‘Taşeron Belediye Başkanı’ Olmak!..



AKP, anayasamızdaki iki “kavram”ı, hiçbir iktidar partisinin yapmadığı ya da yapamadığı boyutta soyup, içlerini de boşalttı. Bunlar bilindiği gibi, “laiklik” ve “sosyal devlet” kavramlarıydı. “Laik devlet”in kimliğini “değiştirme”de çok yol aldılar; “son” aşamaya gelmek üzereler. “Sosyal devlet” kavramını da -bilinçle- “sadaka” dağıtımı olarak algılayıp, 2007 seçimlerinde bunu topluma da böylece “algılatıp” uyguladılar.

2007 genel seçimlerinin, CHP İstanbul adayı Prof. Dr. Necla Arat ile İstanbul’un varoşlarını dolaşırken evlerin kapılarını çaldığımızda, kapıyı açanlar yüzümüze değil “el”imize bakardı; yiyecek dolu torba var mı yok mu, diye. 29 Mart yerel seçimi için “sadaka”nın içeriği, boyutu değişti. Artık “sadaka ekonomisi”nden de söz edildiğine göre, şimdi yiyecek torbasına, “buzdolabı, çamaşır, bulaşık makinesi” gibi “yük”te de “paha”da da ağır “sadaka”lar eklendi. Sırtta taşınarak kapılara getiriliyor; “içecek” suyu bile olmayanların dünyasına... TV ekranlarında gerek torba (koli), gerekse beyaz eşya “sadaka”sını alabilmek için, insanların kendinden geçerek özdenetimlerini (kontrol) kaybetmesini Başbakan Erdoğan hiç izlemedi mi, görmedi mi? Sırtındaki buzdolabı, çamaşır makinesi yüküyle diz boyu kar yığınlarının, çamurların içinde zorlukla yürüyen taşıyıcının yolunu kesip, “sadaka”nın kendi evlerine götürülmesi için savaşanları, Başbakan gördüyse içinden ne geçirmiştir? Görüntüden keyif alarak: İşte, yetişmelerinde büyük katkım olan “sadakacı yurttaş”lar(!) demiş midir acaba?

“Keyif” aldığını söyleyebiliriz; çünkü “sadaka” sözcüğünü -bir bakıma- “klasik” anlamından ve işleyişinden bütünüyle çıkaran, bu boyuta getiren, övünme konusu yapan, kullanan, görüntüye sokan Erdoğan ve partisidir; hem de İslamın “sadaka” konusunda “Bir elin verdiğini öteki el görmemeli!” uyarısına karşın... Dahası, “sadaka yönetimi”nin oluşturduğu “onur” yitiminin boyutunu, Erdoğan ve partisinin görmezden geldiği, ya da anlamadıkları “apaçık” ortadadır. Oysa bu olgu, bir dostun yardımı gibi, örneğin “çocuklarınızın yurtdışında okumalarını üstlenmesi” gibi değildir ki. Yoksa aynı mı?

Hiç sanmam. Başbakan kuşkusuz onuruna, onurumuza çok düşkün. Nitekim “Davos’ta Türk halkının onurunu kurtardım!” diyormuş. Ama hangi “onur”u? Her türlü “sadaka”yı yaşamının bir parçası haline getirdiği halkın “onur”undan mı söz ediyor?

Umarız ki, önümüzdeki yerel seçimin CHP adayları, “sosyal devlet”in “sadaka” dağıtmak anlamına gelmediğini, bu kavramın tüm yurttaşların “insan” gibi yaşamasını sağlayacak bir “hak” olduğunu anlatıyorlardır.

14 Şubat günü, “Kadın Araştırmaları Derneği”nin düzenlediği, her türlü kesimden kadınların oluşturduğu yoğun bir toplantıda konuşan CHP’nin İstanbul adayı Kemal Kılıçdaroğlu bu konuda: “Sosyal devlet” bir “hak” olduğu için yurttaş yapılanların daha fazlasını isteyebilir, dedi. Ve bunu yerine getirmenin de, seçilen yöneticinin temel görevi olduğunu vurgulayarak “sadaka yönetimi”ne vargüçle karşı çıkılmasını istedi.

Ama “taşeron” bir belediye başkanından -böyle olacağı belli olan bir adaydan- bunu istemenin pek bir anlamı olamayacağını da anımsattı Kılıçdaroğlu. Bir belediye, özkaynaklarını yerli yerinde kullanarak, üretken olarak, önceliklerini sağlıklı bir biçimde belirleyerek kendi kendine yetmeli; başbakanına gidip karşısında “boyun kırma”malı, eğer bunu yaparsa, ancak başbakanın isteklerini yerine getiren, yani “taşeron belediye” olur, başkanı da “taşeron belediye başkanı” diyerek Kadir Topbaş’ın durumunu özetleyiverdi.

Kılıçdaroğlu, İstanbul’un bu “taşeron”luk hizmetini vermekten kurtulması için “Sivil Toplum Kuruluşları”nın da yoğun çabasına gereksinme olduğunu belirtti. Bunun için yapılması gerekenler arasında, CHP dışındaki partilere oy verecek -böylece oyları parçalayacak- dostlara, arkadaşlara bu durumu sürekli anımsatmanın da yer aldığını belirtti ve bunun yapılmasını istedi.

Ama hep biliyoruz ki, Kılıçdaroğlu’nun kazanması, AKP’ye en büyük darbe olacak ve onun “sadaka yönetimi”ni -bir bakıma- noktalayacaktır.