Sanatın Büyüsel Gücü

Dubuffet Vakfı ile İstanbul Fransız Kültür Merkezi'nin katkılarıyla ülkemize getirilen "XX. yüzyılın büyük bir sanatçısıyla buluşma'' başlıklı sergide Jean Dubuffet'nin 1944-1984 arasını kapsayan baskı ve resimleri bulunuyor.

Biri, geleneksel biçimleme disiplini çevresinde dünüşerek başkalaşım geçiren, öteki, insanın doğal ihtiyaçlarından türeyen ve kaynağına her zaman sadık kalan iki sanat damarının varlığından söz edilebilir. Bunların ilki, bizim, adına ''entelektüel sanat'' dediğimiz olgunun dünden bugüne süregelen yapılanmasıyla ilgili olduğu halde, ikincisi, böyle bir yapılanmayı yansıtmaz, insanın dünya üzerine adımını atmasından itibaren içinde taşıdığı doğal içgüdülerden yola çıkar, elindeki doğal malzemeyle bu içgüdülerin yorumunu aktarır duvar yüzeylerine.

Orada, bir ilerleme değil, çizdiğiyle yetinme duygusu egemendir. Boyasını kendisi üretir, teknolojisini kendisi gerçekleştirir; bu yetinme duygusu, insanın varlık olgusunun gereğidir. Siz buna, ister primitif sanat deyin, ister saf sanat gibi yaygın bir terim kullanın, sonuçta tanımlamaya çalıştığınız ifade biçimi, günümüzde çoğu zaman sahte kılıklarla karşımıza çıkan birörnek sanat ürünlerine muhalif bir tavrı açığa vurur. İnsanın doğuştan getirdiği genler, zaman içinde fazla bir değişime uğramadığına göre, bu sanat türünün ifade ettiği anlam da onu iz leyen karşısında varlığını sürdürmekte...

'Ham sanat' (art brut)
Dubuffet'nin, adına ''ham sanat'' (art brut) dediği olguyu da bu kapsamda değerlendirebiliriz. İlkellerin sanatında ya da çocuk resimlerinde tanık olduğumuz ''saf yoğunluk'', bu Fransız asıllı sanatçıyı, akademik eğitime başladığı yıllarda desene yönelik ilgisiyle kendini gösteren bir arayışla karşı karşıya getirmişti. Bu eğitime ancak birkaç ay dayanabilmiş, dil, müzik ve edebiyat gibi farklı alanlara kayarak ''ifade'' kavramının kökenlerine inmenin yollarını araştırmıştı. Kukla heykeller yaptığı, keskin bir grafizmin olanaklarını denediği, ''bozulmamış bir paradoks''un sınırlarında gezindiği bir dönemdir bu. 1944'te ilk sergisini açar. Bir süre kaldığı Sahra Çölü'nde, insanın içe kapanmışlık dünyasını deneyip yaşayarak bulmak istiyordu.

Resimlerinde, daha çok da bu resimler için tanımlayıcı terim olan ''dokubilim'' (texturologie) yöntemine göre çalışmayı tercih etti bu nedenle. Lake boyaya farklı medyumlar karıştırarak, kendi tekniğinin yolunu açtı. Alışılmış malzemenin dışında kalmak istemesi, resminin gerektirdiği bir yoldu. 1950'li yıllarda ''eğreti yaşamın küçük heykelleri'' ni yaparken, ilkellerin ''parıltılı topraklar'' ının peşindeydi. İlk taşbaskı resimleri de bu dönemdedir. Bunları, 1960'larda çini mürekkebi desenler, guvaş ve boyarsimler izler.

İlk ''art brut'' sergisi, 1949'da Paris'te açılmıştı. Polyester malzemeyle biçimlendirdiği, üzerlerini poliüretanla renklendirdiği heykellerini, 1967'de New York Guggenheim'da sergilediğinde, artık uluslararası üne kavuşmuş bir sanatçıdır. Masson ve Max Ernst gibi gerçeküstücü ressamların yapıtlarına benzese de Dubuffet'ninkiler başka bir kaynaktan gelmedir. Mizahi bir yan vardı onun işlerinde. 1968'de Paris Dekoratif Sanatlar Müzesi'ne bağışladığı yapıtları nedeniyle, günümüzde her şeyi optik kırılmaya uğratıp çarpıtan anlayışa karşı çıkıyor ve bu anlayışı, ''boğucu kültür'' olarak tanımlıyordu. Ona göre yaşadığımız dünyada tüccar, spekülatör ve pazarlamacılardan oluşan ''kültür dağıtım aygıtı'' hantal ve asalak bir organizma haline gelmişti ve gözlerimizi kör ediyordu bu organizma. Ondan kurtulmadıkça, sanatın önündeki engelleri aşması zor olacaktı.

Dubuffet, aynı zamanda hem gizemli hem popüler bir tavır üstlenerek sürdürdüğü bu çalışmalarından dolayı ilgi odaklarından biri olmayı başarmıştı. Gerçeküstücü Breton'un ''saltık mesafe'' olarak isimlendirdiği şeyi, çok basit bir yöntemle ve sanatına özgü araçlarla gerçekleştiriyordu Dubuffet. Şaşırtıcı olmasının nedeni, bu olabilirdi. Yeni Figürasyon ve Yeni Gerçeklikler gibi akımların boy verdiği bir ortamda Dubuffet, bu akımlara paralel, ama onlarla örtüşmeyen yeni bir ''kültür'' kavramını sanat yoluyla somutlaştırıyor, örneğin Fautrier ile akraba olan yeni bir resim dokusu geliştiriyordu. Ragon, bunu ''bir başka figürasyon'' diye isimlendirmekte haklıydı.

Sergi, Pera Müzesi'nde
Geçerli kültür değerlerinden kuşku duymakla başlayan ve bir ''malzemebilim''' (materiologie) kavramıyla sonuçlanan bu sanat biçimine, gene kendisinin bulduğu bir sözcükle ''hourloupe'' estetiği de diyebiliriz belki.

1944-1984 arasını kapsayan baskı ve resimleriyle bir heykelinin, ''XX. yüzyılın büyük bir sanatçısıyla buluşma'' adı altında Pera Müzesi'nde yer aldığı Dubuffet sergisinin yapıtları, Dubuffet Vakfı ile İstanbul Fransız Kültür Merkezi'nin katkılarıyla ülkemize getirilmiş bulunuyor. Ayrıca serginin gerçekleşmesinde ve projesinin hayata geçirilmesinde katkı sahibi olanlar var. Pera Müzesi'nin, aile koleksiyonlarıyla yetinmeyip kapılarını uluslararası önemli bir etkinliğe açması kuşkusuz sevindirici bir gelişmedir. Bu sergi ve bunun arkasından Sabancı Müzesi'nde açılacak olan Picasso sergisiyle uluslararası düzeyde koleksiyonlardan uzak bulunan İstanbul, bir ''kötü talih'' i de kırmış olmaktadır. Ancak bu sergileme olayları, yerli yapıtlardan koleksiyon oluşturma uğraşının yanında, yabancı sanatçılardan yapıt edinmeyi, müze olmanın zorunlu koşulu sayma yönünde bir uyarı getirebilirse, bu sanatsal eğiticilik işlevi de ikiye katlanmış olacaktır.

(Sergi, 8 Ocak 2006'ya dek görülebilir. Meşrutiyet Cad. No. 141, Tepebaşı-Beyoğlu. Tel. 0212 334 99 00)