Yatağan'da 25 Yıl...

Yıllar önce "Yatağan"lı bir sanatkârla tanışmıştım. Muğla'nın "termikzede"lerinden değil; Denizli 'nin "bıçakçılık" beldesinden... Zeybeklerin "yan yatırarak" kuşaklarına taktıkları, kısa ama göz alıcı "kılıç"lara adını veren kasabada; halkın yarısı bu sanatla geçiniyor. Sanatkârımız demişti ki: "Herkes Muğla'daki Yatağan'ı tanıyor; oysa hakikisi biziz..." Bu haklı "sitem"e karşı "tesellim" ise şöyleydi: "Oranın zehirli havası dayanılmaz oldu; siz ise sanatınızla daha nice yıllar yaşayacaksınız..."

Nitekim haberlere bakılırsa, Muğla'daki Yatağan'dan kaçan kaçana. Çünkü termik santral iyice "azmış" durumda. Denizli'deki ise "hünerli kültürü"yle 2007'yi karşılıyor...

Mum ışığına özlem
Bir anımız da Çanakkale 'nin, adını geleneksel "çan" üretiminden alan ilçesinden; seramik fabrikasının yanı sıra kömür ocaklarıyla da adeta bütünleşmiş kasabamızdan...

1980'lerin sonlarıydı... Halk sadece "fabrika"dan ve "ocak"lardan geçindiği için "kirli"liğin sineye çekildiği kasabada "sanayi ve çevre" panelindeydik. "Enerjisiz çağdaş yaşam olmaz" diyerek kirlenmeye "hoşgörü"yle bakanlara en sert yanıtı "Yatağan sakini " olarak 68 kuşağının militanlarından Mustafa Gürkan vermişti. "Biz neredeyse mum ışığına razı olacağız; yeter ki yaşayalım..." sözü dakikalarca alkışlanmıştı...

Oysa Gürkan, santralın "filtre"yle çalışmasını; böylece ulusal kalkınmaya katkısıyla birlikte çalışanlarına iş olanağını sürdürmesini savunacakken, Çan'ın durumuna adeta isyan etmişti... Yatağan, işte o "umut" bağlanan filtreye, yani "baca gazı arıtma tesisi"ne tam 25 yıl sonra kavuştu. O da üç ünitesinden ikisinin yine "filtresiz" bacalarla zehir saçmaya devam etmesine rağmen...

Geçen kasımda sadece birinci ünitesi devreye girebildiğinde, Belediye Başkanı Hasan Haşmet Işık demiş ki: "Halkın göç etmesine yol açan tesis için verdiğimiz hukuk mücadelesinde ilk kez bir sevinç yaşıyoruz..." (DHA-16 Kasım 2006) Başkanın "hukuk mücadelesi" dediği süreç de aslında yüz kızartıcı bir durum...

Mahkemeler "arıtmasız baca"ların tütmesini durdurmuş olsalar bile santral yıllardır "yargıya inat" alınan Bakanlar Kurulu kararlarıyla çalıştırılıyor. Yani hükümetler "Mahkemeler önemli değil, biz biliriz!" diyorlar; "sözde" bunun "sorumluluğu"nu da üstleniyorlar; ancak "dokunulmaz" olduklarından onca başbakan ve bakan arasından ne hesap veren var ne de sorgulayan...

Bu nedenle Yatağan'daki "25 zehirli yıl"ın özeti; bir yandan 50 yıllık kömür rezervi uğruna yaşamı karartmadaki "siyasal ısrar"; öbür yandan buna karşı destanlaşan bir mücadele yürütenlerin bugün sadece "hukuk kazanımları"yla yetinmeleri... Geride kalan ise yakın geçmişe kadar bereketli tarım topraklarıyla da ün yapmasına rağmen şimdi tarlaları verimsiz; "olanakları olanların terk ettikleri" ; her yönüyle hastalıklı bir kasaba...

Aynı kömürü çıkarmak için paramparça edilen antik Stratonikeia kentinin hüzünlü "yok ediliş" öyküsü ise santralı kuranların ve çalıştıranların doğayla birlikte kültür düşmanlığını da belgeliyor...

Yerel duyarsızlar
Şimdi kanser daha da çoğalırken; astımlılar çaresizlik içindeyken; çocuklardaki solunum hastalıkları önlenemezken; ürün alamayan köylüler kazandıkları tazminat davalarıyla avunurken; yargı ve bilim "zehirleyen kirliliği" belgelerken.. Esnaf Odası Başkanı Mustafa Kuzu bakın neler söylemiş: "Santrala haksızlık yapılıyor; evlerdeki sobalardan çıkan gazlar havayı daha fazla kirletiyor..." (Milliyet-19 Aralık 2006)

İşte bu anlayış da 25 yıldaki direnişe "dar çıkarlar" uğruna destek vermeyen "yerel duyarsızlığın" özeti... Esnafın santral gelirinden yoksun kalmaması; orada çalışan binlerce kişinin taksitlerini en düzenli ödeyen "maaş"lı müşteriler olması; "hastalıklı yaşam"ı savunmaya yetiyor...

Sözü yine Denizli'nin Serinhisar ilçesine bağlı "gerçek" Yatağan halkına seslenerek bitirelim... Böylesine "insan onuruna aykırı" bir tanınmışlık yerine, dünya güzeli Yatağanlarınızla gurur duyarak yaşamanızın kıymetini biliniz...