İBB Şehir Tiyatroları Beyoğlu Sahnesi Yarışması Kolokyumu'nda Neler Oldu?

İstanbul’da günümüze dek yapılmış en büyük çaplı kamusal komplekslerden biri olmasının ötesinde, yarışmaya açılan bir kamu yapısı tasarımı olarak da dikkatleri üzerine çeken İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Binası, yarışmanın işleyişi ve sonuçlarıyla daha şimdiden Türkiye’deki mimarlık tartışmalarının göbeğine oturdu. Geçtiğimiz gün (11.08.08) İMP’nin toplantı salonunda düzenlenen kolokyumda ortaya atılan eleştiriler ve yaklaşımlar, ülkemiz mimarlığında hakim sorunların tümünü özetler nitelikteydi.

İBB Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Orhan Alkaya moderatörlüğünde gerçekleştirilen kolokyum, Alkaya’nın kısa giriş konuşmasıyla başladı. Ardından jüri başkanı Prof. Dr. Sümer Gürel’in söz aldığı kolokyum hemen ardından sorular ve eleştirilerle devam etti. Yoğun bir katılımın gözlemlendiği kolokyumda tansiyonlar ise, ilk olarak Boğaçhan Dündaralp’in söz alması ile yükseldi. Dündaralp, İstanbul’un bu denli önemli bir noktası için harcanmış emeklere karşılık jürinin yeterli açıklıkta olmadığını düşündüğünü belirterek, değerlendirme kriterlerinin ne olduğunu sordu. Jüri cevabı, şartnameyi okumakta buldu.

Yarışmacılarından Yılmaz Kuyumcu’nun yarışma şartnamesinin en muğlak noktalarından olan 49. parselin kullanımına ilişkin sorduğu soru ve getirdiği eleştiri ise, katılımcılardan büyük alkış aldı. Bu parselin kullanım alanı dışında olduğunun belirtilmesine rağmen yarışmacıların yarısından fazlasının parsele girdiğini ve bu durumun tasarım anlamında çok sayıda yeni alternatif üretebilmek demek olduğunun altını çizen Kuyumcu, bir anlamda haksızlık edildiğini söylemekten çekinmedi.

Kuyumcu’nun eleştirilerine cevap vermek için sözü alan isim, jüri raportörlerinden Arzu Çetin Dursun oldu. 49’uncu parsele yeni işlevler getirilmesine dair gerekli cevabın ‘soru-cevaplar’ sırasında verildiğini belirten Çetin Dursun’un parselin ‘korumacılık ilkeleri bağlamında’ kullanılabileceğini söylemesi üzerine izleyiciler tepki gösterdi. Beyoğlu Vergi Daire’sinin halen Kurul kararıyla korunduğunu belirten izleyicilere Çetin Dursun’un cevabı şu şekilde oldu: “Biz de zaten Koruma Kurulu’na ilk üç projeyi göndereceğiz.” Fakat bu cevap katılımcılar arasında, üç projenin birden değerlendirmesinin halen ortada kesin bir birinci olmadığı anlamına geldiği veya diğer projelerin olumlu yanlarının tek projede bir araya getirilebileceği yönünde konuşmalara yol açtı.


“Bu kadar kıymetli kentsel bir alanın bir havuz olarak değerlendirilmesi gerçek mimari bir sorun...”

Kuyumcu, yarışma şartnamesinin ağır şartlarından da dem vurdu. Her bir diğer yarışmada teknik zorunlulukların giderek fazlalaştığını ve belki de bu yüzden şartnameyi alan 250’yi aşkın kişiden ancak 60-65’inin yarışmaya katılabildiğini vurgulayan Kuyumcu, durumun iyi önerilerin olalığını da azalttığını belirtti. Kuyumcu’ya bu konuda cevap ve hak veren isim ise Orhan Alkaya oldu. Diğer katılımcıların da destek verdiği ‘şartnamenin angaryaları’ konusunda görüşünü dile getirmekten çekinmeyen Alkaya, işin kırtasiyesi ve bürokrasisinin caydırıcı olmasına hak verdiğini ve bunun diğer yarışmalarda değerlendirileceğini belirtti.



Kolokyumun devamında söz alan bir diğer katılımcı Murat Polat, yarışmada ‘fikirlere öncelik’ ilkesinin benimsendiği şeklinde bir anlayış ortaya konduğunu, ancak hem taşıyıcı, akustik gibi teknik çözümlere yönelik detaylı raporların istendiğini hem de kazananlarda bu kriterlerin dikkate alınmadığını iddia etti. Neredeyse tamamen toprak altı hacimleri kullanan birinci projenin bağlamsallığını eleştiren Polat’ın, ikinci projenin yalnızca eğimli üst döşemesi ile farklılaştığını ve hem üçüncü hem de ikinci projelerin Galata’yı göz ardı ettiğini söylemesi üzerine salonda büyük alkış koptu. Gerilimin iyice arttığı bu dakikalarda Polat’ın eleştirilerine cevap veren jüri başkanı Sümer Gürel, öncelikle yarışmada sözü geçen ‘fikir’in kavramsal açılımını yaptı; sonrasında ise “İster espri, ister hayalgücü diyelim; Louvre’un I.M. Pei tarafından yapılan ekine hayran oluyorsak nedeni her şeyi aşağıya taşımasıdır” dedi. Gürel’in bu sözleri, Louvre’un çok farklı bir durum olduğu ve yalnızca bir sirkülasyon çözümü olarak zemin altına yerleştiği yönünde eleştirilere hedef oldu.

Asli jüri üyelerinden Cengiz Eruzun, danışman üyelerin de tam desteği ile birinci seçilen projenin de hataları olduğunu ve bunun belirtildiğini, ancak projenin çevresini reddetmeyen tavrına hayran kaldıklarını dile getirirdi. Bunun üzerine mikrofonu alan Sinan Omacan, yarışmaya katılmadığını ve bu yüzden içinin rahat olduğunu söylerek başladığı konuşmasında, yarışmayı bir ‘raporlar saçmalığı’ olarak değerlendirdi. Omacan, kazanan projelerin de akustik, yangın raporlarının hepsinin çocukça çizimler olduğunu ve böylece tüm bu raporların gereksizliğinin jüri tarafından ilan edildiği öne sürdü. Omacan, jüri tarafından tepkiyle karşılanan sözlerine şöyle devam etti: “Bu yarışma, İstanbul ve mimarlık camiası için çok önemli. Ancak birinci seçilen proje hakkında söylenenleri içime sindiremiyorum çünkü 2008 yılında yapılacak bir bina için iyi değil. Genel kanı da bu! Bu kadar kıymetli kentsel bir alanın bir havuz olarak değerlendirilmesi gerçek mimari bir sorun...” Bu sözler kolokyumun gerilimini tırmandırırken, Omacan’ın bu eleştirilere de tüm mimari sorularda olduğu gibi Orhan Alkaya’nın cevap verebileceğini söyleyerek attığı taş, danışman jüri üyelerinden Kenan Işık’ı sinirlendirdi. Yıllardır AKM’de yaşadıkları sorunları, orada çalışan insanlar olarak en iyi tiyatrocuların bilebileceğini söyleyen Işık, “Yoksa mimari bizim neyimize?” diyerek salonu terk etmeye kalkıştı. Seyircilerin protestoları, Omacan’ın kendisini yanlış anladığı yönündeki telkinleri ile birlikte ikna olan Işık, bir süre sonra tekrar jüri arasındaki yerini aldı.


“Birinci proje mükemmel olduğu için seçildi”

Kolokyuma hakim olan hararetli tartışma ortamı, yerini tekrar yarışmanın en can alıcı noktalarından olan 49’uncu parsel sorununa bırakırken, Arzu Çetin Dursun’un açıklamalarını yeterli bulmayan izleyiciler, yine yarışmanın ‘soru-cevap’ kısmında dile getirilen bir maddeye istinaden sorular yönelttiler. Tescilli Beyoğlu Vergi Dairesi’nin bulunduğu parselin mülkiyetinin kimseyi ilgilendirmeyeceği şeklinde verilen bir cevabın hatırlatılması üzerine izleyiciler, “Geçiş başka, kullanmak başka!”, “49’uncu parsel varken bir binayı gömmek başka, yokken başka!” şeklinde itirazlarda bulundular. Seçilen proje üzerinde yoğunlaşan eleştiriler üzerine jüri başkanı Gürel’in “Birinci proje mükemmel olduğu için seçildi” şeklindeki açıklaması, kolokyumun gerilimini daha da tırmandırdı. Gürel’e gelen ilk cevap ise, Mert Eyiler’dendi: “Bu yarışmanın üst-başlığı tutarsızlık olmalı!”



Eyiler, sözlerini şöyle sürdürdü: “Madem mükemmel proje aranıyordu, o zaman neden yarışma uluslararası ve çift kademeli değil de ulusal ve tek kademeli olarak düzenlendi?” Yine şartnamenin katılığını ve jürinin ona karşı teslimiyetçi tutumunu eleştiren Eyiler’den sonra yine söz alan Orhan Alkaya, kolokyumun başından beri sürdürdüğü ılımlı tavrını bir miktar sertleştirerek, tüm şehrin yakın tarihte yapılmış cahilce sanat binaları ile dolu olduğuna dikkat çekti. Alkaya şunları ekledi: “Burada atılan adımın büyüklüğünü küçümsemeyin! İstanbul’un en değerli noktalarından birinde, her kesimden görüş alınarak düzenlenen bir yarışma, eşik atlamak demektir...”

Son olarak yarışmanın teknik zorluğuna getirilen eleştirilere sonuna kadar hak verdiğini bir kez daha belirten Alkaya’ya cevap yine izleyicilerden geldi. Turgut Alton’un, kimsenin teknik istekleri göz önüne almadığı dolayısıyla şartnameyi de ciddiye almadığı şeklindeki yorumuna da cevap teşkil eden yorum, ikinci mansiyon sahibi Ece Ceylan Baba’dan geldi. Kendi projelerin başından itibaren danışmanlar ile birlikte yürütüldüğünü ve son anda imzalatılmış raporlara karşı olduğunu söyleyen Baba’nın “40 metrelik bir salonu akustik imkansız kılarsa nasıl 25 metreye çekeceksiniz?” sorusu, Alton tarafından “Kolaylıkla” denilerek geçiştirildi. Yarışmacılardan Hatice Özer ise, Türkiye’de yarışmacıların daima risk aldığını altını çizerek, bu tedirginliğin büyük bir yük olduğunu dile getirdi. Bir tiyatro salonunun 40 metreden 25’e düştüğünde oranlarının nasıl değişeceği konusunda tüm jürinin saatlerce ders verebileceği berliten Özer’in, en can alıcı eleştirisi ise şu yöndeydi: “Burada alınan risk, yani farklı arsalarda yarışmanın yarattığı fırsat eşitsizliği bize reva görülmemeliydi.”


“Paris’te de Louvre’un kendisi yere batsaydı, aynı durum olurdu.”

Kolokyum izleyicilerinden Erdal Doğru ise, Tschumi ve Koolhaas’ın modern şehircilik yaklaşımlarından kısaca söz ederek, jüride kavramsal şehircilik teorisi anlamında ciddi bir eksik bulunduğunu öne sürdü. Mimar-akustikçi Sevda Bayram’ın bunca danışman jüri arasında bir de akustikçi bulunması gerektiği yönündeki eleştirisi ise, jüri tarafından haklı görüldü.



Bu tartışmaların ardından tekrar söz alan Sinan Omacan, Sümer Gürel’in ‘Louvre’ benzetmesi üzerinden aktardığı akıl yürütmede, çevre yapılar ile yarışma projesinin önemini karşılaştırdı. “50-90 yıllık, apartman ölçeğinde binaların yanında bir şehir tiyatrosundan bahsediyoruz. Gerçekten hangisi daha önemli?” diyen Omacan, bu denli kentsel potansiyeli yüksek bir alana havuz koymanın İstiklal’e havuz koymak ile eş değer olduğunu söyledi ve ekledi: “Paris’te de Louvre’un kendisi yere batsaydı, aynı durum olurdu.”

Omacan’ın eleştirilerine anlam veremediğini belirten Gürel’den sonra sözü alan kolokyum katılımcısı Ömer Kanıpak, kamu yapılarının yarışma ile seçilmesini savunduğunu ve danışmanların varlığının büyük şans olduğunu belirtti. Yine de söz konusu projeyi kaçan bir fırsat olarak gördüğünü ekleyen Kanıpak, birinci projenin tiyatrocular için ideal çözümü temsil etse de kentsel olarak doğru çözüm olmadığını söyledi. Kanıpak şunları ekledi: “Bu, kente katkı değeri olmayan, kentin ihtiyaçlarını karşılamayan bir proje. Yarışmanın organizasyonu yetersiz, ortam ise anti-profesyonel. Tüm bunların nedeni de, bence, jüri üyelerinin doğru seçilememiş olmasıdır.”

Kanıpak’ın bu sözleri kolokyumda yeni bir tartışma güzergahı belirlerken, yoruma müdahale eden raportör Arzu Çetin Dursun, tüm jüri üyelerinin odaların önerdiği isimler olduğunu iddia etti. Bu noktada itirazını esirgemeyen Mimarlar Odası’ndan Sami Yılmaztürk, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kendilerinden yalnızca bir kişi önermelerini istediğini belirtti. Çetin Dursun’un, üyelerin yalnızca mimarlar değil, peyzaj mimarları ve inşaat mühendisleri odalarının da önerdiği isimlerden oluştuğu şeklindeki önermesi ise, katılımcılar arasında tartışmalara yol açtı. Çetin Dursun kendilerine bir asil, bir de yedek üye önerildiğini öne sürerken, Yılmaztürk ise önerdikleri bir ismin zaten jüride bulunduğunu belirtti. Toplamda beş mimar jüri üyesinden dört ismin nasıl ve hangi mekanizmalarla seçildiği ise cevapsız kaldı.

Kolokyum moderatörü Orhan Alkaya’nın güçlükle sona erdirdiği soru-cevap maratonundan sonra, kazanan toplamda sekiz projenin sahiplerine ödülleri dağıtıldı. Ödül alan gruplardan üçünün törende hazır bulunmaması ise dikkat çekti. Yoğun tartışmaların hüküm sürdüğü kolokyum, ödüllerin sahiplerine kavuşması sırasında yerini alkışlara bıraktı. Sonrasında ise katılımcı, izleyici ve jüri üyeleri sergiyi dolaşarak fikirlerini paylaşmaya devam ettiler.