stanbul’un sanat yaşamında “cumhuriyetle yaşıt” emeği olan “Emek
Sineması”nı son yıllardaki “AVM salgını”na kurban eden sözde “yenileme”
(restorasyon) projesini yüksek yargı da “tehlikeli” buldu. “Kültürel mirasın
korunması”nı sadece “bina”larla ve hatta binaların, sadece “dış görünüm”üyle
sınırlı gören; tarihsel iç mekânları ve kentin bellek değeri olan “toplumsal
işlev”leri ise hiç önemsemeyen mimari projenin “onay”ına Mimarlar
Odası dava açmıştı…
İstanbul 9. İdare
Mahkemesi, tarihi ve özgün sinema salonu mekânına “mağazalar”ı
sıralayan projeyi “telafisi imkânsız zararlar doğurabileceği” gerekçesiyle 12
Mayıs 2010 tarihli kararıyla durdurdu. Şimdi devreye “bilirkişi”ler girecek ve
‘yenileme’de sadece “dış görüntü”yle yetinmenin çağdaş kent yaşamındaki
“kültürel süreklilik” açısından “koruma” sayılıp sayılamayacağını
irdeleyecekler..
‘EMİRGÂN’ örneği
Emek
sinemasında kentin “yaşam kültürü”nün, üstelik koruma adına hiçe sayılması,
yıllar önceki “Kurul Kararı”mızı aklıma getirdi… 90’larda İstanbul 3
Numaralı Koruma Kurulu’nda görev alanımız
Boğaziçi’ydi… her yönüyle İstanbul zenginliği olan
“Emirgân’da çay içme”yi sona erdirecek bir proje, vaktiyle aynı
yerde bulunan yalının yeniden yapımını (restitüsyon) öngörüyordu… Üstelik
teklifin “yasal” ve “teknik” dayanakları da tamdı. 19. yy’a ait yalının
resimleri bile bulunmuş; Osmanlı belgelerinde varlığı kanıtlanmış;
şimdiki “Çınaraltı” bahçesine yayılan “sahil sarayı”nın yeniden
ve “eskisi gibi” gerçekleşebilmesinin “mimari güvence”leri
sağlanmıştı.
Uzun değerlendirmelerden sonra, “Emirgân’da çay mı;
yalı mı?” şeklinde özetlenebilecek tartışmayı 18 Şubat 1993
tarih ve 5597 sayılı kurul kararında “çay” yanıtıyla noktaladık.
Gerekçemiz, edebiyatımıza da giren ve 20. yy İstanbul yaşantısıyla bütünleşen
‘Emirgân’da çay’ kültürünün, artık geleceğe taşınması gereken bir “miras”
olmasıydı...
Proje sahipleri “kanıtlarımızı dikkate almadılar” diyerek
bizi bakanlığa şikâyet ettiler… Dönemin Kültür Müsteşarı Emre
Kongar’dan aldıkları “Onlara güveniyoruz, kent kültürünü gözetmeleri
için biz görevlendirdik” yanıtıyla isteklerine ulaşamadılar... Ardından,
kararımızın “bilimsel” değil “duygusal” olduğu savıyla açtıkları iptal davasında
mahkeme, “Kurul, İstanbul kültürlerinden hangisinin yaşatılması konusunda takdir
yetkisini kullanmıştır” diyerek kararımızı “hukuk”a uygun buldu. Dahası,
“Boğaziçi’nde yüzlerce yalı var ama Emirgân Çay Bahçesi bir tane” gibi
değerlendirmeler de mahkeme kararına geçmişti…
‘Yasal
güvence’ için
Bu örnekten hareketle Emek Sineması’na dönersek;
Emirgân’a bir yaşam mirası olarak değil, sadece eski bir yapının “arsa”sı
gözüyle bakılmasını hukuka aykırı bulan yargının, sinema salonunu “AVM arsası”
gören projeyi de geçersiz kılacağından eminim...
Ayrıca bu davanın,
“tarihten gelen toplumsal işlevler”in de korunmaları yönünde “açık” ve “kesin”
düzenlemelerin yapılmasına “esin kaynağı” olabileceğini de düşünüyorum… Çünkü
kültür ve tabiat varlıklarını koruma hukukumuz, tarihi ve doğal değer taşıyan
“taşınmaz” ve “taşınır” mirasımızın yarınlara aktarılmasını amaçlasa bile; aynı
mirasın “yaşama kültürü”müzdeki “bellek” değerlerini oluşturan “tarihsel
işlevler” için yeterince yasal güvence sağlayacak düzenlemeleri
içermiyor.
Örneğin İstanbul’daki bir Hacıbekir Şekercisi
1770’lerden beri aynı mekânda; ama korunan sadece binası! Sözgelimi bir gün
“ayakkabıcı”ya dönüşmemesi için tek güvence “ailenin duyarlılığı...”
Ya
da bir “Vefa Bozacısı”; bir “Zeynel Abidin
Cümbüş” mağazası; hatta Eminönü’ndeki “Nimet Abla Piyango
Gişesi”, “Sabuncakis Çiçek”, “Kurukahveci
Mehmed Efendi Mahdumları”, “Koska Helvacısı”,
“Alkazar Sineması” ve nicelerinin asırlık geçmişleriyle
geleceğe aktarılmalarını, sadece “vârislerin duyarlılıkları”na
borçluyuz.
Benzer şekilde
kentin eski ve özgün “meyhane”leri de az sayıda kalsalar bile,
eğer binaları eski eser ise sadece “mekân”ları koruma altında, kendileri değil;
her an meyhane geleneğini terk edebilirler… Bunun olmaması için sahiplerinin ya
da işletmecilerinin “direniş”leri tek çare... Bunlar arasında, örneğin
Atatürk’ün çok sevdiği, Beyoğlu’ndaki “Rus mutfağı”nın temsilcisi Rejans
Lokantası’nın mülk sahiplerince tarihsel mekânından çıkarılmak
istenmesini, “kültür mirası kiracı”nın sadece kendi adına değil İstanbul adına
da mal sahibiyle “mahkemelik” olmasını hüzünle izliyoruz.
Diğer tüm
kentlerimizdeki benzer örnekleri düşündüğümüzde, yaşama kültürümüzde yer etmiş
geleneksel işyerlerinin, yani “toplumsal bellek zenginliğimiz”in aslında
“koru(n)masız” olduğunu görebiliriz.
Yazımızı, aynı konuda Prof.
Dr. Mete Tapan ile Ercan Tekin’in katıldıkları, Kanal
B’deki İmar Dosyası programımızın çağrısıyla noktalayalım:
“Geçmişten geleceğe yaşama zenginliğimizin tarihsel işlevlerini de koruyacak bir
yasal düzenlemenin özellikle ‘İstanbul-2010 Kültür Başkenti’
sürecinde tüm kentlerimize kazandırılmasını bekliyoruz...”
|