Küçük bir bahçede deniz kenarında veya ağaç altında öğleden sonraya sarkan
törensel kahvaltılar öyle bir alışkanlık yaratmıştır ki İzmirliler’de, yeni
yerler keşfetmenin heyecanını yaşamayı hep erteleriz.
Dokuz günlük bayram tatilinde paket turlarla yurt dışına gidememiş, bayramın
ilk günlerinde “kurbanını kesmiş” demiyorum ama eş dost ziyaretini tamamlamış ve
hala geriye kalmış birkaç günlük tatili olanlara bir önerim var; İzmir
çevresinde günübirlik gidilebilecek bir seyahate ne dersiniz? Bu güzel havada
eve kapanıp televizyon karşısında zamanı tüketmek ve başkalarının hayatının
seyircisi olmak istemiyorsanız atlayın arabanıza 1.5-2 saatlik bir sürüşle
örneğin Manisa’nın Kula ilçesine
ulaşabilirsiniz. Tarihi ve doğal güzellikleri bir arada bulabileceğiniz Kula’yı
ziyaret etmek yaşamınıza özel anlar katacak. Bu seyahati yapmakta biraz acele
etmenizde fayda var; çünkü yaklaşık 3 bin tarihi yapının bulunduğu Kula’da bu
evlerden yarına ne kadarının kalacağı belirsiz.
Ertelenen heyecanlar
Eminim ki Kula’daki tarihi evlerle ilgili bir yerlerde bir şeyler okumuş
ancak şimdiye kadar bu evleri görme fırsatı bulamamışsınızdır. Kula
nerelerdedir, nasıl gidilir ve ne kadar uzaklıktadır? Araştırıp bulmak yerine
her zaman gittiğimiz Urla, Foça, Çeşme gibi yerlere gitmek kolayımıza gelir.
Küçük bir bahçede deniz kenarında veya ağaç altında öğleden sonraya sarkan
törensel kahvaltılar öyle bir alışkanlık yaratmıştır ki İzmirliler’de, yeni
yerler keşfetmenin heyecanını yaşamayı hep erteleriz. Oysa hemen yanı başımızda,
yaklaşık 1.5 saat uzaklıktadır ama nedense İstanbul’dan Kula’ya hafta sonları
gruplar akın eder de, biz İzmir’den bir türlü Kula’ya gitmeyi
gerçekleştiremeyiz.
İzmir-Ankara karayolunun üzerinde yer alan Kula, İzmir’e 140 kilometre
uzaklıkta bulunuyor. Yol üstünde Salihli’deki Sard harabelerini görme şansınız
da var. Kula’ya girip aracınızı kentin değişik yerlerinde tam gün boyunca sadece
2 liraya park edebiliyorsunuz. Tarihi evlerin nerede olduğunu anlamaya
çalışırken dikkat edin; aracınızı önüne park ettiğiniz cami, sekiz yüz yıllık
olabilir. Burada her yerden tarih fışkırıyor. Kula’nın halkı oldukça yardım
sever; bir şey sorduğunuzda hemen “Buyurun çay içelim” diyorlar. Herkes, Kula’yı
gezmeye nereden başlamamız gerektiği sorumuza aynı yönü parmaklarıyla işaret
ederek yanıtlıyor; “Buradan gidin ama diğer yanda restore edilen yapıyı görmeyi
de ihmal etmeyin”. Siz en iyisi kendinizi dar ve kıvrımlı sokaklara vurun; yol
sizi tarihin kalbine doğru götürüyor.
Daracık kıvrımlı sokaklarda karşılıklı olarak sıralanan eski ahşap yapılar,
18. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde hemen her bölgede Türk Evleri olarak
bilinen tipik evlerden oluşuyor. Kula evleri, genellikle iki katlı ahşap
yapılar; üst katları sokağa doğru çıkıntılı; kiremitle örtülü çatılar bir saçak
ile bitiyor. Çoğunda bahçe duvarlarının çevrelediği avlu bulunuyor. Aralık bahçe
kapılarından avluları dikizliyoruz; her yerde çiçekler, sarmaşıklar; kadınlar iş
yapıyor. Çocuklar sokaklarda oyun oynuyorlar; fotoğraf makinesini çevirdiğinizde
hemen poz veriyorlar. Sonra profesyonel bir eda ile “Sokaklarda öylesine
dolaşmayın; size rehberlik yapalım” diyorlar. “Hayır”ı cevap olarak kabul
etmiyorlar. İyi ki de kabul etmiyorlar; bize Ruhban Okulu’nun kalıntılarını,
kiliseleri ve müzeleri gösteriyorlar ve daha bir sürü eski söylence anlatıyorlar
bilmiş bilmiş. Restore edilmiş örnek bir Türk Evi’ni geziyoruz; burada müzelerin
ücretsiz olduğunu biliyor musunuz?
Yıkılmadan...
Kale duvarları içinde yer almaları nedeniyle birbirlerine yakın inşa
edildikleri düşünülen Kula Evleri, pembe, sarı, mavi ve yeşil renklerde
boyanmış. Tam bir renk cümbüşü. Avrupa Birliği’nden sağlanan fonlarla
restorasyon başlamış ancak tescilli üç bin Kula Evi bulunuyor. Bu evlere çivi
çakmak bile yasak; insanda ayakta zor duruyorlar izlenimi bırakıyorlar. Hala
içlerinde yaşayanlar var; perdeleri o kadar geride duruyor ki, duvarların
kalınlığını böyle anlayabiliyorsunuz. Eski evlerin çıkmalarında yer yer delikler
açılmış; evin yapımında kullanılan ahşap malzemeler görünüyor; evlerin bazı
katları kullanılamaz durumda. Bu yüzden diyorum acele edin; bir süre sonra
yıkılabilirler; çünkü dokunsanız yıkılacak gibi görünüyorlar.
Sokaklarda dolaşmaktan bıkmasanız da Kula’dan 16 kilometre ötedeki peri
bacalarını görmeniz tavsiye olunur. Kapadokya’ya kadar gitmenize gerek yok;
kendinizi doğal bir güzelliğin ortasında buluyorsunuz. Akşamüstü güneş
ışınlarının bu kayalıklarda oluşturduğu renkleri izlemek doyumsuz oluyor.
Osmanlı yaşam tarzını canlı olarak göstermek için çocuklarınızı Kula’ya
getirin. Burnumuzun dibinde bir tarih yatıyor; fazla da gecikmeyin.