Yerel Yönetimler ve Yerel Siyaset



Önümüzde yerel seçimler var. Sonuçları ne olursa olsun 2009 Türkiyesi'nin siyasal yaşamını ciddi boyutta etkileyecek önemde bir olay. Galiba bu nedenle de yerel sorunlar, bunların çözümleri ve dolayısıyla yerel siyaset bu seçimlerin genel siyasal ortama etkilerine oranla daha az ilgi topluyor. Adaylar sahaya çıkınca bu konular konuşulmaya başlayacak. Ama yine de sorunların tartışılacağından emin değilim. Oysa gerekli.

TEPAV'ın web sitesinde (http://www.tepav.org.tr), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. H. Hakan Yılmaz'ın hazırladığı "Yerel Yönetimler Bütçe Notu 2008 (Ocak-Eylül)" başlıklı çalışma, 14 Ocak 2009 tarihinde yayımlandı. Bu çalışmada, yerel yönetimlerin mal ve hizmet alımları harcamalarının, Eylül 2008 itibariyle sağlık harcamaları dışındaki, merkezi bütçe harcamalarının yaklaşık yüzde 90'ına ulaştığı belirtiliyor. Yerel yönetimlerin yatırım harcamaları ise aynı dönemde, merkezi bütçeden yapılan yatırımları aşmış durumda. (Yüzde 114.) Daha da ilginç olan yerel yönetimlerin yatırım harcamalarının yaklaşık yüzde 50'sinin Ankara ve İstanbul illerinde yapılmış olması.

Yerel yönetimlerin bu faaliyetlerini nasıl finanse ettiklerine baktığımızda ise iki ilginç nokta göze çarpıyor. Bir kere, yerel yönetimlerin konsolide bütçeleri açık veriyor. Üstelik bu açığın toplam gelirlerine oranı yüzde 11,5! Oysa aynı dönemde merkezi yönetim bütçesinin açığının, merkezi yönetim gelirlerine oranı sadece yüzde 3'tü. Demek ki, bütçe disiplini açısından merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında ciddi bir fark var. Ancak sorun bununla bitmiyor. Ocak-Eylül 2008 döneminde, yerel yönetimlerin gelirlerinin yüzde 37,5'i merkezi yönetimin topladığı vergilerden yerel yönetimlere verilen paylardan oluşuyor. Aynı dönemde merkezi yönetimden alınan bağış ve yardımların yerel yönetimlerin gelirleri içindeki payı ise yüzde 7,7. Özetle yerel yönetimlerin gelirlerinin yüzde 45,2'si merkezi yönetimin yaptığı transferler. Bu görünüm Türkiye'de merkezileşmemiş (decentralized) bir yönetim sistemine geçilmekte olduğu iddialarını pek doğrulamıyor.

Bir sistem "merkezileşmiş" (centralized) yolla yönetilebilir. Bu durumda bir merkez, diğer öğelere talimatlar vererek sistemi yönlendirir. Bunun başarılı olması için de sistemde merkezi "üst", diğer öğeleri de "bağlı" konuma getiren bir yetke yapısı olması gerekir. Farklı bir yaklaşım ise kendi sorunlarına ilişkin karar alma yetkisi olan öğelerden oluşan bir sistem oluşturmaktır. Bu durumda merkezin görevi büyük ölçüde sistemi oluşturan öğeler arasında eşgüdümü sağlamakla sınırlıdır. Bu tür sistemlere "merkezileşmemiş" denir. Bir başka sistem ise "merkezsiz" (non-centralized) olandır. Küçük ölçekli tarımın yapıldığı küçük köylerden oluşan bir düzen buna örnek olabilir. Burada bu köyler kendi işlerini kendileri yapmaktadır. Yönlendiren ya da eşgüdüm sağlayan bir merkez yoktur. Gelişmiş bir ekonomide böyle bir düzene pek rastlanmaz.

Merkezileşmemiş bir yapıya nasıl geçilebilir? Akla gelen ilk ve başat yol yetke ve uygulama sorumluluğunun yerel yönetimlere aktarılmasıdır, (devolution). Ama bu tek yol değil, daha ağırdan alan seçenekler de var. Bunlardan birisi merkezin sahip olduğu bazı sorumlulukları, onun adına kullanılmak ve ona hesap verilmek kaydıyla yerel yönetimlere devretmesidir, (delegation). Bir başka seçenek de merkezin, bazı alanlarda, karar verme yetkisini devretmeden, işleri üstlenmeyi yerel birimlere bırakması olabilir, (de-concentration). Türkiye'de yerel yönetimlerin mali açıdan bu denli merkeze bağlı olması ilk yolun izlenmediği görüşünü güçlendiriyor. Belki de bu nedenle yerel siyaset bağımsız bir gündem maddesi oluşturamıyor. Çünkü, hâlâ yetke merkezde. O zaman da yerel yönetimlerin yatırımlarının yarısının niçin sadece iki ilde toplandığını ve diğer illerden toplanan vergilerin buralardaki yatırımların finansmanında kullanıldığını hükümetin açıklaması gerekiyor.