Türkiye'nin Su Sorunu

Şu sıcak günlerde, aklı başında bir Türk insanının ülkenin başına çöken büyük doğal beladan, yani kuraklık ve susuzluğun yol açtığı ve açacağı felaketlerden kaygı duymaması olanaksız. Bu güzel vatan neredeyse ayaklarımızın altından kayıp gidiyor ve biz hâlâ kısır siyasal tartışmalardan sıyrılıp bu büyük tehlikeye eğilemiyoruz. Bu açıdan, Sabah'ın geçen haftaki yazı dizisi son derece önemlidir. Orada anlatılanları okudunuz. Bunlara ek olarak, daha bir sürü şey var. Kimilerini, tatilde büyük gazetelerin çok başarılı bölgesel eklerinin İstanbul/Ankara'ya pek ulaşmayan haberlerinde okuduğum... Örneğin Bafa Gölü yosuna boğuluyor, balık ölümleri had safhada ve koca göl gidiyor. 2 bin yıldır varolan Tuz Gölü de öyle. Kızılırmak ise, deltasıyla birlikte Karadeniz'den gelip dolan tuzlu suyla yaşamını yitiriyor.

Zincirleme yok oluş

İşin tuhafı, bunlarda başka sorunları halletmek için alınan önlemlerin etkisi büyük. Örneğin Kızılırmak'da ekili alanları su baskınlarından korumak için açılan kanallar, deniz suyunun gelmesine neden oluyor. Bafa'da ise tam tersine, pamuk tarlalarına tuzlu su gitmemesi için yapılan demir kanallar, gölün denizle bağlantısını kesmiş. Mantıken, "Ne iyi," demeniz lazım. Ama öyle değil. O zaman da, beslenmek için göle gelip sonra denize dönmesi gereken balıklar bu yüzden mahsur kalmış ve bu da balık ölümlerine yol açıp gölü kirletiyormuş. Gelin de işin içinden çıkın!.. Demek ki her olay farklı çözümler istiyor, her yörenin sorunları özel dikkate muhtaç. Bence AKP, belki şu kapatma davasından sıyrılır sıyrılmaz, bu soruna eğilmeli. Ülkenin doğal yaşamını sürdürmesi, kısacası yaşaması için bu şart. Ve bu sorumluluk da elbette iktidarın üzerinde.

 Perşembe Pazarı: Mutlu son mu?

Ne zaman İstanbul üzerine yazacak olsam, aklıma Perşembe Pazarı gelir. Ama sonra başka şeyler üste çıkar, ertelerim. Öyle bir şehircilik yarasıdır ki bu... Karşısında sessiz kalmamız mümkün değildir. Ama kalırız işte... Çünkü tarihsel şehrin göbeğinde, Karaköy'de, içinde eski eserler de barındıran çok geniş bir alan, çok uzun süredir (20 yılı aşkın bir süredir) bitkisel yaşama mahkûm edilmiştir. Dalan zamanında başlayan, belki biraz tartışmalı, ama sonuç olarak makul ve Haliç'in öte yakasındaki gelişmeyi bu yakaya da taşıyabilecek yıkım hareketi, hukuksal nedenlerle durdurulmuştur. Ama ne geriye dönüş yapılabilmiş, ne de olay sürdürülebilmiştir. "Oh olsun, Dalan'ın hukuk dışı eylemine ders olsun," diye düşünseniz bile, kabullenebilir misiniz? İstanbul gibi bir kentin yüreğine saplanmış bu bıçağı çıkarıp yarayı temizlemek şart değil mi? Şimdi, nihayet, bir umut belirdi. Hazırlanan yeni (ve üçüncü) plan, belediye meclisince kabul edilmiş. Kadir Topbaş ve koruma kurulunun onayından sonra uygulanacakmış. Ve hemen mimarlar ve şehir plancıları meslek odaları, olumsuz bakışlarını belirtmişler. Şüphelerini anlıyor, kaygılarına katılıyorum. Ama lütfen, peşin hükümle davranmayın. Planı iyice görün, eleştirilecek yanları varsa eleştirin. Ama tümüyle engellemeyin. Ve İstanbul'u bu pislikten kurtarın.