"Ulus" Hafızalardan Silinmemek İçin Direniyor



"15 gün içerisinde boşaltın!" Son birkaç aydır gazetelerden, televizyonlardan, sivil toplum kuruluşlarının haykırışlarından ya da yakın çevremizden duyduğumuz kiracı, işgalci esnaflara yönelik bu tehditvari uyarı, "Kentsel Dönüşüm Projesi" adı altında sunulan rant kavgasının ta kendisine ilişkin.

Yaşanan sosyo-ekonomik, politik ve teknolojik değişimler, küreselleşme ve neo-liberal politikalar ile beslenen mekansal dönüşümleri de beraberinde getirdi. Özellikle büyük kentler başta olmak üzere birçok kentte kendine biçim bulan dönüşümler bu yılın başından itibaren yerel yönetimler ile özel sektör ortaklığında "Kentsel Dönüşüm Projeleri" başlığı altında halka sunuluyor.

1970'lerin başlarından itibaren her şekilde gündeme getirilen "kentsel dönüşüm" süreçleri, bir kentin çehresinde yani fiziksel yapısında gerçekleştirilen değişikliklerin ötesinde o kentin yüreğinde de yani tarihsel, toplumsal, ekonomik ve politik kimliğinde de değişikliklere neden oluyor.

Bu dönüşümün akıbetinin ne olacağı ise temel bir soru işareti. Sermaye sahiplerince bir "çözüm" olarak görülen dönüşüm programı toplumsal örgütler ve meslek kuruluşları ve mimarlarca tam tersine "çözümsüzlük" olarak nitelendiriliyor. Sermaye sahiplerine aktarılacak yüksek kentsel rantlara karşılık topluma, özellikle de toplumun mülksüzlerine yükleyeceği kentleşme maliyetleri çözümsüzlüğün en büyük nedenleri arasında.

"Kentsel Dönüşüm" Ulus'u yok edecek
Öncelikli olarak üç büyük kenti hedef alan bu projeler aslında yıllardan beri farklı ambalajlarla sunuluyor. Dönüşüm çabaları 1930'da da yine etkin biçimde varlığını sürdürüyordu. Bugünkü adıyla Ulus Meydanı olan 1930'ların "Taşhan Meydanı" köhneleşmesi, varlığını koruyamaması vs. gibi nedenlerle yıkılarak yerine Sümerbank binası yapılmıştı.

Bugün ise söz konusu binanın yine aynı gerekçelerle yıkılarak yerine gökdelen şeklindeki alışveriş merkezinin yapılması gündemde. Yine Ankara'da Kızılay Meydanı'nın yok edilmeye çalışılması, Kızılay'ın yayalara kapatılarak otoban haline getirilmesi, kamusal alanların parçalanması, büyük iş merkezlerinin günden güne artması gibi birçok proje aslında bugün ulaşılmak istenen hedeflerden çok da farklı nitelikler taşımıyordu.

Kentler sadece insanlar için barınma öğesi olmanın ötesinde aynı zamanda o toplumu temsil etme özelliğine de sahip. Dolayısıyla fiziksel yapının niteliksel dönüşümünün yanı sıra söz konusu alanlarda toplumsal dönüşüm de piyasa mekanizmaları tarafından belirleniyor.

1930'lu yıllarda ekonomik kriz ile birlikte kamu kurumlarının toplu konut üretiminden çekilmesi sonucu gecekondu yapımının başlaması ve özellikle 80'lerden itibaren neo-liberal politikaların etkisiyle devletin kamusal alandaki rolünün gittikçe zayıflaması, bu alanları merkezi hükümetin bir uzantısı olan yerel hükümetlere ve özel girişimlere bıraktı.

Dolayısıyla bugün birçok kentsel öğe varlığını koruyabilmek için adeta can çekişiyor. İşgal niteliğindeki gecekonduların, kaçak yapıların ve kentleşme planlarına aykırı çeşitli bölgelerin, tarihi dokuların yanı sıra Ulus da Ankara'nın mücadele mekanları arasında yer alıyor.

Direnişin asıl nedeni: Toplumsal belleği savunmak...
Ulus, Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte başkent olan Ankara'da 1950'lere kadar Cumhuriyet'in simgesiydi. Bugün ise bu bölgeye baktığımızda gördüğümüz tablo çok da iç açıcı değil. Tarihi mekanlara yönelik koruma imar planı dahilinde koruma altına alınması gereken bir bölge olan Ulus'a yönelik proje tarihi dokuların onarılması ve kalıcı kılınması gerekçesiyle sunuluyorsa da bu, sadece "sözde" böyle...

Osmanlı geleneğinde esas olan ve günümüzde de tekrar uygulamaya geçirilmeye çalışılan "parçacı" kent anlayışı, kentsel dönüşümün amacının kamu yararından ticarileşmeye ve kâra doğru kaymasına neden oldu.

Gündelik yaşam ile politik söylemlerin kesiştiği bir yer olan "kamusal alan" sosyal bir alan olmaktan çıkarak, salt fiziksel, ticari bir mekana indirgendi ve "kamusal mekan" halini aldı. Dolayısıyla bu mekanlar bugün kültürün, tarihin hatta yaşamın kendisinin tüketildiği mekanların ötesinde bir anlam taşımıyor.

Parçacı bir zihniyetle yeniden üretilmeye, kurgulanmaya çalışılan kentlerde bugün artık ortak bir kültür etrafında bir araya gelmek ve toplumsal belleğimizi muhafaza etmek çok zor. Yaşadıklarını, değerlerini çok çabuk "unutma sanatı"na sahip bir toplum olduğumuzu düşününce söz konusu durum daha da derinleşiyor.

Kent merkezinin canlandırılması, tarihi binaların topluma kazandırılması vb. birçok isim altında gündeme getirilen kentsel dönüşüm projeleri devlet tarafından yürütülen projeler olmaktan çok, piyasa mekanizmaları tarafından belirlenir oldu.

Parçacı bir zihniyetle temellenen bu projeler yerel yönetimlerce özel sektöre cazip sunularak kâr mantığı egemen kılınıyor... Bu "Ulus Projesi"nde kendini net bir şekilde gösteriyor. Bir yandan "Ulus Tarihi Kent Merkezi Projesi" olarak adlandırılan "dönüşüm"ün amacının Ulus'u tekrar eski günlerine yani Ankara'nın en dinamik merkezine kavuşturmak olduğu söyleniyor diğer yandan Ulus'un ticaret merkezine dönüşeceği... Bu çelişki aslında her şeyi ortaya koyuyor.

Kentsel rant pastası uğruna feda edilenler
Robert Orley tasarımı olan 1937 tarihli Hal binası, 1947'de Nezih Eldem tarafından tasarlanmış olan Belediye binası ve 50 yıldır Ulus Meydanı'nın kimliğini oluşturan Ulus Meydanı İşhanı da rant düşleri uğruna tuzağa düşürülmeye çalışılan mekanlar arasında yer alıyor.

"Ulus Tarihi Kent Merkezi" projesi Bentderesi'den Ulus Meydanı'na kadar uzanan alanı kapsıyor. Kendi düşlerini gerçekleştirmek uğruna esnafın aklını pembe vaatlerle çelmeye çalışan güç odakları aslında kendi düşlerinin de "pembe" olduğunun farkında değiller. En kötüsü de bu: Daha sonra kusacağının farkında olarak ya da olmadan kentsel rant pastasından kocaman bir dilim yemek uğruna bir sürü malzemeyi heba etmek...

Ele güne karşı "demokrasi", "katılım özgürlüğü" sloganları atıyoruz ancak iş uygulamaya geldiğinde maalesef aynı cömertliği gösteremiyoruz. Bunun içindir ki "Kentsel Dönüşüm Projeleri"nin ortakları arasında sivil toplum örgütlerinin, üniversitelerin ve en önemlisi halkın katılımının olmadığını görüyoruz.

Dolayısıyla "Kentsel Dönüşüm Projeleri"nin en temel sorununun sosyal adalet(sizlik) olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor. Sermaye mantığının hakim olduğu bir dönüşümde ortaya çıkan sonucun özellikle çoğunluğunu emekçilerin oluşturduğu kent nüfusunu nasıl etkileyeceği ve sosyal adaletin nasıl sağlanacağı tam olarak netleş(tiril)mediği sürece önemli bir sorun olarak varlığını korumaya devam edeceğe benziyor.

Bu sorun süregeldikçe de halk bu projelere karşı çıkacak. Çünkü direnmezse en azıdan elinden geleni yapmazsa yarın aç kalacak olanın yine kendisi olduğunu biliyor.

Yazının devamını okumak için lütfen kaynağın üzerine tıklayınız.