Psikiyatr Prof. Dr. Özcan Köknel,
Türkiye’nin 1950’li yılların sonlarından bu yana şiddeti yaşayan bir
toplum olduğunu, “Türkiye’nin bir şiddet dili konuştuğunu” belirtti. 40
yıl öncesi şiddet nedenleri ile bugünküler arasında bir fark olmadığını
vurgulayan Köknel, Türkiye için çözümün 80 yılda gerçekleşebileceğini
söyledi.
Psikolog, sosyolog, ekonomist, iletişimci ve çocuk eğitimcilerinin de
aralarında bulunduğu akademisyen ve yetkililerin konuyla ilgili raporlar
hazırlayarak çözüm önerileri üretmeleri ve bunların uygulamaya konması
gerektiğine dikkati çeken Prof. Özcan Köknel, topluma örnek olan kesimlerin,
özellikle siyasetçilerin şiddet kullanımından, şiddet dilinden vazgeçmesi
gerektiğini dile getirdi.
‘Şiddeti 40-45 yıldır konuşuyoruz’
Türkiye’de çok sık yaşanan ve son zamanlarda oldukça görünür hale gelen
toplumsal ve özellikle bireysel şiddet olayları üzerine sorularımızı yanıtlayan
Prof. Özcan Köknel, 70’li yıllardaki yazılarında “eğer bunalımlar çözülmezse
ilerde hem bireysel hem de toplumsal olarak sorun çıkacağını anlatmaya
çalıştığını” belirterek şöyle devam etti: “Bütün bu şikâyet ettiğimiz durumların
kökü çok eskiye dayanıyor. Şiddet dediğimiz dili aşağı yukarı 40-45 yıldır
konuşuyoruz ve bugünkü duruma geldik. Şu anda yetişen kuşaklar ortada, bu dili
kullanıyorlar. Onlar için pek de acayip gelmiyor bu. Çünkü bunu öğrendi. Bunun
altyapısında var olan nedenler ise aynı, hiç değişmemiş. Şiddetin ortaya
çıkmasında ekonomik nedenler başta geliyor.
Bir insanın kendine ve başkasına güven duyması için gerekli olan, beslenme,
uyku ve barınma gibi ihtiyaçlarının karşılanmaması ya da engellenmesi durumunda,
o insanın içinde kesin olarak, öfke, kızgınlık ve şiddet duygusu ortaya çıkıyor.
Türkiye halkının en azından yarısı beslenme, barınma gibi ihtiyaçlarını
karşılamak için engellenmiş durumda. 40 yıl önce de aynı şeyler vardı.”
‘Hızlı nüfus artışı önemli bir sorun’
Prof. Dr. Özcan Köknel, hızlı nüfus artışının da şiddetin gelişmesinde önemli
bir sorun olduğuna işaret ederek “Benim Güneydoğu Anadolu’dan gelen 3 eşli 25
çocuklu hastam var. Çocuklarının adını bilmiyor. Gelişmekte olan bölgelerden göç
edenler arasında en az çocuk sahibi olanın 6-7 çocuğu var. Sağlık Bakanı’nın
bile 6 çocuğu var. 25 çocuk, 10 veya 6 çocuk, olacak iş değil. Büyük kentlere
göç 40 yıl öncesinde de bugün de önemli sorun. Türkiye’de sağlıklı olmayan
sanayileşme insanın insanca yaşamasının, toplumsal doyuma ulaşmasının da
önündeki en büyük engellerden biri. O zamanki sanayileşme projeleri takip
edilseydi, bugünkü durum yaşanmazdı” diye konuştu. Toplumun birçok konuda,
doğru-yanlış, suç-suç değil çelişkisine girdiğini anlatan Prof. Köknel, özetle
şu görüşlere yer verdi:
“Ergenekon’da bunu yaşıyoruz, Deniz Feneri’nde bunu yaşıyoruz. Toplumun büyük
bir kesimi yasaların tarafsız uygulanmadığını düşünüyor. Bir toplumda insanlar
neye inanacaklarını, güveneceklerini, neyin doğru neyin yanlış olduğunu
birbirlerinden farklı olarak değerlendirirse o toplumda değer çatışmaları ortaya
çıkar. Değer çatışmaları da şiddetin ilk çekirdeğidir. Üstelik bizdeki değer
çatışmalarının en önemlileri, iki tane çok temel ve çok etkili kavramda ortaya
çıktı. Din ve etnik köken. Bunların sonunda ortaya çıkan terör de bunların
gittikçe artmasında etkili oldu. Türkiye’de Çanakkale Savaşı ya da İstiklal
Savaşı dahi tartışılıyor. Çünkü İstiklal Savaşı’nın kazanılmasında neler
ödendiğini, karşı olanlar bilmiyor ki ya da şehit ailelerinin neler çektiğini
bilmiyorlar. Ne kadar empati yaparsak yapalım, bir annenin oğlunu şehit olarak
vermenin getirdiği duygusal yıkılmayı anlayabilir miyiz?”