Türkiye'nin Mimarlık Politikası



Ülkemizin "tarihine yakışır mimarlık"la yeniden buluşabilmesi için Mimarlar Odası'nca hazırlanan "Türkiye Mimarlık Politikası", 27 Şubat 2007'de basına açıklandı. Doğan Kuban, Behruz Çinici, Doğan Tekeli, Cengiz Bektaş, Doğan Hasol, Şaban Ormanlar, Yücel Gürsel gibi birikimli mimarlarımızın da katıldıkları toplantıda, kimi haberciler "milyonlara varan kaçak yapının depremde ne olacağı"nı sordular... Bazıları da odanın "muhalif" kimliğine alışkanlık içinde "hükümetin imar politikası"na eleştiri beklediler.

'Suç'u koruyan siyaset
Bu beklenti bir bakıma da haklıdır. Çünkü yapılaşmadaki "yasadışı"lık yüzde 70'lerdeyse, böylesi ezici bir "suç" oranı "politik destek"siz nasıl gerçekleşebilir? Denebilir ki Türkiye'yi yönetenlerin öncelikli mimarlık politikası, "mimarsız yapılaşmayı himaye"dir... Çünkü kaçak kentleşmeden elde edilen ölçülemeyecek düzeydeki "denetimsiz rant"lar ekonomiyle birlikte siyasete de egemen.

İşte bu süreci durdurabilmenin "ulusal davranış ilkeleri"ni içeren Türkiye Mimarlık Politikası'nı değerlendirirken, bugünlere nasıl gelindiğine de kısaca bakmak gerekiyor.

Uygarlıktan 'mimar'sızlığa
Bugünkü "mimarsız"lığı yaratan gelişmelerin Cumhuriyet tarihimizdeki başlıca aşamalarını özetleyelim:

1- Ulusal Duyarlılık Dönemi: 1940'lara dek sürebilen bu dönemde, mimarlığı "sanat" sayan kültür politikası sayesinde, bugün "cumhuriyet mirası" denilen "özenli ve kimlikli" yapılar üretildi. Kasabalara kadar yaygınlaşan "imar planı disiplini" ile de mimarlık ve kent arasındaki "karşılıklı bağımlılık" gözetildi.

2- Ranta Sevdalanma Dönemi: 1950'lerde yaratılan "yık-daha yüksek yap-sat" sektörünün "kat karşılığı inşaat"larıyla başladı. Bugün de süren "arsa rantını çoğaltarak üleşme" salgınıyla, şimdinin "sihirli" deyimi "kentsel dönüşüm"ün ilk aşaması olarak "eski evler apartmanlaştı"lar.

3- Planlamaya Düşmanlık Dönemi: 27 Mayıs 1960 Devrimi'nin "planlı gelişme" ilkesiyle imar rantının tehlikeye düştüğünü gören "liberal" siyasetin, "Plan değil pilav isteriz" diyerek halka da "yağma kültürü"nü benimsettikleri yıllar... Evler apartmanlaşarak "her mahallede bir milyoner" yaratılınca, toplum da "imar rantıyla zenginleşme"nin çekiciliğine kapıldı.

4- İmarda İşbitiricilik Dönemi: 12 Eylül 1980 darbesinin "hukuksuz" ortamında imar yetkileri de "vatandaşın işini halletmek" için yerelleştirildi. Belediyeler "denetimsiz" olarak "şehircilik" uzmanı kılınırken, asıl "işlerini hemen bitiren"ler ise "rant rekortmeni yapılar"ı dikenler oldular. Aynı süreçteki ıslah planları ile de bu kez "gecekonduların apartmanlaştırılması" na başlanarak, "2." kentsel dönüşüm aşamasına geçildi.

5- Ve, Ülkeyi Pazarlama Dönemi: 2000'li yılları ise "pazarlamacı siyasetin sömürgeci kent mimarlığı"yla yaşıyoruz. O kadar ki mimarlıkla şehircilik arasında başlatılan ayrıştırmanın ABD'den devşirme "yasal güvence"leri bile yürürlüğe sokuldu. "Kent planlamasında mimari değerlerin, yapı tasarımında da kentsel sorumluluğun unutturulduğu" bir döneme geçildi.

Aynı süreçte "imar kıyaklı arsa satışı"na dönüştürülen sözde "özelleştirme"lerle, kamu mülkü araziler toplumun kent ve çevre haklarını değil, hükümetin "pazarlama gelirleri"ni artırmayı ve "müşteri memnuniyetini" gözeten rant mimarisiyle donatılıyor.

Özellikle son yıllardaki "gayrimenkul pazarına düşkünlük"le çıkarılan imarla ilgili yasalar ise ülkeyi mimari değerlerinden daha fazla uzaklaştırıyor. Bu anlayışın merkezi ve yerel siyasetçileri, imar kararlarında "Anadolu'nun uygarlık birikimleri"nden beslenmiş kişilikli çağdaş mimarlığı değil; küresel sermayenin dünyaya yaydığı "sömürge mimarisi"ni gözetiyorlar.

İşte bu "gidişat" karşısında hem mimarlığımızın onurunu hem de ülkenin tarihten gelen "mimari saygınlığı"nı korumak için hazırlanan mimarlık politikası metninde deniyor ki: "Mimarlık, kentlerin ya da ülkelerin uygarlık düzeyini gösterir..."

Bu sözü unutmadan etrafınıza bir bakın. "Uygar" mıyız?

Yine aynı metinde şu anımsatma var: "Mimarlık, öteki sanatlardan farklıdır. İnsana yaşam çevresi sunar, yaşamı belirler. Kuşaklar boyu etkisiyle, bir yere ait olma, o yerle övünme duygusu verir."

Çevremize ve mekânlarımıza bakalım... Acaba "nereli"yiz?

Şu vurgulama da tekdüze yapı yığınlarına "modern"lik diyenlere: "Kültür, yapılı çevreye yansır, yapılı çevreden beslenir ve yaşamı dönüştürür..." Rant kültürünün "blok"ları da bizi "komşu"suz, "sokak"sız, "mahalle"siz bırakmadı mı?

Mimarlık Politikası'nın tam metnini, Mimarlar Odası yayınlarından ya da internet sitesinden okumanız ve "uygar, kimlikli, esenlikli" bir gelecek için destek vermeniz dileğiyle...