Berlin Küllerinden Yeniden Doğdu Doğmasına, Ama Değişen Bir Şey Yok!



Küllerinden Yeniden Doğdu Doğmasına Ama,
Berlin’de Değişen Bir Şey Yok!


Berlin, öteden beri sosyalist dünya ile Atlantik’in “uygar” kıyıları arasında simgesel bir mücadelenin konusu olageldi. Doğu Berlin’i çağrıştıran önemli kentsel imgelerden Cumhuriyet Sarayı için ise kavga hala devam ediyor.

Berlin, dünya siyasetinin hemen her döneminin izlerini taşıyor. İz taşımanın ötesinde, her dönemin ardından başka bir Berlin’e dönüştü.

90’lardan sonra, Berlin’in bir kez daha altı üstüne geldi.

İki ayrı kenti birleştirmek dışında, yeni bir imajın da yerleştirilmesi gerekiyordu. Yakın dönemin meşhur mimarlarının, afili yapılarıyla dolup taştı Berlin. Ancak ne Pariser Platz ne de Potsdamer Platz, kentsel yaşamı Cumhuriyet Sarayı kadar ferahlatmadı.

Kentin yamalarla yaşadığı, mekanların tarih içerisinde kendilerini dayatacak kadar zamana sahip olamadıkları, planlanmış olanın, yaşantıyla geriliminin bir türlü tükenmediği, her daim savaşların yıkımı ile mevcut iktidarların abartılı bir siyasal vurgusunun kenti legolarla oynar gibi eğip büktüğü Berlin’de, Phoenix benzetmesine en çok yakışan yer Cumhuriyet Sarayı olsa gerek. Doğu Berlin’in haritadan silinmesiyle kapatılan Cumhuriyet Sarayı, toplumsal bir inisiyatif ile “kendiliğinden” yeniden kente karıştı. Başka deyişle, kentsel yaşamın en organik ve doğal bölmelerinden birini oluşturuyor bugün.

Cumhuriyet Sarayı’nın geleceği ise belirsizliğini koruyor.

2002 yılında alınmış yıkım kararına karşı sadece geçtiğimiz yıldan bu yana 135 000 civarında kişinin konserler, sergiler ve tiyatro oyunları için kullandığı yapı üzerine tartışmalar sürüyor.
Geçtiğimiz günlerde 5000 kişilik bir toplam yaptığı eylemle iyice yaklaşmış olan yıkımı protesto etti.

Demokratik Almanya Cumhuriyeti döneminden kalma yapı, herhangi bir eski bina ile ilgili tartışmaların dışında taşarak bir siyasal mesele haline gelmiş durumda.

Kimilerine göre boğucu olmanın yanı sıra baskı dönemine ait bir yapı olduğu için acilen yıkılması gerekiyor. Ancak sosyalizm dönemini kentsel belleğin bir parçası olarak gündemde tutan yapının kavramsal çerçevesi de, mimari pratiği de tersini söylüyor.

Cumhuriyet Sarayı, dünyanın en büyük sanat merkezlerinden biri olmanın yanı sıra, aynı zamanda parlamento binasıydı! İki farklı mecranın iç içe geçtiği, oldukça deneysel bir mimari yaklaşım geliştirilmişti. Bu anlamda, hem siyasete hem de sanata yeni bir bakış şekillenmiş oluyordu. İkisinin bir arada varolabildiği geçişken bir mekan üreterek, bir anlamda siyasetin halkla yakın ilişkisini, diğer yanda sanatın siyasetle güçlü bağını hem simgeliyor, hem yeniden üretiyordu. Cumhuriyet Sarayı’nın, Doğu Almanya’da modern mimarlığın en önemli yapıtları arasında gösterilmesine şaşırmamak gerekiyor.

Uzun bir süre boyunca kenti ikiye ayıran duvar, sosyalizmin çözülüşüyle turistik bir mekana dönüştü. Bir anlamda kentsel bir trajedi olarak hafızalardan silinmesi pek mümkün olmasa da, savaş baltaları yerine duvarın doğusu ya da tarihin öteki yarısı gömülmüştü. Bir dönemin parlamento binası ise, belki tam da bir sanat merkezi olarak canlılığını ve güncelliğini yitirmediği için yıkılmanın eşiğinde.

Yerine ise ikinci dünya savaşı sonrasında yıkılmış olan Barok tarzı bir binanın yapılması yeniden öngörülüyor. Peki “eski” ama hala yaşayan bir binanın yıkılarak, yerine “epey eski” bir başka binanın “tıpkısının aynısı”nın yapılması, bir çelişki değil midir?

Belki de değildir..


Ayrıntılı bilgi için
www.standard.de
www.pdr.kultur-netz.de