"Yıldızlara Değil, Toplumsal Bilince Sahip Mimarlara Gereksinmemiz Var"
UIA'nın 2005 "Altın Madalya"sını kazanan Japon mimar Tadao Ando'nun mimarlığa ilişkin görüşleri...
Özellikle burada İstanbul'da biraraya geldiğimiz UIA toplantısında sorun yalnızca mimarlık değil, küresel dünyamızdır. Günümüzün mimarlığı ya da mimarları, mesleğimizin önemli konularından birinin, mimarlıklarının sanat olduğunu düşünme eğilimindeler. Böyle olunca bunun ötesinde, bundan çok daha önemli bir gerçeği; çevre, toplum konularını unutuyoruz. Mimarlar bunlardan söz etmiyorlar. Mimarlar ya da kent plancıları toplumun ve sıradan insanların mimarlardan yalnızca güzel değil, bundan fazlasını içeren bir toplum, bir çevre yaratmalarını istediklerini unutma eğilimindeler.
Yüzyıl önce Japonya'nın nüfusu 100 milyondu. 1960'larda 300 milyondu. Ve şimdi 600 milyon. Dolayısıyla, 2050'de bir milyar olması beklenen bu nüfusun çoğunluğunun şehirlere akması bekleniyor. Türkiye'de de nüfusun Paris'te, Tokyo'da olduğu gibi şehirlerde yoğunlaşması bekleniyor. Biz mimarların ve kent plancılarının üstlenmeleri gereken görev 600 milyona ulaşan bu nüfus patlamasını, rahatlıkla ve mutlulukla barındıracak şehirler yaratmaktır.
Özellikle günümüzde Asya'nın bütün kesimlerinde, insanların yaşamak için şehirlere aktığı gözleniyor. Nüfus şehir merkezlerinde yoğunlaştığında elbette şehre gidip gelebilmeleri, dolaşabilmeleri için çok büyük miktarda yakıta gereksinim duyulacak. Pekin, Şangay gibi büyük şehirlerde benzin tüketimi büyük miktarlara ulaşacak.
İstanbul'da, dünyanın bütün mimarlarının toplandığı UIA kongresinin ana konusu bu kentsel sorunlar üzerine farklı çözümler düşünmektir. 1945'teki Japonya'yı ve İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Osaka, Tokyo gibi şehirlerdeki çevreyi hatırlıyorum. Her şey bombalanmıştı, her yer dümdüz edilmişti. Bu kentsel alanlarda hiçbir şey kalmamıştı. Ve Japonya bundan sonra inşa edilmeye başlandı. 20. yüzyıl savaş yüzyılıydı diyebilirim. 20. yüzyılın ilk yarısındaki iki savaş fiziksel savaşlardı. Bundan sonraki evresini ise "ekonomik savaş" yüzyılı olarak adlandırabiliriz. Şimdi 21. yüzyılda, biz insan ırkı ve mimarlar çevre ya da yeryüzü ile uyumlu olarak nasıl çalışacağımız, nasıl yaşayacağımız ve nasıl bir arada var olacağımız üzerine düşünmeliyiz. Bu, mimarların ele almak zorunda oldukları en önemli ve kritik konudur. Ancak komik ve şaşırtıcı olan şey, biz mimarların hâlâ mimarlıktan, "güzel binalar vb." diyerek sanat olarak söz etmemiz. Bu, çok üzücü. Çok sayıda yıldıza, büyük mimarlara gereksinmemiz yok.
Çevre, toplum ve sıradan insanlarla ilgilenen, toplumsal bilince sahip, biraz önce belirttiğim konuları ele alabilecek daha çok sayıda mimara gereksinimimiz var. Daha az yıldızınız olabilir. "Yıldız" olmak isteyen genç mimarlara yönelmeyin, bu doğru bir yaklaşım değil, çünkü o kadar çok sayıda yıldız olmayacaktır.
Ben yarattığım mimarlıkla şehir, çevre, insana ilişkin çalışmak, bulabildiğim her yolla bu konularda kişisel olarak katkıda bulunmak istiyorum.
Kendimi bir mimar olarak eğitmeye başlarken, mimarlık kültürünün, kent kültürünün çok zayıf olduğu bir şehirde büyüdüm. O sıralar kentsel kültürün, kentsel çevrenin düzeyinin yükseltilmesi olasılığı üzerinde çalışmanın önemli olduğunu düşündüm. Dolayısıyla, yaşadığım şehirde daha iyi bir çevre yaratma becerilerim üzerine yoğunlaştım.
Mesleğime küçük evler, binalar tasarlayarak başlarken aynı zamanda ekonomik gelişme içindeki bir ülkede, savaş sonrası Japonya'sında her şey çok hızlı gelişiyordu; ekonomik patlama, kentsel patlama yaşanıyordu. Bu gelişme öte yandan savaşın yok ettiklerinden arta kalan doğayı tahrip etmeye başlıyordu. Küçük şehirlerde de bu böyleydi.
Sanıyorum, bugünkü "Altın Madalya" öncelikle ünik mimari ifadem, ikinci olarak ise meslek yaşamım boyunca, yaşadığım toplumun koşullarını iyileştirme, toplumumun sorunlarına duyduğum ilgi ve bunun yanısıra yaşadığım bölgedeki ekonomik gelişme sonucu tahrip olan doğayı korumak ve canlandırmak yönündeki başarım nedeniyle verildi.
Neden çelik kullanmadığım konusuna gelince: betonu seçişimin nedeni, mesleğime başladığımda, önemli olan elde hazır bulunan malzemeyi kullanmaktı. Bu betonarmeydi. Betonarme, bakım görmese bile 20 yıl dayanır. Bakım gördüğünde ise 100 yıl dayanır. Benim için önemli olan malzemenin uygunluğu ve uzun süre dayanıklı olması. Esas olarak malzemenin kendisiyle pek ilgilenmiyorum.
Ben bir soru ortaya atmak istiyorum. Mimarların toplum yararı için yapmaları gerektiğine inandıkları şeyler, toplumun mimarın yapmasını istediklerinden, beklediklerinden biraz farklı değil mi?
"En önemli yapı" en önemli şey değildir. Ben insanların biraraya geldiği bir bina, bir çevre yaratmak isterim. Çünkü içinde bulunduğumuz bilgisayar dünyasında, insanlar için önemli olan ilişki halinde bulunmaktır. Ben, insanların düzenli olarak karşılıklı ilişkiye girebildiği bir çevre yaratmak isterim.
Japon mimarlığı içindeki yerimle ilgilenmiyorum. Her mimarın farklı meslek yaşamı vardır. Japon mimarların çoğu iyi eğitim görmüştür, en üst düzey mimarlar iyi üniversitelere gitmiş seçkin mimarlardır. Bu, farklardan biri. Öteki ise toplumu nasıl gördüklerine ilişkin sahip oldukları bilinç farklı olabilir. Benim görüşlerim, inançlarım belki çoğunluğun görüşleriyle uyumlu değil.
Eğitimli mimarlar her zaman binaların estetik olarak nasıl hoş göründüğü vb. bakış açısıyla hareket ederken; ben eğitim, çocuklar, çevre vb. bizzat kendi merakım ve sorgulamalarımla çözümler bulmak zorunda olduğum konularla ilgileniyorum.
Söylediklerim, yalnızca mimari eğitime değil, genel olarak Japonya'daki eğitimin kendisine yönelik bir eleştiridir. Örneğin burada, bu uluslararası konferansta pek çok gönüllü genç çalışıyor. Parasal nedenlerle bu, tek çözüm. Oysa Japon toplumunda yeterli gönüllülük hâlâ yok. Şehirler yalnızca yapılardan, fiziksel gerçeklikten oluşmaz. Şehirler insanlardır, toplumdur ve bunların desteği olmadan şehir sürmez. Bu ruh olmadan, toplum sağlıklı olmadan şehir işlemez.
Küreselleşme bütün dünyada geçerli. Öte yandan elbette bir de yerelleşme var. Yerel Avrupa kültürü, yerel Avrupa gelişmesi, Türk gelişmesi, Endonezya gelişmesi gibi.. Yani "global" ve "lokal"dan ortaya çıkan "glokal" bir durum da var. Bunları konuşmaya başlayınca birdenbire bir mimardan politikacıya dönüşüyorum.
Onun için burada susayım.
Çeşitli ödüllerle, şimdi de UIA tarafından, mimarlık camiasının önderleri tarafından onurlandırıldım. Bu dünyadan ayrılıncaya kadar, enerjim yettiği sürece, bir mimarın üstlenmek zorunda olduğu, mimarlığın hem estetik, hem de toplumsal yönünü ifade etmeyi sürdürmek istiyorum. İnsanların beni dinlemesi için duyarlı, estetik binalar tasarlamayı sürdürmek zorundayım. Böyle olunca insanlar bana bakacak ve beni dinleyecektir. Bu dengedir.
İngilizce'den çeviren: Derya Nüket Özer
Röportaj fotoğrafları: Mesut Kaya