Zamanın Kıvrımları Arasında Gezinen Sanatçı



Ahmet Ertuğ, zamana karşı bağımsızlığını ilan etmiş büyülü fotoğrafların altındaki imza. Çok fazla sergi açan bir sanatçı değil, kitapları da öyle her yerde karşınıza çıkmaz. Türkiye'de en çok tanınan fotoğrafçılardan biri diyemeyiz onun için. Oysa Ahmet Ertuğ ismi, dünyada kültürel miraslarla, onların belgelenmesiyle, nadir kitaplarla ilgilenen bir grup için önemli bir marka.

Ahmet Ertuğ'u evrensellik bakımından Ara Güler'le karşılaştırmak mümkün. Ara Güler, Anadolu'nun geçmiş ve bir daha gelmeyecek zamanlarını gazete fotoğrafçılığının sınırlarını aşan bir düzeyde fotoğraf kâğıdına aktararak ülkesinin ve dünyanın önemli imzalarından biri oldu. Ahmet Ertuğ da geçmişle, Anadolu kültürleriyle ilgili, ama bambaşka bir kulvarda. Geçmişin büyük yaratıcılarının geleceğe uzanan yapıtlarını fotoğraflıyor; ama onun yaptığı belgelemek değil, yeni bir yapıt üretmek.

Fotoğraf sanatının imkânlarını zorlayan Ertuğ, stüdyo fotoğrafçılığının titizliğiyle yepyeni teknikler kullanıp yeni anlatımlar yaratan ustaların yaratıcılığı arasında konumlanan bir sanatçı. Onun çektiği Ayasofya, Selimiye fotoğrafları, çiniler, ipek kaftanlar, mermer heykeller onun sayesinde yeni birer hayat yaşıyor.

Aslını aşan bir etki
Ahmet Ertuğ için bir büyük tasarımcı demek gerek. Farklı malzemelerle, gidilmemiş yollardan ilerleyip, ulaşılmamış sonuçlara erişen bir tasarımcı. Mimarlığı da, yayıncılığı da fotoğrafçılığı da bu kavramın içinde eriyor; geçmiş zamanların yaratıcılarının peşine düşüp, onları günümüzün diliyle bir başka yüzeyde bir başka yapıta dönüştürüyor. Ahmet Ertuğ'un fotoğrafını çektiği, kitabını yaptığı camiler, kiliseler, antik heykeller çoğu kez aslını aşan bir etki bırakıyor izleyenin üzerinde.

Bu fotoğrafın yalancılığıyla mı açıklanmalı? Hayır, daha çok fotoğrafçının yaratıcılığıyla. Altından milyonlarca insanın geçtiği bir kemerin ayrıntısını görüp onu olmadık ekipmanla görüntüleyip, bulunmaz kâğıtlara basıp önümüze getiren kişinin yaratıcığını göz ardı etmek mümkün değil. 'Ben bir kitaba başladığımda onu sayfa sayfa kafamda bitirmiş olurum' diyor. Yani bir mekâna fotoğraf çekmeye gittiğinde makineyi nereye koyacağını, hangi fotoğrafı çekeceğini bilen bir fotoğrafçı. Çünkü o mekâna defalarca gitmiş, bakmış ve görmüş.

Aslında bir mimar Ahmet Ertuğ, Londra'da bugünün pek çok ünlü mimarını da yetiştiren bir okuldan mezun. 1974 yılında mezun olduktan sonra İran'da, Japonya'da bulunuyor. Yıllarca Cumhuriyet mimarisinin en ünlü ismi, Sedad Hakkı Eldem'le birlikte çalışıyor, uzun bir dönem eski İstanbul'un koruma planları üzerinde çalışıyor. Japonya'nın Zen bahçeleri de Sedat Hakkı Eldem'in ulusal mimarisi de önemli izler bırakıyor Ahmet Ertuğ'da. Artık bina tasarlamıyor, çizim yapmıyor. Binaları görüntüye, kitaba dönüştürüyor. Neredeyse tüm yaşamı boyunca hep ilgilendiği fotoğraf ve yayıncılık şimdi onun asli uğraşı.

Ahmet Ertuğ, 70'lerden bu yana gezdiği farklı coğrafyalarda fotoğraflar çekiyor. Daha 80'lerde kendi yayınevinde 20'ye yakın Bizans, Osmanlı sanatına dair kitap basmıştı. Uzunca bir süredir de kitaplarını dostu Ahmet Kocabıyık'la birlikte kurdukları 'Ertuğ Kocabıyık' markasıyla yayımlıyor. Ertuğ Kocabıyık yayınları, Borusan Kültür Merkezi bünyesinde faaliyet gösteriyor. Kitapların üretimi ise tamamen Ahmet Ertuğ'un titizliğine ve yaratıcılığına emanet...

İslam Eserleri Müzesi'ndeki yapıtların yer aldığı 'In Pursuit of Excellence', Paris'teki Asya sanatı müzesi Musee Guimet'yi kapsayan 'Spiritual Journey', İstanbul Arkeoloji Müzesi heykellerini canlandıran 'Sculptured For Eternity', Kariye Camii'nin mozayiklerine adanmış 'Chora', 'Sinan', 'Hagia Sophia' (Aya Sofya), 'Anatolian Carpets' (Anadolu Halıları), 'Silks For The Sultans' (Sultanlar için İpek) Ertuğ-Kocabıyık işbirliğinin ürünü olan müthiş kitaplardan birkaçı.

Sürekli araştırıp denemek
En uygun ışığı bulmak kadar en uygun kâğıdı, baskıyı bulmak ve cildi yaptırmak da Ahmet Ertuğ için önemli. Kitapları bir zamanlar binaları tasarladığı gibi bütünüyle tasarlayıp yaptırıyor. "Ben bir tasarımcıyım" diyor, "sürekli deniyorum, araştırıyorum. Ömrüm böyle geçiyor. Bir proje seçerim ve o 18 ay sürer, bu süre boyunca hep onunla ilgilenirim..." Fotoğraflarını 20x25 Sinar kamerayla çekiyor. Günde on 10-15 kare çekiyor. Çekim tamamlandıktan sonra baskı denemelerine geliyor sıra. Kâğıt, mürekkep, cilt ve tüm bunların konuyla, fotoğraflarla kurduğu ilişki üzerine takıntılı bir dikkati var.

Kitaplar İtalya'daki, İsviçre'deki matbaalarda basılıyor. Mesela Musee Guimet kitabı için çektiği fotoğrafları Japonya'dan getirttiği el yapımı kâğıtlara akrilik boyayla büyük boyutlarda bastırtmış. Heykellerin taş dokusunu görüyor, hatta hissediyorsunuz. İstanbul arkeoloji Müzesi heykellerinin fotoğraflarına bakarken de aynı hisse kapılıyorsunuz. Heykelin hareketine göre, otantik aydınlatmayı arayan bir ışıkla fotoğraflanan bu yapıtlar sanki eski ruhunu yeniden kazanmış.

Nitekim Ahmet Ertuğ'un hedeflediği ve pekâlâ başardığı şey bu, sanat yapıtlarının otantik etkisini canlandırmak. Yapıtların gözeneklerine, kemerlerine, kubbelerine sinen eski yaratıcıların ruhunu günümüze taşıyıp onlara yeni yaşamlar bahşetmek.

Ertuğ'un objektifinden kaya kiliselerinin sırrı
Ahmet Ertuğ'un yeni kitabı Sacred Art of Capadocia (Kapadokya'nın Kutsal Sanatı) birkaç hafta önce tamamlandı. Yakında satışa sunulacak. Daha önce Kapadokya'nın çarpıcı doğasını, manzaraları fotoğraflayan Ertuğ, bu kez kaya kiliselerinin içine girmiş. Duvar resimleri tüm Hıristiyanlığın bildiği evrensel hikâyeleri Doğulu bir dille anlatıyor. Metinleri yazan Fransız sanat tarihçi Catherine Jolivet Levy ile birlikte bölgeyi didik didik etmişler. Yıkılmak üzere olan, ziyarete kapalı olan ya da çok bilinen ve gezilenler dahil pek çok kiliseyi fotoğraflamış Ahmet Ertuğ.

Müthiş renkli, istifçi, nefes almadan anlatan freskler, Anadolu'nun ortaçağına, Bizans dönemine ilişkin etkileyici bir kitabın öznesi olmuşlar. Bu fotoğrafları sıcak hava ve zor arazi koşulları nedeniyle dijital makineyle çekmiş Ahmet Ertuğ. Bir periskop yardımıyla kaldırdığı makineyle tavandaki freskleri bile istediği gibi görüntüleyebilmiş.