Türkiye'de mimarlıkla kent planlamasını birbirlerinden 'tümüyle' ayırmayı hedefleyen 'Anadolu'ya yabancı' şehircilik anlayışı, sonunda 'mahkemelik' oldu.
Aynı anlayışın 'mesleki militanlığı'nı üstlenen Şehir Plancıları Odası'nın (ŞPO) yöneticileri, kent planlamasını da 'mimarlık' alanları arasında sayan Mimarlar Odası yönetmeliğinin iptali için Danıştay'da dava açtılar. Gerekçeleri arasında, bu anlayışın 'akademik militanlığı' nı üstlenen kimi 'mimar kökenli' hocalar tarafından 'yaratılan' , mimarlık ve şehircilik bölümlerindeki 'ders farklılaşması' da var.
Bunun yasal düzenlemelere de yansıtılmasından ise Mimarlar Odası 'davacı' durumda. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca düzenlenen 'Koruma Planları Yönetmeliği'ndeki, özellikle tarihsel ve geleneksel mimari dokuların bulunduğu 'kentsel SİT' lere ait planlamanın bile mimarlık eğitimi 'almayan' şehircilerce üstlenilmesini öngören maddenin 'iptal' i istenen davada; Danıştay'a özetle şu gerekçe sunuluyor: ''Mimarlık mirasını geleceğe taşımak ve aynı dokudaki yeni yapıların tarihsel çevreyle uyumlu bir mimaride gerçekleşmesini planlamak, 'mimarlık' ın bir uzmanlık dalı ve sorumluluğudur...''
Şimdi bu iki davada, Danıştay büyük olasılıkla 'bilirkişi' lerden görüş isteyecek... Böylece dünyada belki de ilk kez ve belki de sadece Türkiye'de, mimar ve kent plancısı bilirkişiler; 'ikisi arasında neden böylesine bir duvar örüldüğü' konusunda kafa yoracaklar; çıkış yolu arayacaklar...
Şehirciliğin 'mimarlıktan bağımsız kimlik'ini yaratma adına, kentlerle mimarlık arasındaki tarihsel ve evrensel bağları kurmanın bile 'mimarlıktan soyutlanmış' bir plancılığa teslim edilmesine 'evet' ya da 'hayır' demek gibi, akıl almaz bir ikilemin arasında kim bilir neler çekecekler!..
Hele bir de konuya 'eğitim' i inceleyerek başlarlarsa, durumları daha da vahim. Çünkü mimarlık okullarından artık kent ve planlamayla ilgili tüm temel dersler 'ayıklanarak' şehircilik müfredatına aktarılıyor. Şehircilik eğitimindeki temel dersler arasında ise mimarlıktan başka ne ararsan var...
Böylece, binyılların mimarlık birikimlerini taşıyan kentlerimiz, 'mimariden habersiz şehirciler' in ve 'planlama bilmeyen mimarlar' ın eline terk ediliyor...
Peki, bu aymazlık ülkemize nasıl bulaştı; nereden kaynaklandı?
Bu sistemin temelinde, kent ve mimarlık tarihinden yoksun 'modern Amerikan şehirciği' anlayışının 1960'larda ilk kez ODTÜ'de başlatılan 'mimarlıktan bağımsız' şehircilik eğitimi ile ülkemize dayatıldığını her söylediğimizde, aynı okuldaki dostlarla birlikte, 'üzerlerine alınan' herkes ateş püskürüyor...
Oysa örneğin yine ODTÜ'deki bu 'ayrıştırılmış' eğitim sisteminde etkili olan ABD'li Prof. Holmes E. Perkins'in bile 'pişmanlık duyduğunu' acaba kaç kişi biliyor?
Pennsylvania Üniversitesi'ndeki sanat ve sosyal bilimler yüksek lisans programında, öğrencisi olan Prof. Dr. Şengül Öymen Gür konuyla ilgili bir anısını şöyle anlatıyor: ''Prof. Perkins, 4 Ağustos 2004'te 99 yaşında ölmeden önce, bir ders görüşmemizde bana ODTÜ'deki mimarlık ve şehircilik ayrışmasına katkısı olmasından pişmanlık duyduğunu belirtmişti. Çünkü mimarlık, kentsel tasarım, kent planlama ve kentsel peyzajın, kendi üniversitesinde de ayrılmış olmasından çok üzüldüğünü söylüyordu...'' (Türkiye Kongreleri, Ankara, 28 Mayıs 2005)
İşte böylesi 'üzüntü' leri de yaratarak ODTÜ'de başlatılan 'mimarisiz planlama' eğitimine, 12 Eylül 1980 darbesine kadar, ülkemizin diğer köklü üniversiteleri itibar etmediler. Özellikle İstanbul'daki İTÜ, YTÜ ve Güzel Sanatlar Akademisi, yani şimdiki MSGSÜ, kent planlamasını mimarlık eğitimi içinde sürdürdüler...
Rant ekonomisinin özlemi
Ne var ki bu 'ulusal direniş' , 12 Eylül'den sonra üniversite özerkliğine sınırlama getiren YÖK'ün talimatlarıyla sona erdi. Kent planlamasını mimarlığın bir 'uzmanlığı' sayan evrensel anlayış, aynı talimatlar doğrultusunda yerini 'farklı' bir 'mesleğin' yaratılmasına bıraktı...
Bunun nedeni ise sadece 'ODTÜ lobisi' nin YÖK üzerindeki yıllardır süren etkisi değil...
'Mimarisiz' bir kent planlamasına, yine 12 Eylül'den sonraki 'kültür yoksunu kentleşme' ve 'arsa rantına dayalı ekonomi politikaları'nın da önemli katkıda bulunduğunu, Dünya Şehircilik Günü yazımızda da şöyle özetlemiştik:
''1980'lerin sadece kentsel rantları arttırmayı ve üleşmeyi hedefleyen imar politikaları, 'mimari karakter' leri gözetmeyen arazi kullanım ve yoğunluk kararlarını fiziki planlamanın adeta 'temel hedefi' haline getirmişti... Planlama yetkilerinin 1985'te önce belediyelere, zaman içinde de değişik kurumlara 'bilimsel denetimden yoksun' düzenlemelerle verilmesi de aynı hedefin ürünüydü...'' (9 Kasım 2005, Cumhuriyet)
Gözler 'bilirkişi'lerde
İşte bu politikanın yeni 'akademik' yapılanması ise şehircilik eğitimimizi, dünyada örneğine rastlanmayacak düzeyde mimarlıktan; mimarlık eğitimimizi de kent planlamasından 'arındırma' ya başladı...
Şimdi, acaba Danıştay'da açılan davalarda da bütün bu sürecin ardındaki nedenler ile aynı ayrışmanın temel beklentileri üzerinde durulur mu?
Sorunun yanıtını bilirkişi raporlarında ve yargı kararlarında göreceğiz.
Ancak 'tarihsel mimari doku'nun ve 'doğayla uyumlu yaşama mekânları'nın geçmişten geleceğe 'sürdürülmesi'ni amaçlayan SİT'lerdeki koruma planlamasının da 'mimarlık' olduğu yönündeki bir hukuksal güvenceye kavuşmak, aslında herkesin 'davası' değil midir?
Çünkü bu uygarlıklar ülkesinin, tarihsel ve çevresel mirasını gözeten bir yapılaşmayla yeniden buluşabilmesi, her şeyden önce mesleki bir yetki tartışması değil, 'ulusal bir özlemdir'.