Mekanın insan düşüncesinde çağrışımları, mimarlığı çeşitli noktalarda felsefe ve eleştirel düşünce ile kesiştirmektedir.
Bu kesişim noktalarından yola çıkarak bir bina yapılamaz. Ancak mimarlığa ve insan yaşamına dair belli süreklilikler geliştirmek söz konusudur. Binalar ise, ancak belli göndermeler zinciri ile bu düşünsel devinime bağlanabilir.
Mimarlığın, insanın ruhsal dünyası ile kimi noktalarda yan yana gelebileceği, mimarlık tarihine şöyle bir göz atmakla bile görülebilir. Kabaca, barınma işlevinin ötesinde varolması, hiç de o kadar güç değildir.
Böyle bir varoluş kesitini, mimarlığın başka başka noktalarında yakalamak söz konusu olabilir. Doğrudan bir tarih okuması yapmak ise pek mümkün gözükmemektedir. Çünkü, tarihin kendi süreklilik kopuş dinamiği içinde, doğrudan bir eğilimle örtüşmemektedir. Rastlantısaldır. Ya da mimarlık tarihini, mimarinin oluşturduğu bilinçlilik anlarına yakıştırarak yeniden değerlendirmek, zorlama kaçabilir. Ancak mimarlığın, daha doğrusu mekanın, donatıldığı işlevlerin basit bir toplamı olmaktan öteye geçerek, kullanıcısıyla diyaloga giren bir metin haline dönüşmesi olanaklıdır.
Bazı durumlarda, bu rastlantı, başlı başına tasarlanmış olabilmektedir. Başka bir deyişle, mimarlık, klasik şemalarını aşarak, bütüncül bir imge etrafında üretilebilir. Üretilmiştir de. Örneklerden, çok da meşhur olmamakla birlikte, ilginç bir tanesi Kanarya Adaları’ndadır.
Bir diğer tartışma konusu Tindaya Dağı'nın mimari bir ürün sayılıp sayılamayacağıdır. Tindaya Dağı, hiç bir malzeme kullanılmadan gerçekleştirilmiş bir projedir. Proje temel düşüncesi dağın içine ışık ve mekan sokmaktır. Yani varolan bir hacmi mekana dönüştürmek. Eduardo Chillida bu işi dağdan tek bir taş bile dışarı taşımadan yapmayı hedeflemiş.
Mekan, çok büyük görünse de toplam hacmin yalnızca %0.3'nü kaplıyor. Üç bölmeden söz edilebilir. Merkez oda, yatay geçit ve dikey geçit. Ziyaretçiler heykele yatay geçitten giriyorlar. Merkez odaya bağlanan dikey geçitten ise ay ve güneş görülebiliyor.
Kanarya adalarında kutsal sayılan bir dağ olan Tindaya'nın içinde dışarıdan fark edilmeyen bir mekan yerleştirilmiş durumda. Ancak içeriden güneş ışığını ve ay ışığını görebilecekler.
Bir dağın içinde olmak düşüncesi, dahası dağın içinden ufku ve gökyüzünü görebilmek başlı başına sınırları zorlayıcı. Dağ, simgesel olarak bir doluluk ve aşılamamazlık ifade ederken şimdi içine insanın girmesi ve aynı yerden gökyüzünü ve denizi görmesini dahası onlarla baş başa kalması için bir fırsat sunuyor. Mekan, belki de en olmaması gereken yerde. Boşluk, doluluğun içine sızmış durumda. Chillida, bunun her renkten her ırktan tüm insanlar için bir hoşgörü heykeli olduğunu belirtiyor. Tindaya dağı'nın içi herhangi bir mekan olmanın ötesindedir. İçeride sadece güneş ve ay vardır; ve sadece deniz ve gökyüzü. Tüm fazlalıklardan arındırılmıştır. İçeride kimsenin bir diğerinden farkı kalmayacaktır. Mekanın oluşturduğu ruhsallık dışında her tür özelliğinden uzaklaşır insan. Kazılmış bir taşın içinde, hayat için sadece gerçekten "önemli" şeylerle baş başadır. Dağın içine yerleştirilmiş mekan, ruhun yeniden canlandırılmasıdır.
Chillida'nın benzer temayı daha küçük ölçeklerde işlemiş olduğu ve aynı zaman-dışılığın hissedilebileceğinden bahsedilebilir. Zamanın ötesinde insanın özünün varlığı üzerine bir tartışma değil, başka çağda yaşamış bir insanın da aynı mekanda aynı hisleri yaşayacağı düşüncesidir önemli olan. Bu durum da Chillida'nın mekanını zaman-dışı yapmaktan çok tam da zaman-içi haline getiriyor.