ODTÜ Öğretim Elemanları Derneği, Elektrik Mühendisleri
Odası, Bilim ve Ütopya Kooperatifi tarafından 2002 yılında yaşamını yitiren Dr.
Serhat Özyar 'ın anısına düzenlenen Yılın Genç Bilim İnsanı Ödülü'nün 6.'sına
Dr. Şirin Gülcen Eren değer görüldü. Eren, yaklaşık 12 yıl emek verdiği
"Özelleştirmenin Kentsel Planlamaya Etkileri: Türkiye Örneği (Ankara)" başlıklı
teziyle ödülü kazandı. Eren tezinde, kavramsal bir ayrım "özelleşme" (De facto)
ve "özelleştirme" (De jure) temelinde konuyu tarihsel gelişimi içinde
değerlendirirken, bu kavramsal ayrımdan hareketle Türkiye ve Dünya örneklerini
karşılaştırıyor. Dr. Eren ile tez çalışmasında Ankara üzerine yaptığı
araştırmalar ve bulgular üzerine konuştuk...
Tezinizi ne kadar sürede hazırladınız?
- Tez çalışmamı 2007'nin temmuz ayında bitirdim ama 12 yıllık bir
çalışma oldu. İyi ki de 12 yıl olmuş. 1999 depremi nedeniyle tez çalışmalarıma
ara vermiştim. Ayrıca bürokratik nedenlerden ötürü çalıştığım Bayındırlık ve
İskan Bakanlığı'ndan da atılmıştım. Bu sırada tez hocam da yaşamını yitirdi.
İlginç olan şudur ki: Bu süre içinde Türkiye'deki bütün mevzuat ve uygulamalar
değişti. Bu nedenle eğer 2001 yılında bu tezi bitirmiş olsaydım şu anda
kullanılmayacak ve işe yaramayan bir tez olacaktı. Şimdi güncel bilgileri
içeriyor. Ayrıca bütün bu süreçleri tespit etme ve değerlendirme imkanı bulmuş
oldum.
Tezinizde Ankara özeline ilişkin araştırmalar bulunuyor. Ankara'yı
seçmenizin özel bir nedeni var mı?
- Ankara'yı seçtim, çünkü benim tezim Türkiye'de özelleştirme
uygulamasının dünyadan farklı olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye'deki özelleştirme
uygulamasının kentsel planlamayla bir gerilim yarattığına dikkat çekiyor.
Türkiye'deki en planlı kent de Ankara. Planlama süreçlerini ve kentin
gelişimini, planla ilişkilerini görebiliyorsunuz. Aslında bu biraz da KİT
arazilerinin niteliğinden çıkıyor. KİT arazileri zamanında kurulduklarında
kentlerin çeperlerindeydi ama kentler büyüdükçe kentlerin merkez geçiş
alanlarında ya da merkez alanlarında kaldılar. Bu çerçevede de geçiş alanları ve
kentlerin içinde kalanların özelleştirmelerinin kentlere olan etkileri ve
bunların yarattığı tartışmaları irdeledim. Ankara bu nedenle seçildi. Ayrıca
benim yaşamını yitiren ilk tez danışmanım Raci Bademli , belediyede imar daire
başkanıydı. Daire başkanlığından ODTÜ'deki görevine dönünce biz bu çalışmayı
yapmaya da başlamıştık.
Özelleştirmenin kentsel planlamaya etkisi başkentin en çok hangi
bölgesini etkiliyor. Tezinizde özellikle araştırma yaptığınız bir bölge ya da
alan bulunuyor mu?
- Evet, Ankara'da seçtiğimiz uygulama örneği var. Bu, üzerinde
çok fazla tartışma olan herkesin bildiği GİMAT alanıdır. Ankara için çok önemli
olan bir üretim, kamu mekanının nasıl özel bir mülke dönüşerek rant ve tüketim
mekanı haline dönüştürüldüğünü en iyi bu alanın gösterebileceğini düşündük. Bu
ayrıca Ankara'nın planlı bir kent olmasından üstü açık planlardan kaynaklanan
alt ölçekli planlarla ilişkilerle irdeleyebileceğimiz bir örnek olması
dolayısıyla seçtik.
Son 10-15 yıldır Ankara'nın planlı bir kent olduğundan söz etmek
mümkün mü?
- Ankara makro planları olan bir kent. Diğer kentler ile
karşılaştırıldığında, olabildiğince alt ölçekli planları üst ölçekleri
planlarına uygun hazırlanan bir kent. Ankara'nın bütün planlarının bire bir
uygulandığını söyleyemeyiz. Uybadin-Yücel planı, hatta Jansel planı bile pazar
mekanizmalarının etkisinde olmakla eleştirildi. Ama en son yapılan 2023 planı
tamamen pazar eğilimli bir planlama yaklaşımıdır. Tamamen sermayedarın
yönelimleriyle kenti şekillendiren bir plandır. Ondan önceki bütün makro planlar
kentin gelişme dengelerini doğru koymayı hedeflemişlerdir. Benim tezim, "pazar
eğilimli" planlama ile "pazar eleştirel" planlama arasındaki gerilimi irdeliyor.
'Kamu arazileri el değiştiriyor'
Bahsettiğiniz gerilim ve özelleştirmelerin Ankara'ya etkilerinden
bahseder misiniz?
- Özelleştirmenin Ankara üzerindeki baskıları özellikle 2000 yılından sonra
inanılmaz boyutlara çıktı. Nedenini şöyle açıklayayım: Türkiye'de mülk ve
mülkiyet var. İkisi arasında fark olduğunu bilmiyoruz. Mülk metadır,
sahipleneceğiniz eşyadır, ama mülkiyet ise bunun üzerindeki haklarınızdır.
Dünyadaki fark bu noktada başlıyor. Çoğu ülkede mülkiyetin sahipliği verilmiyor.
Veriliyorsa da çok belli dönemler içinde veriliyor ve ağır şartlara bağlanıyor.
Türkiye'de ise mülkiyet sahipliğini vermek sanki doğalmış gibi sunuluyor.
Özelleştirme uygulamaları 1985'lerden sonra gittikçe artıp sonuçları böyle
olmaya başlayınca, bu o kadar avantajlı hale geldi ki sermayedar için bütün kamu
arazileri - üzerinde hizmet binası olsun - kentteki bir anda 2000'den sonra
dönüşüme tabi tutulmaya başladı. Bunun en güzel örneği Köy Hizmetleri'nin
arazisidir. AOÇ'nin durumu da buna örnektir. Gimat'a yakın bütün kamuya ait depo
alanları özelleştiriliyor. TCDD'nin demiryolları kenarlarındaki arazileridir,
binalarıdır.
Türk kentleri "yağ lekesi" şeklinde ana arterler boyunca büyürdü. Ankara bu
yapısını özelleştirme kapsamındaki büyük dönüşüm projeleri nedeniyle
değiştirerek çok ciddi miktarlardaki kamu arazisinin el değiştirmesi sonucu son
10 yıl içinde tamamen blok halinde güneybatıya doğru gelişiyor. Bu gelişim
buradaki arazi rantlarının ne kadar belirleyici olduğunu gösteriyor. Gelişme
trendi bu şekilde olunca önündeki bütün kamu arazilerinin dönüşümünü de
hızlandırıyor. Örneğin Eskişehir Yolu, Esenboğa Yolu...
|