Haldun Hürel ismi birçoklarında ünlü
müzik gurubu Üç Hürel'i akla getirir. "Bir sevmek bin defa
ölmek demekmiş", "Ağlarsa anam ağlar" gibi şarkıları bugün bile milyonların
dilinde olan Üç Hürel'in üyesi olan Haldun Hürel (60) bir sanat
tarihçisi. Çeşitli üniversitelerde kent tarihi ve kültürü dersleri
verdi, halen de İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde hocalığa
devam ediyor. Hürel, aynı zamanda bir İstanbul âşığı. Derslerinde sokak sokak
gezdiği, resmettiği İstanbul'u anlatıyor. Sadece anlatmakla kalmıyor, yazıyor
da. Haldun Hürel'in İstanbul'u anlattığı yedinci kitabı Anlat İstanbul (Kapı
Yayınları), geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Hürel, kitabında okuru peşine
düşürüp İstanbul'u gezdiriyor.
İstanbul'u anlattığınız dördüncü kitap bu. Daha önce çocuklar için
hazırladığınız İstanbul kitapları da var. Kitaplar da maşallah hacimli. Anlat
İstanbul yaklaşık 800 sayfa...
Benim yaptıklarım kibrit çöpü gibi bir şey. Yüz tane iki yüz tane olması
lazım. Sürekli bir yazma açlığı var. Yazıyorum, yazıyorum. Benim sokağa
çıkmadığım gün bugündür, siz geliyorsunuz diye çıkmadım. Ben hep sokaklardayım.
Avare gibi gezerim sokaklarda. Gezmelerin izleri var bu kitapta. Gözler adımlar
ve beyinle ve kalpteki sevgiyle buluşuyor ve ortaya bu çıkıyor. Çünkü alan
araştırmasına çok inanıyorum. İstanbul her bakımdan mistik bir şehir.
Öğrencilerim hocam anlat anlat biter diyorlar. İstanbul bir masal, bitmez.
Nereyi gezeceğinize nasıl karar veriyorsunuz?
Genelde güzergah yaparım. Tarihî yarımada yani Fatih ve Eminönü'nde adım
atmadığım bir tek sokak yoktur. Surların içi ve dışı dahil... Yaşamımda hep
mütevazıyımdır. Ama bu konuda değil. İstanbul'u iyi bilirim.
İstanbul'u anlatmaya nasıl karar verdiniz? Bu tarih sevgisi nereden
geliyor?
İstanbul'a 5 yaşından beri âşığım. Trabzon'dan İstanbul'a taşındık. 5
yaşındayım. Babam bizi kardeşlerimle birlikte Gülhane Parkı'na götürmüştü. Bir
ara babamı kaybettik. 20 dakika sonra ancak buluşabildik. Sonra tramvaya bindik.
İlk kez tramvaya biniyordum. Sonra Ayasofya'yı gördüm. Kocaman bir mabed. İşte
orada başladı. Üniversite çağlarına kadar bilinçsizce doküman topladım. Notlar
aldım. İleride yazarım diye bir hayalim vardı. Daha sonra Marmara
Üniversitesi'nde sanat tarihi dersleri vermeye başladım. Sanat tarihinin dışında
İstanbul diye ayrı bir ders koydurttum müfredata.
İzlenimlerinizin kitaplaşma serüveni de başlamış oldu...
Evet. Yüzlerce klasör biriktirdiğim not vardı. İnsanları kitapta peşime takıp
dolaştırayım istedim. "İstanbul'u Geziyorum Gözlerim Açık" ilk kitabım. O zaman
dijital fotoğraf makineleri çıkmamıştı. Orada anlatılan eserlerin resmini de ben
çizdim. Mekanın karşına geçip resmini yapıyordum. En az 15 dakikamı alıyordu.
Şimdi fotoğraf makinesiyle çekiyorum. Evde çizim işini yapıyorum. Notları vardı
ama 'İstanbul'u nereden anlatayım?' sorusunun cevabını bulmam zaman aldı. Önce
kapılardan başlayayım dedim. İlk kitapta Edirne Kapı, Silivri Kapı vs. kapıları
yazdım. İkincisi 'Burası İstanbul'. Şehir kültürü üzerine yazılar var. Bir
şehrin sakini olmak değil yaşıyor olmak çok önemli. Boğaz'a sırtını dönüp
çekirdek çıtlatanları biliyoruz biz. Üçüncü kitapta a'dan z'ye mahalleri
sokakları, yokuşları ile İstanbul'u anlatıyorum. Bu yazılar devam edecek.
İstanbul'u yaşamaktan ne anlamalıyız?
Nerede oturduğunun farkında ol. Kıskansın seni herkes. Zaten kıskanıyor da.
Sen Avrupa Kültür Başkenti olacağız diye taklalar atıyorsun. İstanbul dünyanın
kültür başkentidir. Yalnız İstanbul'u yaşamak için belirli bir kültür birikimi
olması gerekiyor. Sokaktaki adam arabasını kaldırıma park ediyor. O insana
İstanbul'u nasıl yaşamak lazım geliri anlatmanın imkanı yok. O insanları ben
yitik kuşak olarak kabul ediyorum. O yüzden ben çocuklara, üniversiteli gençlere
önem veriyorum. Avrupa 1800'lerde ne kadar perişan durumdaydı biliyoruz. Kültüre
ve sanata önem veren prensler, hanedanlıklar ortaya çıkmasaydı; rönesans ve
reform olmasaydı Avrupa bugünkü seviyesine gelebilir miydi? Arkada yatan neden
nedir? Kültür ve sanat. Bizim zarif sanatlarımız var. Bunların farkında olmamız
lazım.
İstanbul'u yaşamak öğrenilir mi?
Evet, öğrenilir. İnsanların öncelikle böyle bir endişe taşıması güzel. Benim
derslerime katılabilir. Herkese açık derslerim. Şimdi bir metot söylüyorum.
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü diye bir kurum var. Evinizde bulamayacağınız
kadar rahat bir ortamda çalışıyorsunuz. Tepebaşı'nda. Pera Müzesi'ne bağlı. Son
derece nezih bir bina yapmışlar. İstanbul'la ilgili ne kadar kitap varsa orada
var. Osmanlı İstanbul'una bir kat ayrılmış. Diğer katta Bizans İstanbul'u var.
Semavi Eyice'nin kütüphanesi burada. İstanbul'u yaşamak isteyen önce merak
edecek, gezecek, sonra da okuyacak.
Bir metodu var mı gezmenin?
Önce güzergah seçecek. Mesela tarihî yarımadanın Eminönü bölümünün uç kısmını
gezeceğim diye yola çıkacak. Yanında pet şişe içinde suyu, elinde bir not
defteri yeter. Fotoğraf makinesi olursa daha iyi olur. Bilinçsizce gezecek.
Mekanları, çeşmeleri, camileri not edecek. Sonra eve gelince İstanbulla ilgili
kitaplardan, sitelerden bu eserlerin hikâyelerini okuyacak.
***
Sahneye çıkmıyoruz, bizi seyretmeye kimse gelmez
Üç Hürel grubu müziği bıraktı mı?
Üçümüz de öğretmeniz. Üniversitede derslere giriyoruz. Müzik çalışmalarından
koptuk görünüyor piyasada. Ama kopmadık. Biz sahneye çıkmıyoruz. Bilerek,
isteyerek çıkmıyoruz. Bu bir tavırdır. Niye çıkmıyoruz? Şu kültürel ortamda
bizim müziğimizi paylaşacağımız insan kitlesinin az olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca
sahnenin yorgunluğunu artık kaldıramayacak kadar yorgunuz. Sahnenin gerisi ve
ilerisindeki oluşumları kaldıramayacak kadar yorgun ve doygun insanlarız. Yeter
bu kadar diyoruz. Müzik bizim için ikinci iş olamayacak kadar da önemli. Bizi
seyretmeye kimse gelmez. Senin müziğin duygu müziği. Sen acıklı bir parça
yapıyorsan orada eller havaya olmaz. Eller havaya kültürü bizim müziğimizi
seyretmeye gelirse biz yokuz. Eller havaya kültürü hakim bugün.
***
İstanbul'da yaşıyorsan kültürlü olmak zorundasın
Süleymaniye'de 2 bin ev tespit edilmiş. Dünya çapında bir sit alanı. O evler
ha gitti ha gidecek durumda. O evlerin 15-20'si ancak restore edildi. Bir evin
onarımı yaklaşık 70 milyar lira. Para bulup onaracaksın, başka yolu yok. Var mı
başka böyle eski bir Osmanlı mahallesi? Onarıp dünyaya 17. yüzyıl diye takdim
edebilirsin. Kısa sürede harcadığın parayı kazanabilirsin.
İstanbul'un çok işi var. Ama eserler arasında ayrımcılık yapmadan bakılmalı
meseleye. Sokak ortasındaki veli türbesiyle Ayasofya'yı aynı görmüyorsan bu iş
olmaz.
Bu şehirde yaşamak gerekli. Benden sonrası tufan diye düşünmeyeceksin, bir
adım da sen atacaksın.Mesela sokaktaki vatandaş ne yapabilir, yere tükürmeyecek,
kaldırıma park etmeyecek.
Bakmak bir eylemdir, görmek ise sanattır. Görmek ayrıntılara inmektir. Bu
ülkede yaşayan her bireyin kültürlü olmak mecburiyeti var.
Bir kentte ya kent olur. Ya araba olur. İkisi bir arada olmaz. Tercihini
yap.
|