Yıl 2007… Türkiye'den Kent Manzaraları

Çevre Mühendisleri Odası, yaptığı yazılı açıklama ile Bahçelievler Tavukçu Deresi ıslah çalışmaları sırasında rögara düşerek hayatını kaybeden 5 yaşındaki Dilara Dumru olayında sorunun kentsel altyapı çalışmalarının özelleştirilmesi ve ticarileştirilmesi olduğunu savundu. TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu imzasını taşıyan açıklamada, "İstanbul’da yaşanan 'cinayet' biliyoruz ki ne ilk ne de son olay olacaktır" deniliyor ve mühendislik bilgisine dayanmayan, cahilce işlerin önüne geçebilmek için her belediyenin en azından bir çevre mühendisi çalıştırması isteniyor.

Açıklama metni şöyle:

"Dilara Dumru… 5 yaşında bir çocuk, İstanbul’da dere ıslahı ve kanalizasyon şebeke çalışmalarının sürdüğü bir alanda, açık bırakılan rögar kapağı nedeniyle kanalizasyon sularına kapıldı ve öldü. (1 Mart 2007)

Tayfun Kuzu... 6 yaşında bir çocuk, Adana’da Yüreğir İlçesi’nde, kanalizasyon çukuruna düştü ve hayatını kaybetti. (11 Mart 2007)

Muş’da, kanalizasyon “şebekesi”nden, içme suyu şebekesine sızıntı olması nedeniyle, tifo vakası görüldü…Yüzlerce insan hastanelere kaldırıldı. (12 Mart 2007)

Türkiye’de kentsel alt yapı hizmetleri, uzun yıllar boyunca ağırlıklı olarak merkezi bir kuruluş olan İller Bankası kanalı ile gerçekleştirilmiştir. 1980’li yıllarla birlikte, yeni liberal politikaların bir yansıması olarak, kentsel altyapı hizmetleri; su, kanalizasyon ve katı atık proje, tasarım ve uygulama süreçleri yabancı firmalar, merkezi denetimden uzak olan belediye şirketleri ya da özel kuruluşlar marifeti ile ele alınmaya başlamıştır.

“Yerelleşme” ideolojisi ya da uygulaması olarak ortaya koyulan bu sürecin sonunda, Belediye Yasası ve Büyükşehir Belediyeleri Yasası değiştirilmiş, yeni yasal düzenlemeler ile birlikte, tamamen Dünya Bankası’nın plan ve programına uygun bir “yerel yönetim anlayışı” yaratılmıştır. Bu noktada, kentsel altyapı hizmetleri ve ağırlıklı olarak çevre mühendisliği hizmetleri, kamu hizmeti olmaktan çıkarılarak, ticaret konusu haline getirilmiştir. Böylece yerelleşme, özelleştirmeyi ve beraberinde uluslararası sermayenin bu alana girmesini sağlamıştır.

İller Bankası’nın zaman içerisinde tasfiye edilmesi yönündeki plan, 1980’ler, 1990’lar boyunca yürürlüğe koyulmuş ve halen günümüzde hızla devam ederken, kentsel yatırımlarda İller Bankası’nın gerek proje ve tasarım süreçlerinde, gerekse de uygulama, yatırım ve kontrol süreçlerinde payı ve rolü zaman içerisinde çok küçük oranlara çekilmiştir. Böylece belediyeler, altyapı hizmetlerinde ya taşeronların ya da uluslararası tekellerin insafına bırakılmıştır.

İstanbul’da yaşanan “cinayet” biliyoruz ki ne ilk ne de son olay olacaktır… Kent içinde süren dere islahı ve kanalizasyon çalışmaları sırasında yaşanan olay, aslında gerekli “kent içi şantiyecilik” kurallarını uygulamayan ve gerekli güvenlik önlemlerini almayan firmanın eksikliği olarak öne çıkmış, ardından İSKİ Genel Müdürü’nün görevden alınması ile sonuçlanmıştır. Sorumluların kişisel hata ve ihmalleri olanların görevden alınmaları ya da iş akitlerinin fesh edilmesi yerinde bir tasarruf olmakla birlikte, sorunun çözümüne yönelik köklü bir adım ya da politika değildir.
İstanbul’da, İSKİ’nin taşeron firması olarak ortaya çıkan MVM isimli şirket, bir başka noktada, örneğin Ambarlı Atıksu İhalesi’ni alan konsorsiyumun ortakları arasında da olabilmektedir. Bu karışık “iş” ve “ihale” süreçlerinin, Alman ve Suudi bağlantılarının, maddi ve siyasi çıkar ilişkilerinin geldiği boyut, kentsel altyapı hizmetlerinin yeni ve önemli bir rant alanı olduğunu ortaya koymaktadır.

Ülkemizde, 3225 adet belediye bulunmaktadır. Türkiye’de toplam nüfusun % 80’i belediye sınırları içinde yaşamaktadır. Bu noktada şöyle bir yorum yapılabilir, her beş kişiden dördü belediye hizmetlerinden yararlanmakta ve çevre sağlığı açısından belediyelerin vereceği hizmete bağlı bir yaşam sürmektedir.

Belediyelerin % 68’i kanalizasyon şebekesine sahiptir. Bu verinin yorumu ise, nüfus açısından belediye sınırları içine yaşayanların % 83’ü kanalizasyon hizmeti alıyor demektir. Bu arada, mevcut belediyelerin ancak % 15’i atıksularını arıtmakta, alıcı ortamlara deşarj etmektedir. Atıksu hizmeti alan nüfus ise % 35 civarında kalmaktadır. Bu veri ise, atıksuların büyük bir kısmının arıtılmasından, doğaya, denizlere, göllere, akarsulara ya da toprağa bırakıldığını ortaya koymaktadır. Bu durum, yer altı, yerüstü su kaynaklarını ve toprağı kirletmekte, ekosistem ve insan sağlığı üzerinde geri dönülmez olumsuzluklar yaratmaktadır.

Su, kanalizasyon ve katı atık hizmetleri olarak öne çıkan kentsel altyapı hizmetlerinin, bir noktada özelleştirmeye ve ticarete konu olması bugün karşı karşıya olduğumuz sorunun temeli olmakla birlikte, belediyelerin bu konudaki bilgisizliği ve yetersizliği de ayrıca üzerinde durulması gereken bir husustur. Belediyeler, üstlenmekle yükümlü oldukları hizmetleri taşeronlar eliyle “yapmayı” tercih etmekte ya da zaman zaman ehil olmayan kişi ve kadrolara bu konular “teslim” edilmektedir. Örneğin Türkiye genelinde belediyelerin pek çoğunda çevre mühendisi bulunmamaktadır. Bu durumda, kanalizasyon şebeke çalışmaları, bilgisiz ve cahil insanların elinde kalmaktadır. Adana’da yaşanan cinayet, Muş’taki tifo vakası bu tür cehaletlerin sonucu olarak yorumlanmalıdır.

ÇMO olarak bir kez daha haykırıyoruz, ilgili bakanlara, genel müdürlere, belediye başkanlarına sesleniyoruz; en azından “cahilce” ve mühendislik bilgisine dayanmayan işlerin, icraatların önüne geçmek için, mutlaka her belediyede çevre mühendisi istihdam edilmek zorundadır. Bunun için, yasal bir düzenleme yapmak gerekiyorsa, Odamız gerekli hazırlıkları yapmaya da hazırdır.

Belediyelerin temel görevleri arasında yer alan “İçme ve kullanma suyu”, “çöp” ve “atıksu”, doğrudan doğanın ve insanın yaşam hakkı ve halk sağlığı ile ilgili toplumsal nitelikli hizmetlerdir. Bu nedenle, doğaya dost ve halkın gereksinmelerine uygun bir planlanma ile kamu hizmeti esaslarına bağlı olarak yönetilmeleri gerekir. Günümüzde bu hizmetler çokuluslu şirketlerin özelleştirme-ticarileştirme baskısı altında bulunmaktadır. Çeşitli uluslararası kuruluşlar ve yerli-yabancı şirket ortakları, bir yandan bu hizmetlerin piyasalaştırılması için uğraşırken, bir yandan da belediyeleri, uygun teknoloji, yatırım ve işletme maliyetleri, insan kaynakları konusunda yanlış yönlendirmektedirler.

Uygun teknoloji ile yerel bilgi ve kaynakları nasıl kullanacağı konusunda yeterli bilgiye sahip olmayan Belediyeler ise, bir yandan bu büyük projelerin gereklerini yerine getirmek için uğraşırken diğer yandan idari ve mali sorumluluklar ve yetkiler açısından bir dizi karmaşa ile yüz yüze kalmaktadır. Ülkemizde, söz konusu hizmetlerin kamusal yarar doğrultusunda yerine getirilebilmesini sağlayacak yeterli sosyal ve teknik bilgi birikimi vardır. Bu noktada Odamız, bu bilgi birikimini konunun tarafları ile paylaşmayı görev olarak kabul etmektedir.

Odamız, konunun sosyal ve teknik boyutu göz önünde bulundurularak, Yerel Yönetimler Araştırma, Yardım ve Eğitim Derneği ile birlikte, Yerel Yönetimler Sosyal-Teknik Hizmet Seminerleri adı altında bir dizi eğitim semineri ile bu bilgi paylaşımına devam etmektedir. Yöneticilere ve teknik personele ayrı ayrı planlanan seminerler, belediyelerin “içme ve kullanma suyu”, “çöp” ve “atıksu” hizmetlerini ulusal ve kamusal amaçlara uygun olarak görme yeteneklerinin geliştirilmesi amacını taşımaktadır. Söz konusu seminerler, hizmetlerin planlanma, tasarım, uygulama, işletim ve yönetim aşamalarından, sağlıklı bir kentsel çevre için yerel bilgi ve kaynaklarla en uygun teknoloji seçimine kadar geniş bir alanı kapsamaktadır.

ÇMO, Dünya Bankası politikalarına, kentsel altyapı alanındaki yerelleşme ve özelleştirme uygulamalarına, bunların yarattığı korkunç talan ve yolsuzluğa karşı, su, kanalizasyon ve katı atık hizmetlerinin kamusal bir hizmet olduğunu vurgulamaya devam edecektir. Bu alandaki mücadelesini, ilgili dost kuruluşlarla, sendika ve uzman derneklerle birlikte sürdürmeye kararlıdır".