Yaya Araba Barışı



Sayın Başbakan, Sayın Büyükşehir Belediye Başkanı, sayın yöneticiler, bazen sizi şeytan dürtüyor olmalı. Kentte acil hizmet bekleyen pek çok, ama pek çok yer varken, en sorunsuz ama en görünen bir noktaya gözlerinizi dikiyorsunuz. Sansasyona, heyecana, ilgi çekmeye ihtiyacınız yok oysa. Çünkü akıllı, güzel, ama zor işler yapıyorsunuz, takdir de ediliyorsunuz. Ezberleri bozuyorsunuz. Gelin siz de, kendi ezberinizi bozmayı bir deneyin lütfen. Biraz demokratik tartışma yapalım. Hemen söyleyeyim;
İstanbul’a kıymayın!  Kentin en güzel, en can alıcı, en yaşayan ve en sorunsuz meydanına, Taksim’e kıymayın lütfen. Taksim’in derisini yırtmayın, altını oymayın. Enerjinizi bir rüya, bir fantezi, bir çılgınlık uğruna harcamayın lütfen. Bu niyetinizin akıllıca olmadığını, bir çılgınlık olduğunun farkındasınız, siz söylüyorsunuz. O zaman gelin konuşalım, lütfen biraz dinleyiniz.

Kent hayatı yaya ve araba birlikteliğinin adıdır

Ezberlerimizi bir yana koyup, paradigmayı değiştirerek düşünelim. Çünkü; “karşılaştığımız önemli problemler, onları yaratan düşünce tarzları ile çözülemez.” Einstein böyle uyarıyor bizleri.

Otomobil, her ne kadar yakınılsa da yaşadığımız çağın vazgeçilmezidir. Yolları olabildiğince yayalara bırakmaya çalışmak da çağımızın vazgeçilmez yönelişlerindendir. Arabasından inen kişi yaya olur, arabasına binince de sürücü. Kent hayatı yaya ve araba birlikteliğinin adıdır. Yaşanılan kazalar, sıkışıklıklar ve benzer tatsızlıklar, yaya ile arabalıyı birbirine düşman etmiştir. Aynı kişinin iki ayrı konumunu birbirine düşman ederek yaratılan nefret, sorunu çözmüyor, körüklüyor. Çare, yaya ile arabayı birbirinden ayırmak mıdır acaba?  Kent içinde Parklar ve Otoparklar için bu ayırım elbette doğrudur, birinde insanlar, diğerinde arabalar dinlenir. Onun dışında olan bitene ve yapılanlara baktığımız zaman ezberimizi bozmamız gerekecek.
 
İşte paradigmanın değişmesinin, ezberin bozulmasının gerektiği yer

Her gün, sürat felakettir sloganı tekrarlanırken, kentler, kent içi trafiğini daha da hızlandırmak üzere biçimlendiriliyor. Yayaların en yoğun olduğu yollarda kaldırımlar kaldırılıp otoyolların kenar koruyucuları, bariyerleri ile yürüme engellenirken, araçlar yüksek hıza özendiriliyor. Sanılıyor ki otolar hızlanırsa trafik sorunu çözülür. Oysa tam tersi! Her hızlandırılmış kent içi yol, vardığı yeri sıkıştıracaktır.

Yaya, Araba barışı sağlanmalıdır, kent içi oto trafiği yavaşlatılmalıdır. Yayalar ve Arabalar birbirlerinden ayrılmamalılar, otolar insansız yeraltlarına tıkılmamalı. Yollar yarılarak, oyularak, otolar hızlandırılarak yaya dolaşımı parçalanmamalı. Tam tersine, kent içi oto trafiği yavaşlatılmalıdır.

Kentler, gürültüsüz, telaşsız, huzurlu yaşam alanları olarak, kentlilerin, turistlerin, çocukların arabalara rahatça binip inebildiği, yayaların doğal akışla dolaşabildiği yerlerdir. Yayaların otosuz bir meydanda avare dolaşması değil, istedikleri yerlere yürüyerek güven içinde gidebilmeleridir önemli olan. Kentin genel planlamasında önce yayalar için, daha sonra arabalar için yollar tasarımlanmalıdır. Oysa yapılan bunun tam tersi, otolar için hızlı planlama yapıldıktan sonra, yayalara da eğer bulunabilirse, bir iki karşıya geçiş yeri işaretleniyor.

Buna karşı çevre yolları olabildiğince yayalardan arındırılıp, hızlandırılmalı. Buralarda her türlü alt-üst geçitler, tüneller vs. olabilir. Raylı sistemler tartıştığımız konunun dışındadır.

Konu ile İlgili İki Örnek

Genellikle siz batı ülkeleri kentlerini örnek gösteriyorsunuz.  Çoğunda ünlü meydanlar küçüktür ve yayalar ile arabalar bir aradadır. Sizlere içinde yaşadığım ve gözlediğim İstanbul’un birkaç yerinden söz etmek istiyorum.Yaya Araba barışını dostlarla tartışırken iyi örnek olarak Taksim’i gösteririm. Bakın burası, Kentin en kalabalık, en yoğun yeridir. Ezberinizi şimdi bir yana bırakırsanız burada sorun olmadığını fark edersiniz.

Şöyle ki;
Mesela, Sıraselviler Caddesi çok dardır. Bu yolda hastaneler, acil servisler, vızır vızır ambulanslar, oteller, alışveriş merkezleri ve gidiş geliş iki yönlü de trafik vardır. Bu yol Cihangir’e ve Tophane’ye giden yayaların da yoludur. Üstelik kaldırımlar son derece dar ve bakımsızdır. Trafik ışıkları, yaya geçitleri ve trafik polisi de yoktur bu caddede. Burada sorun çıkmaz, çünkü akış yavaştır, arabalar ve yayalar dikkatli ve birbirlerine saygılıdırlar.
Bu cadde Taksim meydanına bağlanırken Beyoğlu’nun inanılmaz insan kalabalığı da üstüne yığılır. Tam bu noktada arabalar indirme bindirme, taksiler ise kısa bekleme yaparlar,  yine de sorun yoktur burada. Her şey yavaştır, insanlar mutludur, dikkatli ve saygılıdır, arabalılar da öyle. Çünkü kentli olmanın, kenti yaşamanın, bir arada olmanın, tadına varıyordur insanlar, zaten o nedenle burada oluyorlar, o nedenle de buraya geliyorlar.

AKM’nin önü de aynen böyledir. Gümüşsuyu’ndan, Sıraselviler’den, Tarlabaşı’ndan, Kasımpaşa ve Şişli’den gelen otomobiller, şehir içi toplu taşıma araçları ve turist otobüsleri de buradan geçer. Özel otobüsler kısa bekleme yaparlar. Hemen yanı başında, Teşvikiye, Beşiktaş, Kadıköy ve Bostancı dolmuş durakları, şehirlerarası otobüslerin terminalleri vardır. Trafik yavaştır burada, tıkanma olmaz, sürücüler dikkatlidir, yayalara yol verirler. Yine trafik ışığı da yoktur burada, trafik polisi de pek bulunmaz,  çünkü hiçbir sorun da yoktur burada. Sadece insanların buluşma yeridir burası, mutludurlar, kentli olmanın tadını çıkarıyor gibidirler.
 
Lütfen bu tadı bozmayın, bir heves, bir çılgınlık uğruna bu mutluluğu yok etmeyin. Arabalarının içindeki insanları yer altına tıkmayın. Bu iş için yollarını iki baştan yarıp gömmeyin. Koca kentin insanları dört bir yandan hep Taksim’e neden gelirler? Hayatiyeti sönmüş bir alanda boş boş gezinmeye değil.

Sayın Başbakan ve Sayın Büyükşehir Belediye Başkanı, birbirinizi bu konuda gaza getiriyorsunuz. Kentin pek çok yeri ilgi beklerken, muzır çocuklar gibi en olmayacak yerleri kurcalamak da neden? Yoksa şu pek yakındığınız beğenmeme hastalığı size de mi bulaştı? Gerekçeniz bu mu? Taksim’in nesini beğenmiyorsunuz? Taksim, 7 yolun buluştuğu bir meydan, 7 yoldan gelen insanların buluşup, yine buradan dağıldığı İstanbul’un kalbidir. Adı üstünde Taksim! Yeraltına almayın onu. Bırakın kentli insanlar, taşralılar, turistler ister yürüyerek, ister çeşitli araçlar ile gelsinler, gitsinler. Zaten bunu yapıyorlar, bırakın yapsınlar. Sorun yok, yakınma yok. Bakın Taksim’in hemen çevresinde arabasız bölgeler de var, işte İstiklal Caddesi, işte Talimhane, Gezi Parkı gibi.

Önemli olan insanlar araçlarından kolayca kurtulabilsinler yani otopark bulsunlar. Yeşile ve toprağa kolayca basabilsinler yani park bulsunlar!
Taksim’de bu olanaklar zaten var, siz de biliyorsunuz. Steril bir alan sevdanızı başka yerde deneyiniz.

Beyazıt Meydanını hatırlayınız, Taksim’i yeraltına ve tarihe gömmeyiniz lütfen,

Bir zamanların Beyazıt meydanını düşünün. Üniversitenin taç kapısı, Beyazıt Camii ve Kütüphanelerle çevrelenmiş, ortada koca bir havuzun etrafını dolaşan ve yavaşça akan trafiği ile dünyanın en güzel, en romantik meydanı idi gerçekten. Ne oldu? Meydan kazıldı, trafik yer altına alındı, dört yolun buluştuğu güzelim tarihi meydan yok oldu. Meydanın doğal güzel yüzü, kaza geçirmiş, ameliyat geçirmiş yaralı yüze döndü. Kentin bir sürü sorunu varken, Beyazıt meydanı bürokrat ve teknokratlara battı ve onlar da meydanı batırdılar.

İstanbul çok renkli, kişilikli, içinden deniz geçen, tepelere kurulmuş bir kent.  Avrupa kentleri ona örnek olamaz. İstanbul’un taklide ihtiyacı yok, çünkü eksiği değil fazlası var onun.

Büyükşehir Belediye Başkanı arabaları yer altına alıp üstünü park yapmayı düşündüğünü söylediği zaman, içim cız etti. Şimdi Başbakan da, biraz mahcup bir edayla, çılgınca bahanesiyle şirinleştirerek ve konuyu tartışma dışı tutma eğilimini gizlemeye çalışarak aynı konuyu sevinçle gündeme getirince, çok sevdiğim bir yakınımı kaybetmek üzereymişim gibi canım acıdı, yüreğim sızladı.

Lütfen Yapmayın, yarmayın yolları, komşulukları ortadan ikiye ayırmayın, insanları arabalarının içinde yeraltına tıkmayın. Bu çılgınlığınız, başka işe hiç benzemez, kentin derisinde açacağınız yaralar, kapanmayan derin izler, sızılar bırakır.

Bu çılgınlığı yapmayın, size hiç yakışmıyor. Çok güzel ve akıllı işler yapıyorsunuz, hiç gereği olmayan bir kişisel heves aklınızı başınızdan almasın.

Lütfen paradigmanızı değiştirip, kentin hayrına bir kez daha düşünün, demokratik kimliğinizin bir gereği olarak tartışalım. Ezberinizi bozmamıza yardımcı olun.