



Taksim'de Bir İmkansız Hayal

Topçu Kışlası’nı kayda geçiren tarih bir adım ilerleyip iyisiyle kötüsüyle Gezi  Parkı’nı, acısıyla tatlısıyla 1 Mayıs’ları Taksim meydanına işledi. Şimdi de Gezi Direnişi’ni kaydetmekle meşgul.  Bunlar toplumsal bellekten silinemeyeceği gibi birbirlerini doğurup evrilerek geçip gittikten sonra yeniden yaratılamazlar da.

Yaşadığımız günlerin önemi , toplumsal hayatımızda olağanüstü bir dönüşüme tanıklık ediyor olması.  Yalnızca içinde bulunduğumuz dönemin işleyişini değil çok daha köklü, yerleşik devlet-yurttaş ilişkisinin, toplumsal muhalefetin siyaset yapma biçiminin bütünüyle değişme yolunda olduğunu görüyoruz. 

Devletin son aylarda çıkarılan yeni yasalarla yaşam alanlarına müdahalesine duyulan tepki olarak yorumlanan eylemlerin tetikleyicisi kent hakkına yapılan bir saldırı oldu. Ama yine bu alanda Sulukule ve Tarlabaşı yenileme projelerinden başlayıp  Emek Sineması’na uzanan yerinden edilme, kent hafızasına yerleşmiş mekansal  ve toplumsal izlerin silinmesi, Çamlıca Camisi gibi tepeden inmeci projelerin yarattığı birikimi de unutmamak gerek.  Türkiye’nin finans merkezi, adeta kendi başına bir devlet haline getiriliyor olması, kentle ilgili bütün kararların merkezden verilmesiyle İstanbullu İstanbul’a yabancılaşmaya başladı ve yerel yönetimle bağı koptu. Birkaç yıldır İstanbul Belediye Başkanı Sayın Kadir Topbaş’ı hiçbir yerde göremiyor, İstanbul’la ilgili bütün kararları Başbakan Recep T. Erdoğan’ın ağzından duyuyoruz örneğin. Üstelik bu kararlar bir günde aniden değişiveriyor.  Şehircilik yasaları da gerektiğinde bir gecede değişiveriyor, Sulukule davasında olduğu gibi mahkemelerin idare aleyhine verdiği kararlara uyulmuyor, dolayısıyla  kentliler için hukuk yolu kapanmış durumda.

Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür

Sayın Başbakan’ın Fas seyahatine çıkmadan önce vurguladığı bir nokta hayret vericiydi. Bugün birkaç ağacın kesilmesine karşı çıkanların bir zamanlar Mavramoloz ormanına Koç Üniversitesi’nin yapılmasına itiraz etmediklerini iddia etti. Oysa, Türkiye’de pek çok şey eleştirilebilir ama ‘80’lerden itibaren doğa ve kültür mirası konusunda toplumsal duyarlık ve yürütülen etkin faaliyetler  görmezden gelinemez. Bu alanda çalışan meslek kuruluşları ve STK’lar bütün hükümetler nezdinde adeta “müzmin muhalif” olarak kabul edilegelmişlerdir. Meslek odalarının rutin işlerinden biri de Mavramoloz ormanı gibi durumlarda dava açmaktır. 1999’da mimarlık ve şehircilik dergileri  Koç Üniversitesi’nin orman içinde yapılmasını  eleştiren yazılarla doludur. Taksim Yayalaştırma projesi kapsamında gerçekleştirilmesi planlanan Topçu Kışlası’nın projesinin tamamlanmadığından söz edip diğer yandan da “neden şimdiye kadar itiraz etmediniz” diyor Sayın Başbakan. Politik bir manipülasyon yapmaya çalışıyor. Google’da Taksim Yayalaştırma Projesi  anahtar kelimesi 271.000 giriş gösteriyor. Bu girişlerin yüzde 99’unun eleştirel olduğunu hepimiz gibi kendisi de biliyor. UNESCO’nun danışman örgütü ICOMOS ve Modern mimarlık ürünlerinin korunması amacını taşıyan ve yine Türkiye’de özel bir yasayla kurulmuş olan uzmanlık örgütü DOCOMOMO’nun devleti ve kamuoyunu bilgilendirme çalışmalarını biliyoruz. Oysa tersi olmalıydı, Sayın Başbakan, Kültür Bakanı ve İstanbul Belediye Başkanı bu örgütlere danışarak projeyi geliştirmeliydiler. Mutlaka yine çok iyi biliniyor ki geçtiğimiz kış İstanbul Dünya Miras Alanları için gelen UNESCO-ICOMOS Ortak Heyeti’nin sayısı belki yirmiyi bulan STK temsilcisi ile yaptığı görüşmede Taksim projesinin sakıncaları da dile getirilmişti.

Sayın Erdoğan’ı kendisiyle bu denli çeliştiren şey olasılıkla ülkemizde alışılmadık tarzda bir muhalefetle karşılaşmış ve bununla nasıl baş edeceğini bilemiyor olması. Sivil toplumculuğun hızla gelişip deneyim kazanmasıyla birey-devlet ilişkisi de dönüşüm geçirmeye zorlanıyor.  Gezi parkı eylemini başlatan gençler yaşadıkları kente dair haklarını savunmalarının doğallığıyla davranıyorlar ve doğru bir süreci başlatıyorlar. Kente dair verilecek kararlarda yerel yönetim- uzmanlıklar-halk üçlüsündeki bugüne kadar eksik olan “halk”ı yerine oturtuyorlar. Kamunun ve uzmanlıkların halkın gereksinimlerine hizmet etmesi gereken kurumlardan ibaret olduğunu söylüyorlar. Dolayısıyla devlet-oda (ya da uzmanlık örgütü) kapalı ilişkisinin ve çekişmesinin kırılmasına hizmet ediyorlar. En önemlisi, siyasi partilerin dışında bir siyaset üretiliyor ve muhalefet partileri de bunu dışarıdan izliyorlar. Statüko sarsılıyor. “Ecdad imajı” iddiasını bile dolduramayan proje devlet kurumlarının bürolarından, meslek kuruluşlarının dosyalarının arasından çıkıp hayatın içine oturuverdiği anda anlamsızlığı ve tahribatı kendiliğinden görünüveriyor. Üç tane ağaç bütün hesapları bozuveriyor. “Çimenlere basmak yasaktır” diye büyütülen bizlerin “elbette çimenlere basacaksın, onlar basılmak içindir” diye yetiştirdiğimiz çocuklarımız özgür bireyler olarak ağaçlara sarılıveriyorlar. Devlet-kurum-halk hiyerarşisi tepetaklak oluyor.

Referandum: “Nefes almak istiyor musun”

Referandum artık demokratik bir yöntem olarak kabul edilmese de kente ait bazı kararlarda uygulandığı durumlar var. Örneğin Venedik’i su baskınlarından kurtarmak amacıyla yapılması düşünülen bariyerlerle ilgili referandum sürecine tanık olmuştum. Proje günlerce şehrin en görünür yerinde sergilenmişti. Berlin Stadtschloss’ta da bir tür oylama gerçekleştirildi.  Ama öncesinde yalnızca Berlin çapında değil uluslararası çapta tartışmalar yapıldı. Bizim mimarlık dergilerimizde bile yer aldı bu tartışmalar. Hükümeti en çok sıkıştıran konu böylesi bir fantezi için kamu fonlarının kullanılmasının ne kadar doğru olduğuydu ve hala hükümetin elini kolunu bağlayan şey bu. Buna Batı demokrasilerinde “halka hesap vermek” deniyor.

Topçu Kışlası için Sayın Başbakan’ın aklına hemen referandum geliyor. Yukarıda verdiğim örneklerdeki bilgilendirme, tartışma  hiçbirinin yaşanmadığı İstanbul’da sağlıklı bir referandum elbette yapılamaz. Ancak bunlar üzerine konuşmanın bile yersiz olduğu bir durum var ortada. Referandumun adının bile anılmaması gerektiği bir durum bu. Bir parkı yıkıp yerine hiçbir kamu yararı olmayan bir binanın yapılmasının referandumu ancak “nefes almak istiyor musun istemiyor musun”dur. Devletin böylesi bir referanduma gitmesi bile suçtur; çünkü o, yurttaşlarına Anayasa’nın tanımış olduğu sağlıklı çevreyi ve yaşam koşullarını sunmakla yükümlüdür.

Taksim’de Bir Çıplak Kral

Bazı çok büyük olayların altından bazen çok basit bir insanlık hali çıkabiliyor. Çocuk masalları içinde insanlık var oldukça anlamını yitirmeyecek olanlardan biri hiç şüphesiz “Çıplak Kral”. Sayın Başbakan geçenlerde bir televizyon programında bir mimarın Topçu Kışlası projesini kendisine getirdiğinde ne kadar beğendiğini anlatıyordu. Anlatırkenki coşkusu bana o masalı hatırlattı. İnsanların zaaflarından yararlanabilecek düzenbazlar her zaman vardır. Belki de Sayın Başbakan on gündür Gezi Parkı’nı dolduran gençlerin, ülkenin bütün şehirlerinde çalınan tencere tavaların “kral çıplak!” sesine kulak vermelidir. Belki de ülke aslında O’nun iyiliğini istemektedir.