Türkiye Hızlı Davranamadı



Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gülay Altay, depreme hazırlık çalışmalarında yasal düzenlemeler ve halkı bilinçlendirme çalışmalarında büyük eksiklikler olduğuna dikkat çekerek “İlk etapta hazırlıklı olma açısından halkın bilinçlendirme ve can kaybını önleyici çalışmalar konusunda yeterince hızla davranılmadı” dedi. BÜ Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırmaları Enstitüsü’nde bir önceki dönem müdürlük de yapan Prof. Altay, halkı bilinçlendirme çalışmalarının başladığını ancak sürdürülemediğini söyleyerek yasal eksikliklerin de çalışmaları geciktirdiğini kaydetti.

Binaların güçlendirilmesinin önünü tıkayan maddeler içeren Kat Mülkiyeti Yasası’nın çok geç değiştirildiğini anlatan Altay, “10 yılda İstanbul’un mevcut binalarının hepsini güçlendirelim, can kayıplarını tamamen önleyelim, Japonya gibi olalım demek çok zor. Ama hiç olmazsa toptan göçme nedeni ile oluşacak can kaybının önüne çok iyi bir planlama ile geçilebilirdi. Çünkü 1999 depremlerinin öncesinde Erzincan, Adana, Dinar depremleri yaşandı. Devletin destek olduğu Dünya Bankası kredileri ile hızla projeler yapıldı. Oralarda deneyim kazandık. Türkiye bunu yapabilecek yetenekteydi” diye konuştu.

Denetim yoktu

Mühendislik ve mimaride eğitimden kaynaklanan sıkıntılar nedeniyle projelerde eksiklikler bulunduğuna vurgu yapan Altay, “1995 Dinar depreminde yıkım çoğu mühendislik hizmeti almamış küçük yapılarda gerçekleşti. 1998 Adana-Ceyhan depreminde de önemli hasar oldu. İnşaatlar 1975 yönetmeliğine uygun yapılıyordu ancak uygulamada eksiklikler vardı. Denetim yoktu, beton kalitesi yüksek değildi” dedi.

Yapılaşma değişti

Altay, 1999 depreminden sonra İstanbul’u çevreleyen alanlarda da “uydu kent” diye nitelenebilecek çok katlı yapılar ve siteler oluşmaya başladığına dikkat çekti. “İstanbu’u yıkıp yeniden yapmak mümkün olmayacağı için alternatif şehirler yaratıldı” diyen Altay, sözlerini şöyle sürdürdü:

“2007 Deprem Yönetmeliği’nin getirdiği yenilikler var. Yapım kalitesi açısından projelendirmenin daha iyi yapıldığını düşünüyorum. 5-7 katın üzerindeki çok katlı yapıların denetimsiz inşa edilmesi mümkün değil. Bugüne dek karşılaştığımız eksiklikler ile o yapıların inşa edilmesi mümkün değil. Hazır beton inşaat kalitesini arttırdı. Kullanılan donatıların kalitesi yükseldi. 1999 depremi sonrası yapı kalitesinde bir iyileşme gözlendi.”

Bu yeni yapıların mühendislik hizmeti aldığını ve kontrolden geçirildiğini anlatan Altay, bu projelerin sıradan yurttaşların kullanılabileceği şekilde basitleştirilmemesini eleştirdi. Altay, kentteki yapı stokunda riskin devam ettiğinin altını çizdi. Altay, hiçbir Avrupa ülkesi ya da ABD’de tarihi eserlerin, kültürel varlıkların depreme karşı güvenli hale getirilmesi konusunda hazırlık olmadığını söyledi. Altay, herkesin bu konuya gözlerini kapamasını eleştirdi. Mevcut yapıların güçlendirilmesinin ekonomik güç gerektirdiğini kaydeden Altay şöyle konuştu:

“Korunma parasız olmaz. Gelecekte olacak bir afete yönelik yatırım yapmak kimseye cazip gelmiyor. Güçlendirme çok ucuz bir şey değil. Kısmi güçlendirmelerle tamamen göçmeden kaynaklanacak can kaybını engellenmek mümkün.”

Yeni yapılan inşaatlarda kalite yükselmesi olduğunu ifade eden Altay, mühendislerin yetiştirilmesi, depremin karadan ve denizden incelenmesi noktasında ciddi aşamalar kaydedildiğini de sözlerine ekledi.



1999 depremleri Türkiye için kıyametti

1999 depremlerini “kıyamet” olarak niteleyen emekli öğretim üyesi yüksek inşaat mühendisi Dr. Erhan Karaesmen, depremdeki hasarı azaltmanın ve can kaybını önlemenin toplumun bilinçlendirilmesinden ve eğitimden geçtiğini vurguladı. Karaesmen, Türkiye’nin depremselliğini kaçınılmaz olarak fay hatları üzerinde bulunmasına borçlu olduğunu söyledi. İnsanın doğa ile başa çıkamayacağını, onu yenemeyeceğini dile getiren Karaesmen, “İnsanın doğaya karşı sürekli dikkatli olması gerekir. Çünkü sürekli yenildiği bir rakiptir doğa. Doğal afetin önüne geçilemez ama aklını kullanırsa afetin hasarlarını azaltabilir. Aklını kullanmazsa kıyamet kopar” diye konuştu.

Kentin çevresine inşa edilen sitelerin imtiyazlı yurttaşların kullandığı yerleşim yerleri olduğuna vurgu yapan Karaesmen, sıradan yurttaşlar için bu tür yapılar inşa edilemediğini belirtti. Karaesmen, 1999 depreminden sonra İstanbul’a 1 milyon kişinin daha geldiğini ifade ederek “Kendilerine gıda, giyecek yardımı yapılıyor ama sağlam ev verilmiyor. Uydu kentler sosyal dengeler içinde tatmin yaratmıyor” dedi.

Küçük müteahhitler dönemi bitti

Karaesmen, İstanbul’da son yıllarda arazi kullanımı açısından daha ekonomik olduğu için çok katlı binaların tercih edilmeye başlandığını kaydederek şunları anlattı:

“Bu tür yapıların altyapı hizmeti çok pahalı. Çok katlı binalar tek tip olduğu için kolay uygulanıyor. Kentte artık küçük müteahhit yerine orta müteahhitler iş yapıyor. Küçük müteahhitler yap-satçılık yapıyordu. Bu yöntem İstanbul’da icat edildi ve epey de yaygınlaştı. Sokak arasında bir araziye 10 katlı bina yapılıyor, 5’i arsa sahibine veriliyor, 5’i de müteahhit tarafından satılıyordu. Herkes girdi bu işe ve bu yüzden son 30-40 yılda müteahhitliğin kalitesi düştü. Betonarmenin kolaylığı da bunu teşvik etti. Yap-satçılık ile konut ihtiyacını ucuz ve kolay şekilde karşılamanın bedelini depremle ödedik. İzmit’te, Gölcük’te yap-satçılıkla üretilen binalar yerle bir oldu. Şimdi İstanbul’da orta müteahhit girdi işin içine. Çünkü parasal açıdan riskli işler yapılıyor. Mevcut yerel yönetimle anlaşıp imtiyazlı bir araziyi ele geçirse de riske atacağı para daha fazla. Küçük müteahhitlerin yapacağı iş değil bu artık. Başka adamlar türedi. Riskleri fazla olduğu için proje ve mühendislik hizmetlerine daha çok önem vermeye başladılar.”

Karaesmen, kentteki çok katlı yapılarda artık perdeli sistemin kullanıldığını ifade ederek “Sadece kolonlu binalar ile İstanbul gibi bir kentte ve civarında 6-8 kattan fazla bina yapılamayacağı anlaşıldı. Mimariyi örseliyor olsa bile sağlam ve sürekliliği olan betondan duvarlar yapıldığında bina depreme karşı güçlendirilmiş oluyor” dedi. Perdeli binaların yaygın şekilde kullanıldığını anlatan Karaesmen, hazır beton teknolojisi ile kalitenin sürekliliğinin garanti altına alındığını söyledi. Betonun yerleştirilme biçiminin de artık daha iyi olduğunu dile getiren Karaesmen, “Bu yöntem, 1999 depreminden sonra İstanbul’un önemli bir ders aldığını gösteriyor. Yapı kalitesi kendiliğinden yükseldi” diye konuştu.

DASK yaygın değil

İnşaat projelerinin kontrolünün de geliştiğini belirten Karaesmen, hâlâ yapı sigortacılığına geçilmemesini de eleştirdi. Zorunlu Deprem Sigortası’nın (DASK) da yeteri kadar yaygınlaşamadığını ifade eden Karaesmen şöyle devam etti:

“Bugüne dek Türkiye genelinde deprem bölgesinde yaşayan yurttaşların yüzde 20’si DASK yaptırdı. Oran çok düşük. Eski binalar kendi haline terk edildi. Yeni yapılan güvenli binalarda nüfusun yüzde 5’i yaşıyor ancak. Mühendislik kontrolü daha sıkı yapılır oldu. Yeni yapılan binaların geleceği açısından daha iyimser bakabiliyoruz.”

Karaesmen, insanların zamanla depremin acılarını unuttuğunu, evlerini güçlendirmekten bir süre sonra vazgeçtiğini söyledi. “1894’ten beri İstanbul’da çok etkili bir deprem olmadı. İstanbul, 115 yıldır uykuda. 1999 depremi İstanbul’u yeterince uyandırmadı” diyen Karaesmen, okulların ve hastanelerin güçlendirilmesini içeren İSMEP için verilen kredinin de bütçe açığını kapatmak üzere devlet bütçesine aktarıldığını savundu. Zeytinburnu’ndaki pilot projeyi de “sahtekârlık projesi” olarak tanımlayan Karaesmen, “Deprem, insanları kandırmak için masum bir kelime olarak kullanıldı. Ama başından beri rant projesiydi” dedi.