Bizimki Görsel Bir Başkaldırı



Ankaralılar önce bir sabah Tunalı Hilmi Caddesi’ndeki Gazi Osman Paşa trafik levhasını Tosun Paşa olarak değişmiş buldu. Bir gün gündüz gözüyle sokak mantarlarını sarıya boyayıp nostaljik oyun Pacman karakterlerini kaldırımlara taşıdılar. Mavi Marmara gemisi ve İskenderun'daki olaylardan sonra park edilmez levhalarını barış işaretine dönüştürdüler, son olarak da yine trafik levhalarını milli takım üniformalarına çevirdiler. Onların ismi KÜF. Sokak sanatına yeni bir perspektif katarken, amaçları sokakta estetik algı uyandırmak.

“Yaşadığımız yerde insanların sokağa çıktıklarında gördükleri, binalar, kaldırımlar, tabelalar, yollar ve sokak lambalarından ibarettir. İçinde bulunduğumuz grilik, insanları görsel zekâdan uzaklaştırmakla beraber insanların zihnine tekdüze bir bakış açısı yerleştirmektedir. Bu kalıplar içerisinde sokağı evinden işine, işinden evine gitmek için kullanan insanlar yürürken sadece adımlarına bakmaktadır. KÜF bu monotonluğu yıkmaktır. İnsanların etraflarına bakmasını, bakarken de farkına varmasını sağlamaktır, bir başkaldırıdır.”

KÜF, kendisini böyle anlatıyor. Onlar gençler, onların derdi sokakta yürüyen adama sanatın bu kadar uzak bir kavram olması. Amaçları sanatı, bazen esprili, bazense başkaldıran bir tavırla sokağa taşımak. KÜF’ün çekirdek ekibiyle İstanbul'da görüştük. KÜF’ü ve sokağı konuştuk. İsimleri bizde saklı. Ankaralı iki genç grafik tasarımcı onlar. Ankara’dan, Ankara’nın griliğinden, insanların yolda yürürken kafalarını kaldırıp da hiçbir yere bakmamalarından, sanat ve estetik algısının hak ettiği yerde olmamasından rahatsızlar. Rahatsız olmakla kalmıyor, eyleme geçiyorlar, yaptıkları işler eğlenceli, dikkat çekici. Yine de “Bizim yaptığımız çok zor değil, siz de eyleme geçin, beraber sanata katkıda bulunalım” diyorlar. Meraklısına, İstanbul’da bir işleri olacak, ne yapacakları ise onların sırrı. Biz İstanbullular da bir sabah uyandığımızda fark edeceğiz buralardan geçtiklerini.

Sokak sanatı dünyanın yabancı olduğu bir şey değil, aslında İstanbul’da yaşayanların da çok yabancı olduğu bir şey değil. Beyoğlu çevresinde kepenkler indiğinde pek çok graffiti görmek mümkün örneğin, ilk akla gelen de Alman sokak sanatçısı Kripoe’nin sarı yumrukları. İstanbul’da, megakentte yaşamak sanatın içinde olmak demek, Ankara’nın eksiği onlara göre bu. En büyük dertleri sokaktaki adamın gözlerinde farkındalık yaratmak. Hayal gücüne ket vurmak yerine, insanların içindeki yaratıcılığı ortaya çıkarmak istiyorlar. Yolda yürürken önlerine bakarak, adımlarını sayarak değil, etraflarındaki objeleri fark etmelerini istiyorlar:

“Türkiye sanat konusunda Osmanlı’nın getirisi olarak, estetikten yoksun. Sanatı benimseyebilmiş değiliz. Eğitim zayıf olduğu gibi sanat eğitimi hiç yok zaten. İnsanız, güzel bir yerde yaşamayı hak ediyoruz ama kimse bu güzelliği sorgulamıyor. Bu bizi rahatsız ediyor. Bizimki görsel bir başkaldırı. Amacımız bir zevk, görsel bir farkındalık yaratmak. İnsanın gördüğü bir şeyin güzel olup olmadığını sorgulayabilmesi için önce onu görmesi gerekir. İnsanlar onu görmüyor. Herkes yürürken adımlarına bakıyor, A noktasından B noktasına kafasını bile kaldırmadan gidiyor. Nasıl olsa görecek bir şey yok ki, bilinç altına bu mesaj gidiyor, göreceğim zaten ne var, bir bu tabelayı görüyorum diyor.”



Sanat sokağa inmeli

“Bizim en büyük derdimiz sanatın sokağa inmesi” diyorlar. Türkiye’de sanata olan uzaklıktan yakınıyorlar. Sanatın ne olduğu, ne işe yarayabileceğinin farkına varılması gerektiğini ateşli bir şekilde savunuyorlar. Bunun yıllar alabileceğinin farkındalar ancak ellerini taşın altına sokuyorlar. Öte yandan, sanat olarak algılanan her şeyin galerilerde olmasından da şikâyetçiler. Satmadıkları işleri bile sanat galerilerinde sergileyenleri de sokağa çağırıyorlar; “Sokakta ol, yoldan geçen de görsün senin işini. Yaşadığımız yeri güzelleştirelim önce.”

“Eğlence mi eylem mi yaptığınız?” diye soruyorum, “Sanat da bir eylem” diyorlar, “Üstelik net bir eylem. Bizim yaptığımız özgürlük, yüzmek gibi adeta, eğlenceli, faydalı. Bize bir şey katıyor. Güncel olanlardan da etkileniyoruz, gündem konusunda kafa patlatıyoruz. En çok sıkıldığımız şey insanların kalitesiz yaşaması, bunun için çaba sarfediyoruz. Görsel zenginlik, estetik algının artmasını istiyoruz. Ama bu bizim tek başımıza yapabileceğimiz bir şey değil, o yüzden herkes bir şey yapsın istiyoruz. Street art olmak zorunda değil, yeter ki sanatçı deyince akıllarına ne İbrahim Tatlıses ne de kafasında kasket, ağzında pipo olan adam gelmesin, sanat herkes için.”

Kendilerine yanlış gelen her şeyin karşısında olduklarını söylüyorlar, referandum öncesi bir gerilla projesi olarak “Hayır” yazmayı düşünmüşler ama Evet’çiler onlardan önce davranmış. Ama “Kılıçdaroğlu’nda yanlış olan bir şey bulursak onu da eleştirebilmeliyiz” diyorlar. Kendilerine katılmak isteyen pek çok insan var. Ancak onlar bunu soranların kendilerine katılmasını değil, onların da kalkıp herhangi bir şey yapmasını istiyorlar, hatta daha çok rekabet, mücadele istiyorlar. Türkiye’de herhangi bir yerde yaptıklarına yanıt verecek, iğneleyecek, belki yerecek, seviyeli bir şekilde birbirleriyle sokak sanatı yoluyla rekabet edecekleri bir grup olmasını çok istiyorlar. Yaptıkları işi tertemiz bir heyecan olarak tarif ediyorlar, biraz da ondan çağırıyorlar insanları sokağa: “Yaptığımız iş gerçekten çok eğlenceli, yüksek adrenalin salgılatan, insanın özgüvenini arttıran, kendini daha iyi hissetmesini sağlayan bir iş. Bunu insanlar denesin, bu tertemiz bir heyecan.”

Operasyondan önce sokağa çıkmanın zevkinin bambaşka olduğunu söylüyorlar. “Militan gibi hissediyorsunuz kendinizi” diyorlar: “Çıkıyorsunuz sabaha karşı dışarıya, yasadışı bir iş yaptığınızın bilincindesiniz. Ama şu da bir gerçek, yakalandığımda işimi savunacak bir şey yapıyorum, kötü bir şey yapmıyorum. Ben sonuna kadar arkasında dururum yaptığım şeyin. Yasadışı olabilir ama kötü bir şey değil. Polisten kaçıyoruz, ama zaten bu işin eğlenceli olan kısmı.”

Türkiye’de protestonun toplanıp yürümek ya da bir yere siyah çelenk bırakmaktan farklı olması gerektiğini savunuyorlar. Yaşıtlarından, yeni nesilden daha yaratıcı şeyler bekliyorlar. Kendilerinin amacı da bir yerde bu. “Bizim tek farkımız harekete geçmemiz. Ailelerimiz, 80’lerde bizim yaşımızdaki gençlik siyaset tartışıyormuş. Ailelerimiz anlatıyor, biz duvarlara resim yapardık diye. O zaman bir hareket varmış, şimdi hiçbir şey yok. Ama olmalı” diyorlar.