e gerek var yenilemek için o kadar para harcamaya, üstüne biraz daha
koyar yenisini yaparız, hem temiz pak olur, hem de daha şık, çağdaş
görünür... Bizde eski binalara genel yaklaşım böyle maalesef. Binanın
mimari ve/veya toplumsal bellekteki yerinin bir önemi yoktur. Hele ki o bina pek
özelliği olmayan eski bir sanayi yapısıysa, mesela bir tuz deposuysa hiç değmez.
Eğer siz de ‘değmez’ diyenlerdenseniz Erginoğlu&Çalışlar
mimarlık ofisi tarafından yenilenen Haliç kıyısındaki
Tuz Ambarı’nı görmelisiniz, nasıl da ‘değer’miş. Sıradan bir
Tekel deposu, sıradan da olsa mimari özü korunarak nasıl benzersiz bir mekana
dönüşebilirmiş. Barselona’da düzenlenen Dünya Mimarlık
Festivali’nde, Londra’daki ünlü Victoria&Albert Müzesi Rönesans
salonu restorasyonu gibi devasa rakipler arasından dünyanın en iyi
‘eski/yeni yapı’sı seçilen Tuz Ambarı, 170 yıllık tarihiyle İstanbul’un
endüstriyel geçmişinin izlerini taşıyor. İnşa edildiği dönemde İstanbul’un
limana bağlı endüstriyel bölgesinde Tekel’e ait bir depo olarak kullanılan Tuz
Ambarı, şimdilerde DDB Medina Turgul reklam ajansına ev sahipliği yapıyor.
O Tuz Ambarı ki, tescilliydi ama öyle mimari şaheser filan değildi.
Bunun bir önemi yok Erginoğlu&Çalışlar için, zira özelliksiz taş bir duvar
da olsa onu sırtını yaslayabilecekleri bir dayanak olarak görüyorlar.
Mimar Kerem Erginoğlu: “Eski yapıları dönüştürmek çok
keyiflidir. Zira yanınızda destek alacak, püf noktası olabilecek bir hikaye
varsa onun üzerinden gitmeyi çok severiz. Hiçbir şey olmasa da duvarlar vardı,
eski haldeydiler, yıkılmış dökülmüşlerdi. Hiçbir şey olmamasındansa bir şey
olması, onun üzerine kuracağınız hikayede bize çok ciddi olanak sağlıyor” diyor.
Tuz Ambarı,
dört ana holden oluşan, 140-150 cm. kalınlığında duvarları bulunan, arka
bahçesine sonradan bir havuz binası yapılan son derece basit bir yapıydı. Ayrıca
1950’lerde ilave edilmiş bir çelik çatısı vardı. Mimar Hasan
Çalışlar devam ediyor: “Binayı yenilerken biz o çatı katmanını da
kullandık. Fakat birbirlerinden ayrı iki katman olarak algılatmaya çalıştık.
Üçüncü olarak da ajansın çağdaş ihtiyaçlarına uygun asma katlar oluşturduk,
çelik/cam köprülerle birbirine bağladık. Barselona’daki jüri bize sordu, ‘Neden
tek katlı orijinal ahşap çatıyı yapmadınız’ diye. Biz de dedik ki, o çatı da
sonuçta 50’lere ait bir katman ve korunması gerekir. İstanbul’da Bizans
yapısının üzerine Osmanlı döneminde yapılmış ilaveler görürsünüz, onları yıkalım
mı?”
Kerem Erginoğlu, projenin kendileri için son derece keyifli ama
biraz yorucu olduğunu ekliyor. Zira bütün işi 6 ay gibi hayli kısa bir zamanda
tamamlamışlar. Erginoğlu ve Çalışlar, 17 yıldır birlikte çalışıyor. Artık
konuşmadan da birbirini anlayabildiklerini söylüyorlar. “Bizim en büyük
şansımız, 17 yıl önce Türkiye’de öyle 20 kişi, 50 kişi filan çalışan bürolar
yoktu. Olsaydı belki kendi başımıza büro kurmaz, balki de hala oralarda
çalışırdık” diyor Kerem Erginoğlu. Hasan Çalışlar da “Biz o zaman işimizi çok
seviyoruz ve sürekli olarak bir şey yapma üretme ateşiyle yanıp tutuşuyoruz ama
çok entelektüel bir şey olmuyordu” diye ekliyor.
Mimarlık mesleğinin
Türkiye’de son yedi yılda çok komplike bir hale geldiğini belirten Kerem
Erginoğlu, bunu da özel sektörün talebine bağlıyor. Ona göre Türkiye’de kamunun
iyi mimarlığa talebi hiç yok:
“Fransa gibi Almanya gibi ülkelere bakın,
oralarda örnek yapılar devlet tarafından yaptırılmıştır. Bizde tam tersine özel
sektör daha önde gidiyor. Devlet bazen yarışma düzenliyor ama iş uygulamaya
gelince çok azı hayata geçiriliyor. Mesela son dönem konut örneklerine
bakarsanız iyi şeylerin olduğunu görürsünüz. Yandaki site iki misli pahalıya
satıldığını gören müteahhitler iyi mimarlığın daha fazla para getirdiğini fark
etti ve bunu talep etmeye başladı.”
Bir binanın ne kadar çok insan
tarafından kullanırsa mimar olarak o kadar mutlu olduklarını belirten Hasan
Çalışlar, “Bir mimar hayatı boyunca kaç tane kültür merkezi, konser salonu
yapabilir. Biz 17 yılda üç tane yapmışız mesela, inanılır gibi değil ama nerede
bunlar? İkisi Rusya’da, biri Malta’da. Çok çok güzel bir ev yaparsınız ama dört
kullanıyor. Bir okulu ise her beş senede bir yüzlerce çocuk kullanır, gider
gelir ve onların görsel hafızasında etki bırakır” diye konuşuyor.
|